EBRU, KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK ÜZERİNE YANSIMALAR

"Ebruya uzaktan bakarsanız, renkler karışmış gibi görünür ama yakınına gittiğinizde hiçbir zaman renklerin birbirinin içine girmediğini görürsünüz. Birbirlerine dokunurlar, birbirlerine bir şeyler verirler ama kendi karakterlerini de korurlar. Ebru, böyle bir şeydir. O yüzden Ebru'nun Türkiye için doğru bir metafor olduğunu düşünüyorum" diyor Atilla Durak projesine Ebru adını vermesini açıklarken.

Sivas Katliamı birçoklarımız için olduğu gibi fotoğraf sanatçısı Atilla Durak için de dönüm noktası olmuş. "1993 yılında bir temmuz akşamı televizyonda haberleri dinlerken Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a gitmiş olan sanatçı ve aydınların kaldıkları Madımak Oteli’nin bir grup tarafından kuşatıldığını ve katılımcıların bir kısmının yakılarak öldürüldüklerini duydum. Haber spikerinin duru ve duygudan arındırılmış bir sesle tek tek saydığı otuz yedi adın her biri beni derinden sarstı" diyor. Türkiye'deki kültürel çeşitliliği fotoğraflara yansıtmaya karar vermiş. "Kimdi şu “Türkiye Türklerindir” sloganındaki Türkler?" sorusunun cevabının peşine düşmüş dağ bayır dememiş nerede bir Türk varsa bulmaya fotoğraflamaya çalışmış. Tahtacı Alevi, Hemşinli, Kürt, Yörük, Kırgız, Laz, Roman, Alevi Türk, Yezidi, Arnavut, Çepni, Amuca, Boşnak, Rumca konuşan Müslüman, Süryani, Rum, Özbek, Yahudi, Gürcü, Arap, Nusayri… Peter Alfred Andrews'in "Türkiye'de Etnik Gruplar" kitabında anlattığı 72 milletin temsilcilerini bulmuş. Yıllar süren yolculukları boyunca onları fotoğraflamış, önce bir sergi olarak sonra da kitap boyutunda okurlara sunmuş.

Ebru Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansılamalar (Metis yay) sadece bir fotoğraf albümü değil. Aynı zamanda Türkiye'deki kültürel çeşitlilik üzerine düşünenlerin yazılarını da biraraya getiriyor. Kitap John Berger'in "Yüz Dediğimiz..." başlıklı önsözü ile başlıyor. Berger, "herşey bütün farklılıkları ve benzerlikleri içinde ebediyen varolur ve varoluşları kutlanmalıdır" diyor Ebru'yu selamlarken. Ama esas üzerinde durulması gereken makale, kitabı yayına hazırlayan Ayşe Gül Altınay'ın Sudaki Yansımalar'ı. Altınay, "'Kültür' ve 'kimlik'leri hapsetmeden, fosilleştirmeden kültürel çeşitliliği tartışmanın yollarını bulabilir miyiz?" sorusuna cevap arıyor. "Ulus ve etnisite", "Kültür ve kimlik", "Çokkültürcülük" gibi kavramları tartışıyor. Ebru çalışmasının odak noktasının Türkiye'deki kültürel çeşitlilik olduğunu ama anlatmak istediğinin bununla sınırlı olmadığını, "bütün kimliklerin ve kültürlerin melez olduklarını", "kültürel çeşitliliğin her yerde ebruli olarak düşünülebileceği"ni de söylediğini belirtiyor. Gerçekten de Ebru'daki fotoğraflara baktığınızda azınlıkların oluşturduğu bir görünüm kafanızda canlanmıyor, onların bir bütünün parçaları, Türkiye'nin oluşturucuları olduklarını kavrıyorsunuz. Zaten bunu vurgulamak için olsa gerek, fotoğrafların diziliş mantığında da benzerlik/ortaklık vurgusu hissediliyor. Örneğin, farklı kimlikte olsalar da tüm analar hemen hemen aynı yöntemlerle ekmek pişiriyor, çocuklar benzer oyunları oynuyor, düğünlerin çoğunda silah atılıyor. Alışkanlıklar, gelenekler, giyimler kuşamlar bir yerde birleşiyor, benzeşiyor. Karşılıklı bir etkileşim söz konusu. Kimlikler korunuyor ama alış verişe de kapalı değil. Melezlik durumuna "Melez yaşamlar, giydirilmiş kimlikler" başlıklı yazısında Fethniye Çetin de değiniyor. Oyunlarımız, danslarımız, mutfaklarımız, türkülerimiz, giysilerimiz, espirilerimiz melez diyor. "Aynı masalları anlatıp aynı esprilere gülmüyor muyuz? Bu toprakların neresinde yaşarsak yaşayalım, her birimiz melez yaşamlar sürdürmüyor muyuz? Yaşayan ve doğal olan bu değil mi?" diye soruyor. Musa Dağdeviren'in yazısının başlığı da aynı mesajı veriyor; "Yemeğin milliyeti olur mu?". Nebahat Akkoç'un "Neden bizim köyümüz yok?"u da Atilla Durak'ın Ebru projesindeki bakış açısını doğrulayan yazılardan. Akkoç, Alevi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, sünni bir aileye evlatlık verilmiş bir çocuk olan annesine, "neden bizim köyümüz yok, neden bizim hiç ailemiz yok?" sorularını sormasını anlatıyor. Bağlanma, yerleşikleşme, kök sahibi olma arzusunu… "Yaşarken yeri yurdu olmayan insanların öldükten sonra bir karış toprağı oluyor" diyor.

Kitabın en etkileyici yazılarından, hikayelerinden biri Ara Güler imzasını taşıyor. "Babamın Öyküsü"nde Ara Güler, babasını doğduğu yere, memleketi Şebinkarahisar'a götürmesini anlatıyor. Babası altı yaşındayken Şebinkarahisar'ın Yaycı köyünden ayrılmış, İstanbul'a okula gönderilmiş. Ve yetmiş yıl sonra baba oğul köye gitmişler. Baba, köyünü görmüş, gezmiş, suyunu ayranını içmiş, hatta çocukluğundaki gibi atlar dönerken dövende oturmuş ağırlık yapmış ama bir şeyi unutmuş, köyünün dut kurusunu, pestilini almayı. Ve bir gün köylüleri ellerinde büyükçe bir tahta kutu ile gelmişler. Yazık ki o gün Dacat Bey'in ölüm günüymüş, babasını köyünün kuru yemişleri ile gömmüş Ara Güler.

Ebru'nun fikri yapısını temellendiren yazılardan biri de Murat Belge'nin "Mozaik ve eritme potası" adlı makalesi. Belge, bir çok kültürden insanların birarada yaşaması için kullanılan terimlerden "mozaik" ve "eritme potası" üzerinde duruyor. Mozaikte değişik ögeleri yanyana dizmek, yani kendi başlarına değişmeden durmak söz konusu. Eritme potası ise değişik ögelerin kaynayan bir kazanın içine atılarak "kendilerini de içeren ama kendilerinden başka bir şey olan bütünün parçaları olması". Osmanlı İmparatorluğu bir mozaikse, Amerika Birleşik Devletleri bir eritme potası. Ama zamanla eritme potası mozaiğe, mozaik eritme potasına dönüşebiliyor. Türkiye Cumhuriyeti de bir eritme potası sayılabilir. "Türkiye'de kendini Türk olarak tanımlayan pek çok kişinin soyağacında Türk olmayanlar bulunur, ama çok sözü edilmez; çevresine göre, bazen hiç edilmez. Öte yandan, bilinmeyenlerin, büsbütün unutulanların çok daha yoğun olacağı da açıktır. Bu tür karışımlar insanların en çok unutmak isteyip en çabuk unuttukları olgulardır" diyor Belge. Son noktayı da şöyle koyuyor; "Öyle sanıyorum ki önümüzdeki döneme, fusion yani “karışma” ve “kaynaşma" mantığı damgasını vuracaktır."

Atilla Durak'ın Ebru projesi, fotoğraflarıyla, yazılarıyla onları tamamlayan ortak kültürümüzü oluşturan türküler ve şarkılardan oluşan müzik albümü ile Türkiye sınırları içinde nasıl bir zenginlik yaşadığımızı somut olarak gösteriyor, örnekliyor. Ayrı kimliklerimizin olduğu kadar birlikteliklerinizin, ortak noktalarımızın da altını çiziyor, gösteriyor, belgeliyor. Çok kültürlü, çok renkli bu ülkeyi oluşturan insanların, toplumların dostlukla, barışla birarada yaşaması gerektiğinin, bu durumu sağlayabildiğimizde tüm toplumun huzur içinde olacağını düşündürüyor.

Yorumlar