SEZEN AKSU ŞARKILARIYLA BÜYÜYEN KIZ ÇOCUĞU

Metin Celâl

70'li yıllar. Yeşim, lise öğrencisi bir genç kızdır. Bir cumartesi günü TRT'de yayınlanan Nejat Çetinok'un "Sizin Seçtikleriniz" adlı radyo programında dinlediği bir şarkı ile birlikte dünyası değişecektir. Yeşim, dinlediği anda bu şarkının hislerine tercüman olduğunu keşfeder. Şarkıyı söyleyen ses sanki yıllardır içinde bir yerlerde saklanan kendi sesidir. Sezen Aksu'dur şarkıcı.

"Ağabeyim devrime inanıyor, ben aşka inanıyorum. Devrime inanmak sanki her yanı kaplamış bir moda gibi. Devrime inanmak ve devrim için çalışmak en onur duyulası şey. Aşka inanmaya veya aşk üzerine düşünmeye kimsenin vakti yok sanki. Bense aşkın nasıl bir şey olduğunu, aşkı yaşamanın ne demek olduğunu yaşayarak anlamaya çalışıyorum. Sezen'in şarkıları ile karşılaştıktan sonra aşk şarkılarına da inanmaya başlıyorum.” Mert Özmen'in ikinci romanı "Sezen Aksu Şarkılarıyla Büyüyen Kız Çocuğu"nun (İstiklal Kitabevi) anahtar cümleleri sanıyorum bunlar. Özmen, devrime inanan ağabeyle, aşka inanan kız kardeşin hikayeleriyle 70'lerin ikinci çeyreğinde başlayan toplumsal hareketlerin 80'lere doğru hızla tırmanması ve ardından gelen askeri darbe ile noktalanmasını romanlaştırıyor.

Yeşim, kendisini terk edip bir başka kızın peşine düşen sonra da pişman oldum diye geri dönen ilk sevgilisine Sezen Aksu'nun bir şarkısı ile cevap veriyor, hem de aynı radyo programına dinleyici isteği yaparak. "Kusura bakma iş işten geçti / Olamayız artık eskisi gibi" diyor. Aynı programda aynı şarkıyı aynı kişi için isteyen bir kişi daha vardır; Filiz. Filiz, sevgilisinin Yeşim'i onun için terk ettiği kızdır. Yeşim'in samimi olmadığı bir okul arkadaşıdır. Yaşanan olay ve Sezen Aksu sevgisi iki genç kızın ömür boyu sürecek dostluklarının vesilesi olur. Filiz, Yeşim'i etkiler. Yeşim de onun gibi kitap okumaya başlar. Selim İleri’yi, Edip Cansever'i keşfeder. Onlarda da kendine dair şeyler bulur.

Filiz'in Yeşim'in ağabeyi ile tanışması ile olaylar gelişmeye başlar. Kendini devrime adamış olan ve gözü başka bir şey görmeyen ağabey bu akıllı, bilgili ve çekici kıza ilgi duyar. Filiz de onu karşılıksız bırakmaz. Bu ilişki iki kardeşi yakınlaştırır. Birbirinden kopuk iki dünya biraraya gelir, birbirini anlamaya çalışırlar.

1976'da Filiz ve Yeşim liseyi bitirir. Filiz konservatuara, Yeşim, üniversite sınavında ilk tercihi olan İstanbul Sinema Televizyon Yüksek Enstitüsü'ne girer. Yeşim, niye sinema bölümünü tercih etmiştir anlayamayız. Esas anlayamadığımız, güzel sanatlar akademisinin bir bölümü olduğu için yetenek sınavıyla öğrenci alan bu okula Yeşim'in nasıl üniversite giriş sınavı ile girdiğidir.

O sırada bir gece arkadaşlarıyla duvara devrimci sloganlar yazarken yakalanan Yeşim'in ağabeyi anne babasına "ben artık hayatıma bir devrimci olarak devam etmeye karar verdim" diyecektir. Aile bağı, kardeş sevgisi ne kadar ilgisiz kalmaya çalışsa da Yeşim'i de olayların içine, en azından kıyısına çekecek ve bir gözlemci gibi devrimci mücadelenin gelişmesini biz okurlara aktaracaktır.

Filiz'in amatör tiyatro çalışmalarına katılan Yeşim, tiyatronun çapkın yönetmeninde izini sürdüğü aşkı nihayet bulduğunu zannederken bize o günlerin tiyatro ortamını da anlatır. Brecht'in Cesaret Ana ve Çocukları oyununu oynayacaklardır. Filiz başrole seçilmiştir, Yeşim de aşık olduğu yönetmen Kemal'in asistanı olmuştur.

Bu arada devrimci usulü bir aşk yaşayıp, ele ele bile tutuşmayan Filiz hamile kalıvermiştir. Yeni yıla birlikte girmeye ve hamilelik haberine ağabeye yılbaşı yemeğinde vermeye karar verirler. Yeşim bu arada turnede olan sevgilisi Kemal'i arar. "Yeni yılın ilk gününe Kemal'i arayarak başlamıştım" der. Kemal ona telefonda evlilik teklif eder. Yeşim bu teklifle coşar, "Yeni yıl hepimiz için çok güzel geçebilirdi, akşam yemekte ağabeyim de Filiz'in hamileliğini sevinçle karşılayabilir"di diye düşünür. Anlaşılan Yeşimler yılbaşını farklı bir anlayışla 31 Aralık gecesi değil de 1 Ocak'ta kutlamaktadır.

Ağabey, Filiz'in hamile olduğunu öğrendiğinde o zamanki devrimcilerin yapması gerektiği gibi hemen evlenmeye, bir aile kurmaya karar verir. Teoride aile müessesi zararlı, hatta yıkılması gereken bir kurum olsa da pratikte geleneklere bağlı olan devrimcilerin tercihi evlilik öncesi aşk yaşamamak, cinsel ilişkiye girmemek, bunlara rağmen çocuk yapmak gibi bir kazaya uğrarlarsa da evlenmektir. Türkiye toplumu devrimcilerin örf ve adetlere böylesine bağlı olduklarını kavrayabilselerdi acaba sonuç farklı olur muydu? Yazık ki o zamanki devrimci hareket insan ilişkilerine nasıl baktığını topluma anlatamadı. Toplum da onları namus kavramı olmayan, örf ve adetlere karşı kişiler sandılar. Oysa gerçek, Mert Özmen'in de çok iyi yansıttığı gibi tam tersiydi.

Yeşim bu arada, büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Kendisine evlenme teklif etmiş olan sevgilisini bir kadınla sevişirken yakalar. Onu teskin eden yine Sezen Aksu şarkıları olacaktır.

Yeşim, doğmak üzere olan yeğeninin, ki kız olursa Sezen adını alması için her şeyi yapacaktır, bakımına destek olmak üzere "yarı zamanlı" (yarım günlük olsa gerek) bir iş aramaya karar verir. Gazetedeki bir ilana gençlik cesaretiyle başvurur ve bir yayınevinde düzeltmen olur. Böylece 70'li yılların idealist bir yayıncısı ile, Doğan Beyle tanışırız. Doğan bey, onu "bilge bir eşitlikle, akıl, bilgi ve kalp ışığının birleştiği bir aydınlığa doğru götürür". İktidar, otorite, eşitsizlik üzerine düşünmeye başlar Yeşim. Gerçek anlamıyla aydınlanır. Hayatta sadece aşk olmadığını, dostlukların da aynı şekilde önemli olduğunu öğrenir.

1977'nin Mayıs'ı olmuştur. 1 Mayıs kutlanacaktır. Yeşim'in ağabeyi "ilk defa kitlesel bir İşçi Bayramı kutlanacağını" söyler onlara. Anlaşılan bir önceki yıl yapılan kitlesel kutlamaları önemsememektedir. Yeşim ve ailesi kültürlü insanlar olmalarına rağmen hiç gazete okumadıklarından olsa gerek 1 Mayıs eyleminin nasıl olaylara gebe olduğunu bilmemektedirler ve ancak akşam haberlerde olaylar çıktığını, çok sayıda ölen olduğunu duyunca endişelenirler. Aile o zamanlar bir çok ailenin yaptığı gibi oğulları hayatta mı diye meraklanır, tüm olanaklarıyla bilgi almaya çalışır ve gözaltında olduğunu öğrenince rahatlar. Çünkü sorun hayatta kalmaktır. Tüm toplumu bu duygu kapılmıştır. Her gün onlarca genç öldürülürken başka türlü hissetmek de mümkün değildir. Çocuğunuzun ölmeyip de gözaltına alınmış olmasına, içeride başına neler gelir diye düşünmeden sevinebiliyordunuz. Çünkü ölüm her yanınızdaydı. Etliye sütlüye karışmasanız da gelip sizi bulabilirdi. Yayıncı Doğan Beyin de başına gelen bu oluyor, iki ateş arasında kalıp ölüyor.

Yeşim'in sinema okuması nihayet işe yarıyor ve Yeşilçam'la tanışıyor. Okullu sinemacılıktan alaylı sinemacılığa terfi ediyor. Yönetmen yardımcısı Salih'in asistanı oluyor. Ve Yeşim aradığı aşkı Salih'te bulduğunu hissediyor. Çünkü Salih'in "Gözlerinde aşk vardı"r. Salih'in sinema aşkıdır Yeşim'e çekici gelen. Salih'in senaryosunu yazdığı madencileri konu alan filmin çekim ekibine katılır. Zonguldak'ın bir kasabasına gider.

Ülkenin üzerindeki karanlık iyice hissedilmeye başlamıştır. Her yerden cinayet haberleri gelmektedir. 16 Mart, Kahramanmaraş olayları…Ve bir sabah darbe ile uyanırlar. Askerler yönetime el koymuştur. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ağabeyin evi basılır, Filiz ve küçük Sezen gözaltına alınır, Salih “Barış Derneği Davası’ndan gözaltına alınır, sonra bunalıma girer. Kaçak ağabey sonunda yakalanır ve televizyonda bir örgüt lideri olarak tanıtılır… Aile yine rahatlar. Anne büyük bir değişim yaşar, oğlunun siyasi mücadelesine duyarlı hale gelir, artık hapishane kapılarında bekleyen tutuklu yakınlarından olmuştur.

Neyse ki umutlar bitmez. Yeşim, bir tesadüfle yıllar önce tanıdığı Kerem beyle karşılaşır. Yeni kurulan bir yayınevi projesine dahil olur. O karanlık günlerde aydınların, düşünürlerin, yazarların sığındığı bir limandır orası ve bize şiddetle Yazko'yu hatırlatır. Haftalık sanat ve kültür gazeteleri, dergiler yayınlanır. Yıl 1982'dir. Askeri yönetimin anayasası oylanacaktır. Kimsenin hayır oyu vermemesi istenmektedir. Zarflar şeffaftır. Ve Yeşim göstere göstere mavi hayır oyunu atar. Değişmiş, bilinçlenmiş, hayatı öğrenmiş ve gerçek aşkı bulmuştur. Artık Sezen Aksu da "Gülümse, hadi gülümse / Bulutlar gitsin / Yoksa ben nasıl yenilenirim / Hadi gülümse" demektedir.

"Sezen Aksu Şarkılarıyla Büyüyen Kız Çocuğu", klasik roman yapısında, doğrusal bir anlatımla, olayların ve kahramanlarının ruh hallerinin fazlaca derinine inmeden, edebiyat yapmadan 78 Kuşağı’nın yaşadıklarına hızlıca bir bakış atmış. Aşkın peşindeki bir genç kızın gözünden, Sezen Aksu şarkılarını vesile ederek o dönemleri yaşamış olanlara "kaybolan yıllarını" tekrar hatırlatmış, bilmeyenler için de doğru bir panorama çizmiş. Sezen Aksu, bu romanı okuduysa, böylesine sevildiği ve şarkıları yaşam rehberi yapıldığı için gururlanmıştır, diye düşünüyorum.

Yorumlar