ŞEN SAAT

Metin Celâl

Murat Yalçın arayan, denemeyi seven bir yazar. Yeniliklerin peşinde. Sessiz, sakin işini yapıyor, hikayelerini yazıyor. Reklam yapmıyor. Şen Saat (Defne yay) geçtiğimiz Nisan ayında çıkmış. 2003 - 2005 yılları arasında yazdığı on dokuz hikaye ve "Canlı Doğa Albümü" başlığı altında yazdığı sekiz "metin" yer alıyor.

"Canlı Doğa Albümü", Mağara, Ova, Bahçe, Dağ, Kıyı, Tarla, Dere, Yol başlıklı "metinlerden" oluşuyor. "Metin", daha çok 70-80'li yıllarda yaratılmaya çalışılmış bir tür. O dönemde hikayeciler, şairler bu "tür"de ürünler vermeyi denediler. Şiir, deneme, hikaye arası melez bir şey olması yeniliklere, deneylere açık olduğunu düşündürüyordu ama nedense sonu gelmedi. Yıllardır örneklerini görmüyorduk. Murat Yalçın bizi tekrar bu "tür"le buluşturmuş. "Canlı Doğa Albümü"ndeki metinler birer an parçası sanki, hikaye olmak üzereyken, tam eşikte kalmış gibiler. İmgeler, gözlemler, küçük olaylar var ama bir yere varmıyor, bütünlenmiyor. İnsanın, büyük bir olasılıkla şehirli ve dışarıdan bakan bir insanın, doğayla ilişkisini betimliyor. Bir gezgin hali var. Dağda, bayırda, ovada... Her parçadan bir hikaye oluşturulabilir, gerekli malzeme var. Belki de okurlar bu parçalardan kendi hikayelerini yazabilirler. Yeni bir deneyim, günümüz deyimi ile "interaktif" bir çalışma olur.

Şunlar "metin", bunlar "hikaye" diye ayırmak ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü "hikaye" diye adlandırılanların içinde de "Canlı Doğa Albümü"ndekinin yapısında olanlar var. Okuru önceden koşullamamak gerek diye düşünüyorum.

Kitap "Canlı Doğa Albümü" ile başlıyor aralara üçer dörder hikaye yerleştirilmiş ve yine "Canlı Doğa Albümü"nden bir parça ile bitiyor, Bir anlamda kitabın ana omurgasını oluşturduğu izlenimini yaratıyor. Bir yerde ya da bir şekilde hikayelerle bağlantı kuracağını umuyor, bekliyorsunuz. Ben bir bağ kuramadım. Belki anlatımdan, dilden bir bağ kurulabilir ama o zaman da yazarın yazdığı her şey arasında bir bağ vardır. Bu zorlama olur.

Murat Yalçın, hikayenin sınırlarını zorlamakla kalmıyor, tür içinde yeni olanaklar bulmaya, türü geliştirmeye çalışıyor. Dilde, anlatımda en önemlisi yapıda yeniliği deniyor. İlk hikaye "İnsan Karaltısı" iyi bir örnek. Meydanlık bir yerde oturan/bulunan çeşitli insanların o anki hallerini yazıya dökmüş. Kişiden kişiye atlayarak o anda her insanın nasıl farklı duygu ve düşünceler içinde olduğunu, aynı yerde, hatta birlikte, farklı şeyler yaşadıklarını anlatıyor. Olaydan çok durum önemli. Sonuçta hikaye bir intihar haberine bağlanıyor ama aslında o da bir vesile.

Bu kişiden kişiye geçişler bana biraz sorunlu göründü. İzlemekte zorlanıyorsunuz. "Hayal-i Hakikiye"de de var aynı durum, bazı diğerlerinde de. Kasten, okuru irkiltmek, yerinde zıplatmak, hikayeye dalıp uyuklamasın diye yapmış olabilir diye düşünüyorum. Ama bu geçişler üzerinde biraz daha düşünmekte yarar var. Hele hikaye kahramanlarının adı yoksa, ki yok, bu bir sorun halini alıyor.

Murat Yalçın, dil konusunda, Türkçe'nin kullanımı konusunda titiz bir yazar. Dili tüm olanaklarıyla, eski-yeni sözcük seçmeden, hatta az kullanılanları tercih ederek kullanmayı seviyor. Dille oynamayı da… Sözcükleri kendince birleştiriyor, "abaplanıp", "abesiyat", "gensel", "cantık' gibi alışık olmadığımız sözcükler buluyor, kullanıyor. O da yetmiyor, çaktırmadan cümle içinde kafiye kuruyor. Hem eğleniyor, hem eğlendiriyor. Ama bazan ipin ucu kaçıveriyor. Kitabın sondan bir önceki cümlesi "Bana tekin bir yol gösterecek bir yaratık, yardımsever bir Yahoo çıksa yahu!" buna iyi bir örnek. İroni yapmak istemiş, oturtamamış. Üstelik tam da kitap biterken. Kitaptan geriye aklımızda "Yahoo" mu kalmalı? Bunu istediğini sanmıyorum.

İnsanoğlu tuhaf, ilk hikayeyi okurken aklıma "baldır" tartışması geldi. Geçtiğimiz aylarda gazete yazarları başka işleri olmadığı için baldırın anlamını tartıştılar. Yani baldırın bacağın hangi bölgesi olduğunu. Murat Yalçın'ın şöyle bir cümlesi var; "Dizlerini sımsıkı birbirine yapıştırdı; baldırlarının açılıp açılmadığını yokladı, eteğini bacaklarının arasına sıkıştırdı sıkı sıkı" diyor, bir kaç paragraf sonra da "Kadınla adamı izliyordu bir yandan. Bir çift kedi kafasına benzetti kadının dizkapaklarını, baş başa uyuklayan" diye tamamlıyor. Yani "baldır" deyince diz kapakların üzerindeki bölümü anlıyor. Ben de baldırın bacağın dizle kalça arasındaki bölümü olduğunu sanıyordum. TDK sözlüğü şöyle tanımlıyor; "Bacağın dizden ayak bileğine kadar olan bölümü." O zaman dizle kalça arasındaki bölüme ne deniyor, kalça mı, merak ediyoruz.

Kitaba, "Şen Saat"e dönersek, ikinci hikaye "Kum Saati Olmak isteyen Kadın" yazarın hikaye yazamama halini hikaye ediyor. Yazarın (Murat Yalçın?) mahremine girdiğimizi hayal edersek hoş bir şey gibi. Hikayenin yazım sürecini neler etkiliyor, görüyoruz. Ama ötesinde bir olmamışlık duygusu var. Evet, her zaman hikaye yazılamıyor. Ama bunu kitabın ikinci hikayesinde öğrenmeli miyiz, bilmiyorum. Bu hikayenin burada olması gerekli mi? Murat Yalçın, kitabın yapısını da önemsiyor, hissediyorum. O zaman hikayeleri sıralarken bir bildiği vardır diye düşünüyorum. Daha ikinci hikayede bizi yarattığı havadan, "epik" bir anlatı ile kopartmasının da bir açıklaması vardır sanıyorum. Okur olarak bu hikaye olmasa daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Beni kopartan bir hikaye de kitabın son hikayesi "Şairin Horozla İmtihanı!" Haber formatında yazılmış. Yine bir deneme sayılabilir. Yine "epik". Mizahi olmasına çalışılmış. Murat Yalçın kendini mizah yapmaya zorlamamalı. Her türü başarmak gerekmiyor. Sonuçta her yazarın bir üslubu, meşrebi var. Bu hikayenin de kitabın yapısına uymadığını düşünüyorum. Başka bir yerde, başka şekilde değerlendirilebilirdi.

Şen Saat'te kalabalığın içindeki yalnızların, bizlerin hikayeleri var. Biraz 50'li, 60'lı yılların varoluşçu hikayelerini hatırlattı, özletti. O yazarlar bugüne baksalardı Murat Yalçın gibi bakarlardı diye düşündüm nedense. Kitapta Oğuz Atay için yazıldığı anlaşılan, açıkça ona gönderme yapan "Tabut" hikayesini okuyunca acaba dedim "Canlı Doğa Albümü" de Bilge Karasu'ya bir saygı ifadesi, göndermesi mİ? Bunun dışında satır aralarında bir çok kitaba ve yazara açık kapalı gönderme olduğunu görüyor, hissediyoruz. Bu da hoş bir şey. Ayrıca sıradan insanlar olsalar bile hikaye kahramanlarının hayatında da kitaplar var. Böyle insanlar olduğunu umuyoruz. Güzel bir şey ummak!

Murat Yalçın, "insanın başından geçenlerin değil de zihninden geçenlerin öyküsünü anlatmaya yatkınım" diyor (Radikal Kitap, 21,04,06). Yatkın olmak bir yana başarılı da. Hikayelerin tamamı öyle. Belirli bir olay yok, zaten olaya da gerek yok. Her şey hayatta olabileceği gibi. Bir gasp olayını anlatsa bile hayatın içindeki doğallıkla anlatıyor ve siz de öyle karşılıyorsunuz. Normal bir insan hayatın içinde nasıl varolur, nasıl bakar, algılar, bunları hikaye ediyor. "Yazıyı bir eylem biçimi" olarak görüyor. Eylemi başarıyor.

Yorumlar