SAFRAN SARI

"Safran Sarı'ya başlarken çağının tanığı olmayı önemseyen bir yazarın yaşadığı yıllara ilişkin izlenim ve duygularının birçok bakımdan ciddi bir bütünlük oluşturduğunu gördüm" diye yazıyor İnci Aral. Bu yazı Safran Sarı'nın (Merkez Kitaplar) girişinde. İlk sayfada. "Çağının tanığı olmayı önemseyen" bir yazar olduğu bilgisiyle koşullandırıyor bizi İnci Aral. Bu romanı bu bilgiyle okuyun diyor. Arka kapakta da Safran Sarı'nın "Geleceksizlik üzerine kurduğu" bildiriliyor. "2000'li yılların başında, yaşanmakta olan toplumsal, ekonomik ve kültürel çalkantılardan etkilenen insarlar(ın), savruluşlarını ve belirsizleşmiş geleceğini sorguluyor"muş. "Safran Sarı; para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve umutlarından uzaklaşan, sayıları gitgide artan otuzlu yaşlarında bir kesimin önce sevgiyi, sonra geleceğe olan inancını, en sonunda ruhunu kaybedişinin serüveni…" Girişteki ve arka kapaktaki tüm bu cümleler "tezli" bir roman okuyacağımız bilgisini veriyor. Biz de, ister istemez çizilen bu doğrultuda okuyoruz kitabı. Bakalım İnci Aral, "geleceksizlik" tezini nasıl anlatmış diye dikkat kesiliyoruz.

Safran Sarı, İnci Aral'ın Yeni Yalan Zamanlar üçlemesinin son kitabı. 1994'de yayınlanan Yeni Yalan Zamanlar ve 2003'te yayınlanan Mor'u tamamlayan bir roman. Safran Sarı'nın üç kahramanı var; "Genç yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı, eski eser kaçakçısı bir kadın ve üniversite mezunu bir telekız". Romanın arka kapak yazısı bu üç kişinin yollarının kesişeceğini de bildiriyor.

Genç yaşta yükselmiş yatırım uzmanı Volkan'la eski eser kaçakçısı Melike Eda'nın yolları daha romanın başında kesişiyor. Birbirine tıpa tıp benzeyen valizlerini karıştırıyorlar. Volkan, Melike'nin valizini alıyor. Sonra da valizleri değiştirmek amacıyla buluşuyorlar. Birisi otuzlarının sonunda, yakışıklı ve varlıklı bir adam, diğeri yine otuzlarında kendine ait bir işi olan genç ve güzel bir kadın. Yalnızlar, yeni ilişkilere açıklar. İkisi de gençliklerinin ellerinden kayıp gittiğinin farkında. Evlenmek, çocuk sahibi olmak düşüncesi kafalarına yer etmiş. Artık karşı cinse o düşünceyle de bakıyorlar. Ama esas olarak cinsel açlıklarını doyurmak istiyorlar. İnci Aral, bize kahramanlarını tanıtırken "bol para, her türlü zevk, renkli hayatlar, kirlenen çürüyen değerler, tatminsizlik, sömürü düzeni ve yozlaşan cinsellikten" oluşan dünyalarını da betimliyor. İkisi de paraya ve güce kolayca ulaşmış. Özellikle Volkan bu durumunu hazmetme zorluğu çekiyor. Bulunduğu konumdan rahatsız. Çünkü duygusal bir yanı var. Okuyor, düşünüyor. Onun öğretmen bir annenin yalnız büyümüş oğlu olduğunu öğreniyoruz. Dışarıdan bakınca tüm gençlerin idealize edebilecekleri bir tip. Çalışkan bir öğrenci olmuş, iyi okullarda okumuş, iyi bir işe girmiş, çok çalışmış, başarılı olmuş, basamakları hızla tırmanmış. Boğaz manzaralı bir evi, özel şoförlü arabası var. Çok kazanıyor, çok harcayabiliyor. Melike önemli bir eski eser kaçakçısı olan dayısının kuryeliğinin yanında takı tasarımı yapıyor, kendi dükkanı var.

Üçüncü kahraman "üniversite mezunu telekız" ise oldukça sıradışı bir kişilik. Eylem, eski adıyla Mutena, bir yaşam savaşı veriyor. "İnsanın kendi geleceğini hazırlayıp kurabileceğine inanmış." Okuyup başarılı olmak için ailesini terk etmiş, başörtüsünü çıkartıp atmış. Güzel, akıllı ve henüz 23 yaşında. Edebiyatla ilgileniyor, şiirler, denemeler yazıyor. Genç insanların nasıl umutsuz ve geleceksiz olduklarının farkında. Ama hayat ona Volkan'a verdiği şansı vermiyor. O da ayakta kalmak için güzelliğini, dişiliğini kullanıyor. İlk patronu Seyit'in cinsel ilgisini karşılıksız bırakmıyor ve bu sayede başını sokacağı bir evi, maddi desteği oluyor, onun yardımıyla iyi bir şirkette iş buluyor. Ankara'dan İstanbul'a taşındıktan sonra işinden atılınca da pek fazla direnmiyor. "Her şey olması gerektiği gibi oluyor." Gördüğü bir ilana başvurup telekız oluyor. Eylem'in “iş hayatı”ndaki değişim, bu kadar kolay boyun eğmesi, yazarın düşüncelerini aktardığı kahramanla uyuşmuyor. O düşünce yapısındaki birinin böylesine kolay ve çabuk telekız olabilmesinin daha ayrıntılı gerekçelendirilmesi gerekirdi. Eylem'in yaşadığı paradoksu kavrayamıyoruz.

Volkan, Eylem'le internette bir blogda yayınladığı "Gelecek" başlıklı, Sarı Benek imzalı yazısı ile tanışıyor. Onun geleceksizlik konuşundaki düşüncelerinden etkileniyor. Onun gibi yürekli olması gerektiğini düşünüyor ve "Yağlı bir yağdanlık olmak yerine yarından tezi yok özgür kalabilir"im diyor. İşinden ayrılmayı düşünmeye başlıyor. Çünkü, "hayattan isteyebileceği hiçbir şey kalmadığına", "belirsiz bir geleceğe doğru aceleye koşmakta olduğuna", "başkalarının izin verdiği gibi yaşamayı kabullendiğine" inanıyor. "Uğruna çaba sarf edebileceği bir düşü kalmadığını" fark ediyor.

Volkan'ın durumunun farkına varmasını sınıf atlamayı içine sindirememiş olmasına bağlayabiliriz. Ama romanın tezini tam anlamıyla simgeleyen bir tip olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü paraya ve güce ulaştığı için mi rahatsız, yoksa sınıf atladığı için mi, tartışmalı. O kadar duygusal olmasa kendi şirketini kurmak, patron olmak gibi yeni hedefler seçebilir. Volkan'ın sıkıntısını kavramamamızda iş hayatının ayrıntılarına girilmemesinin de payı var kuşkusuz. Nasıl bir iş ve ilişkiler ağı onu bırakıp gitme noktasına getiriyor, anlayamıyoruz. Çünkü yazar, gazetelerde okuduğumuz bilgilerin ötesine gitmiyor, onların dünyasının ayrıntılarını bize vermiyor.

Volkan'ın patronu Harun, romanın tezini yansıtmaya daha uygun. Para döviz piyasalarında çekirdekten yetişmiş, sokak esnafı gibi de iş adamı gibi de davranmayı bilen, genç yaşta finans sektörünün en önemli figürlerinden biri halini almış, devletle iş yapan yabancı yatırımcılara aracılık eden biri. "Bol para, her türlü zevk, renkli hayatlar, kirlenen çürüyen değerler, tatminsizlik, sömürü düzeni ve yozlaşan cinsellikten" oluşan bir hayatı var. Ama yazar kahraman olarak onu değil Volkan'ı seçmiş. Bu tercih yapılınca da 2000'li yılların toplumsal ekonomik çalkantıları bir dekor halini alıyor, kahramanların varoluş sorunları öne çıkıyor. Harun, Aysevim, Hayali esas kahramanlar olsaydı çürüyen değerleri, yozlaşan ilişkileri daha iyi kavrardık gibime geliyor.

İnci Aral, anlatımı kuvvetli, teknik olarak bir romanın gerektirdiği yapıya saygı gösteren bir yazar. Anlatımında edebi tad var. Olayları ve kahramanlarını ince ince işliyor, romanı olgunlaştırıyor, kaçınılmaz sona doğru geliştiriyor. Yazarlığının 30. Yılında olan bir yazar için bu nitelikleri normal karşılamamız gerekiyor. Ne de olsa Safran Sarı yedinci romanı. O nedenle bazı bölümlerin ve karakterlerin daha özenle işlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Eylem'in telekız olarak çalıştığı randevuevi pek inandırıcı değil. Sanki meşhur "Gündüz Güzeli" filminin İstanbul'da yeniden yaratılması gibi. Türkiye'de bir telekız o kadar ideal koşullarda çalışabilir mi? Hele, telekızlığı bırakıp bir müşterinin metresi olmaya karar verdiğinde patronları onu öyle kolay bırakırlar mı?

Kahramanların yollarının keşişmesinde de tesadüfler oldukça ağırlıklı. Eylem'in telekız olarak çalıştığı randevu evinin sahibi Melike'nin kuzeni Aysevim. Eylem'in müşterisi olduktan sonra ona vurulup metresi yapmaya karar veren müşteri Volkan'ın patronu Harun…

Volkan'ın hayatını düzene sokmak için sonlara doğru romana katılan Yasemin tiplemesi ise yapıştırma duruyor. Sanki yazar, finale varırken biraz acele etmiş gibi. Yasemin, çok daha önce romana girebilir, karakter olarak daha sahicileşebilirdi. Yazar, Safran Sarı'nın bir üçlemenin son kitabı olduğunu vurgulamak için iki yerde (sayfa 178 ve sayfa 234) önceki romanlara göndermeler yapmış. Bu göndermeler de romanın doğal akışında gelişmediği için yapıştırma kalıyorlar. Olmasalar bir şey fark etmeyecek. Sanıyorum yazar, önceki romanları okumamış olanlar için birer yem atıyor. Meraklansınlar, diğer romanları da okusunlar diye.

Çağımızın üretim ilişkilerinin insanları "geleceksiz" bir hale getirdiği görüşü marksist bir tez. Doğru da… Kapitalizm insani tüm değerleri hızla tüketiyor, insanları sahte amaç ve hedeflere yönlendiriyor. Onun çarklarına takılanlar bir süre kullanılıp sonra atılmaya mahkum. Marksizm bu durum tespitini yapmakla kalmıyor, çözümü de öneriyor, ama İnci Aral, durum tespiti yapmakla yetiniyor. Safran Sarı'nın kahramanları bir şekilde o yapı içinde ayakta kalmayı, parçası olmayı, onunla uyuşmayı başarıyorlar. Sonuç olarak İnci Aral, geleceksizliği anlattım dese de üç kahraman da kendilerince birer gelecek kuruyorlar.

Yorumlar