Matmazel Chambon, Eric Holder

Fransiz yazar Eric Holder?le ilk kez tanışıyoruz. 1960 doğumlu bir yazar. Pek fazla kitabı yok. Sanıyorum türkçeye de başka kitabı çevrilmedi. Ömer Türkeş, pandora.com?daki eleştirisinde şöyle anlatıyor kitabı; ?Matmazel Chambon?da ilk göze çarpan tema, farklı sosyal gruba ve kültüre ait iki insanın; neredeyse adını bile zor yazan duvar ustası Antonio ile, çocuğunun öğretmeni bayan Veronique Chambon?un imkansız aşkı oluyor. Edebiyat, tiyatro ve sinema, bu tarz ?eşitsiz- ilişkileri konu edinmeyi sık sık tekrarlamıştır aslında. Rastlantı sonucu, Fransa?nın renksiz bir kasabasında Montmirail?de karşılaşan iki genç insanın yaşamları, birbirlerini tanımaya başladıktan sonra değişmeye başlar. İlk başlardaki coşkulu duyguların ardından, aralarındaki tutkunun hiç bir şekilde gerçek bir ilişkiye dönüşmemesi, giderek bir gerilime, adı konmamış bir mutsuzluğa neden olur. Küçük çevrelerinin üstü örtük yaptırımlarına boyun eğmek zorunda kalan bu iki insan, sıkıcı taşra yaşamına bıraktıkları yerden, ve yeniden başlamaya da hevesli değillerdir. Artık başka yerlere doğru akacaktır hayatları...?
?Öykünün bir yeniliği yok belki, ama yazar, ağırlığı öyküye vermiyor zaten. Hatta, anlatılan aşkın, daha doğrusu tutkunun kendisi de çok önemli değil. Eric Holder?in anlatmak istediği, okuyucusunun dikkatini çekmek istediği nokta, bu sıkıcı yaşam içerisinde, önlerine çıkan bir farklılığın, insanların yaşamını ister istemez etkileyeceği olmuş. Kişilerin Antonio veya Chambron olması, aslında hiç bir şeyi değiştirmiyor. Bence öykünün gerçek belirleyeni, bu sıkıcı taşra kasabası. Kişiler kendi yaşantılarının akışına müdahale edemiyorlar. Çevrelerini kuşatan iş, aile, arkadaşlıklar gibi ilişkilerdeki tatminsizlik, kasaba yaşantısının monotonluğu ile birleşerek, onları öyküde anlatılan aşka/tutkuya sürüklüyor. ?
?Öğretmen Chambon, bütün karakterler arasında en talihsiz olanı. Yeteneksiz değil, ama hiç dikkati çekememiş, iç huzursuzluğu neredeyse patolojiye dönüşmüş bir kadın. Öyle ki, bütün talihsizliğinin altında, asıl adı olan Veronique?in ciddi görünümünün yattğını düşünüp, Loure?yı uygun görmüş kendisine. Yalnızca adını değil, bu adla yaşadığı bütün geçmişinden de nefret ediyor o. Yeni görev yeri olan bu kasabada, tek odalı bir evde, kırık dökük eşyaları ile yapayalnız yaşarken, tek avuntusu olan anı defterine düştüğü ?ben bunun için yaratılmamıştım Laure? notu, onun ruh halini eksiksiz yansıtıyor. ?
?Öykünün üç kahramanı arasında en dirayetli olanı, Antonio?nun karısı Anne Marie olmuş kuşkusuz. Elbette, o da aynı monoton yaşamdan nasibini almış; ev işlerini yürütmesinin, çocuğunun bakımını üstlenmesinin yanı sıra, bir koltuk atölyesinde işçi olarak çalışıyor. Belki yaşamı olduğu gibi kabul etmesinden, belki anneliğin getirdiği sorumluluklardan dolayı, ekonomik krizin etkisini her an hissettirdiği bu kasabada, bir iş sahibi olmakla yetinip mutluk duyabiliyor Anne Marie.?
?Şöyle ya da böyle, hepimizin yaşadığı benzer durumlar ve sıkıntılar olmuştur mutlaka. Bu daralma anlarında karşımıza çıkan yeni bir insan, eğer ufak tefek farklılıklar da taşıyorsa, olduğundan çok daha renkli, hatta çarpıcı bile görünebilir. Elbette birlikte olmayı tercih ettiğimiz bir cinsiyete sahipse, ona aşık olmak neredeyse kaçınılmazdır. Biliriz ki, o duyguyu yaşamaya başladığımızda, üzerimizdeki daralma bitecek, işimizle, çevremizle olan ilişkilerimiz farklılaşacak, güzelleşecektir. Holder de, insanın tam bu anına kurmuş öyküsünü. Karısı ve tek çocuğu ile mutlu/mutsuz bir evlilik sürdüren, hoşnutsuzluk duyduğu bir işte çalışan, patronu ve mesai arkadaşlarını sevmeyen Antonio, içinde bir takım kıpırtılar başladıktan sonra, yolda Chambron?a rastladığında, ?sanki o yolu daha önce hiç görmemiş gibi bir duyguya? kapılıverir. O ana dek nesneler dünyasının etkisiyle unutulan duygular dünyası, nesneler dünyasının üzerinde egemen olmuştur; ?samanlık seyrandır? artık!?
?Anlatım ustası bir çok yazarda olduğu gibi, Eric Holder?in metninde de, eşya, mekan, insan ilişkileri, daha doğrusu, eşyanın ve mekanın insan ruhuna, insan davranışlarına etkisi çok gerçekçi ve etkileyici bir biçimde görülüyor. ?Kızın üzerinde yeni satın aldığı elbise vardı, bu da Antonio?nun beceriksizliğini iyice arttırıyordu?, çünkü, ?onunla karşılaşma vakti geldiğinde, henüz üzerinden çıkarmadığı pis işçi tulumu, ağır şantiye postalları, topak topak alçı dolu saçlarıyla kendini uzaktan görüverdi? biçiminde tasvir edilen Antonio ve onun iç dünyası, okuyucuyu aynı anda bir kaç farklı algıya sevkederken, bir başka yerde, ?oyalanmalarını engellemek için yükseğe yerleştirilmiş pis pencerelerden içeri bir güneş ışığı süzüldüğü zaman? cümlesi ile anlatılan işyerinin kasvetli havası, işçilerin içinde bulunduğu atmosferi kolaylıkla hissettiriyor. ?
(Matmazel Chambon, Eric Holder, Can Yay. 1997)

Yorumlar