Kayıp Söz

Oya Baydar yeni romanı Kayıp Söz'de (Can yay) Doğu'da ve Batı'da, Dünyada hemen her yerde hüküm süren şiddeti anlatıyor. Romanın kahramanları 68 kuşağından, devrim umudunu, özgürlük umudunu birlikte yaşamış bir çift, Ömer ve Elif. Ömer, zamanla konum değiştirmiş, eski politik düşüncelerinden caymış, hatta kendi deyimiyle karşı tarafa geçmiş çok satan romanlara imza atmış bir yazar. Çok okundukça, ünlendikçe kendi özünden kopmuş, okurun hoşuna giden cilalı, boş cümlelerle, klişelerle piyasa beğenisine uygun romanlar yazmış ve sözün bittiği noktaya kadar gelmiş. Artık yazamıyor, belleğindeki, anılarındaki konuları da, okuru çeken hoş cümlelerini de tüketmiş. Yeni romanına başlayacak sözün, o ilk cümlenin peşinde Doğu'ya gidiyor. Ömer'in Doğu yolculuğu, Ankara otogarında maganda kurşunu ile yaralanıp karnındaki çocuğu kaybeden Zelal'i ve Mahmut'u görmesi ile başlıyor. Ömer, töre cinayetine kurban gitmemek için kaçan Zelal ve örgütten de devletten de kaçan Mahmut'a insani duygularla yardım ediyor, hastaneye yatırıyor. Onların hali, yaşadıkları, acıları, yitirdiği sözü Doğu'da bulacağını düşündürüyor. Bir otobüse binip Mahmut'un memleketine doğru yola çıkıyor.

Elif, hayatını bilime adamış. Zamanının çoğunu genetik araştırmalarında, fareler üzerinde yaptığı deneylerle ve o deneylerden elde ettiği verileri paylaştığı bilimsel toplantılarda geçiriyor. Danimarka'ya bir toplantıya gidince yitik saydığı oğlunu görmeye karar veriyor. Norveç'te, bir adada yaşıyor oğulları Deniz.

Deniz'le Mahmut benzer konumlardalar. Bir kaç yıl önce, Deniz'in eşi, çocuğunun annesi Ulla Sultanahmet'te lalelerin önünde fotoğraf çektirirken bir intihar saldırısında patlayan bir bomba ile parçalanarak ölmüştür. Bu olaydan sonra iyice hayata küsen Deniz, karısının doğup büyüdüğü adaya çekilmiştir. Ona göre kimsenin kapısını kilitleme gereği duymadığı bu ada belki de huzurun, barışın yaşandığı tek yerdir.

Kayıp Söz, bu iki ana eksen üzerinde gelişiyor, Ömer'in Doğu yolculuğu ve Elif'in Batı yolculuğu. Yitirdiği sözü bulmak amacıyla Doğu'ya giden Ömer Eren orada Türkiye gerçeği ile karşılaşacaktır. Gizli ya da açık süren bir savaş, o savaşın içinde ayakta kalmaya çalışan insanlar… Ömer Eren, eczacı Jiyan aracılığıyla "Kürt sorunu" denen gerçekle yüzleşir. Bu küçük Doğu kentinde sorunun tüm taraflarını tanıma olanağı bulur. Ömer Eren'in Jiyan'la, kentte yaşayanlarla, kaymakamla, komutanla konuşmalarından sorunu ve yaşananları tüm boyutlarıyla görürüz. Objektif bir bakış açısıyla ve herhangi bir tarafı tutmadan sorun anlatılır.

Jiyan, romanın anahtar tiplerinden. Barışçı bir Kürt düşünürü olan kocasını bir kaç yıl önce faili meçhul bir cinayette kaybetmiş. Kocasının ölümünden sonra onun bayrağını devralmış ve sorunun sadece barışçı yöntemlerle çözülebileceği inancıyla çalışmaya başlamış. İki toplumu biraraya getirmek için uğraşıyor, hemen herkes tarafından seviliyor, takdir ediliyor. Tabii bu savaş ve şiddet ortamının sürmesini isteyenlerin de hedefi. Ömer Eren, yitirdiği sözü bulduğu düşüncesiyle Jiyan'a bağlanır, ona âşık olur. Bu aşkla çok satan romanlarındaki gibi bir hava yaratır. Neyse ki Jiyan, bu aşkın süremeyeceğini anlar ve ilişkiye nokta koyar.

Romandaki tüm kahramanların kayıpları vardır. Dünyayı saran şiddet hemen tüm insanların bir şeylerini yitirmesine neden olmuştur. Şiddetten kaçmak olanaksızdır, insanı hemen her yerde gelip bulacaktır. Kuzey'in gözden ırak bir adasında bile olsanız… Karı - koca başarı tutkusuyla, sadece kendileri gibi başarılı bir insan olsun diye uğraştıkları aslında yeterince ilgilenemedikleri, bağ kuramadıkları, zamanla kopup, yitirdikleri oğlu ile aralarındaki duvarları yıkmak, bir sevgi bağı kurmak için gitmiştir adaya Elif. Oysa Deniz, başarılı olmak değil, hiç olmak istemektedir. O bu uzak adada, balık tutarak, garsonluk yaparak, çocuğuna bakarak yaşarken huzurludur. Ama şiddet yine gelir ve onu bulur. Adaya balık şenliğine gelen neo naziler Deniz'in karısının ailesi ile yaşadığı pansiyonu yakarlar. Şans eseri canlarına zarar gelmez ama Deniz, şiddetten hiçbir yerde kaçamayacağını anlar.

Kimsenin ölmediği, canının yanmadığı, ağlamadığı, acıklı olmayan bir kaçış hikâyesi yoktur. Zelal ile Mahmut'un hikâyeleri de benzer biçimde gelişir. Zelal tarlada çalışırken, silahlı bir grubun toplu tecavüzüne uğramıştır. Bu tecavüz sonucu hamile kalmış, durum ortaya çıkınca töre cinayetine kurban gitmemek için evden kaçmıştır. Hem örgütten hem de devletten kaçan Mahmut'la bir mağarada karşılaşmış, birbirlerini sevmiş, bağlanmışlardır. O mağarada daha fazla barınamayacaklarını anlayınca büyük bir şehire gidip kalabalığın arasında kaybolmayı, peşlerindekilerden kurtulmaya karar verirler ve Ankara'ya indiklerinde Zelal serseri bir kurşunun kurbanı olur. Ömer Eren'in yardımıyla umutlansalar da önce Zelal'in itirafçı ağabeyi Mesut, sonra da örgütten olduğunu söyleyen birileri onları bulacaktır. Ağabey Mesut, öldürmek için saldırır, yanlışlıkla Zelal yerine bir başka hastayı öldürür. Örgütten geldiğini söyleyen kişi ise, Mahmut'a canlarını bağışlamanın karşılığı olarak bir bombalama eylemini gerçekleştirmesini teklif eder.

Oya Baydar, sözünü yitirmemiş yazarlardan. Kayıp Söz'de ustaca kurduğu roman yapısı içinde Ömer'in, Elif'in ve bir kaç bölümde Deniz'in ve Mahmut'un bakış açılarından hayatımızı belirleyen şiddeti sorguluyor. Barışçı bakış açısıyla her tarafa eşit uzaklıkta ve adil olmaya çalışarak konuyu ele alıyor. Kürt sorunu ekseninde Türkiye'de şiddetin gelişimini gözler önüne seriyor. Roman kahramanları çeşitli vesilelerle ve sık sık konuyu tartışıyorlar. Oya Baydar, barışın her şeyin ilacı olduğunu söylemek istediği için yazmış sanki romanı. Birbirimizi anlamaya çalışmakla başlayacak her şey, diyor. Usta bir yazar olduğu için de sıkı bir olay örgüsü ile anlatmış. Okuru romana bağlayacak, meraklandıracak olaylarla (patlayan bombalar, saldırılar vb.) bezemiş. Sorun sözün uzamasında. Hemen her olayı defalarca tekrarlıyor. Mahmut'un, Zelal'in, Deniz'in yaşadıkları tekrar tekrar anlatılıyor. Sanki uzayan roman içerisinde okurun bu olayları unutmaması isteniyor. Yine tartışılan konular, sorunlar da çeşitli konumlarda tekrarlanıyor. Bir romancı için sözünü yitirmek nasıl bir sorunsa sözün büyüsüne kapılmak da sorundur. Kayıp Söz’de sözün büyüsüne kapılmak tehlikesi hissediliyor. Neyse ki Oya Baydar, yapıya, romanın akışına önem verdiği için ipin ucunu kaçırmıyor, sözün büyüsüne kapılıp anlattığı konuyu unutmuyor, söz ne kadar uzasa da gelip bir yere bağlanıyor.

Yorumlar