UMURSAMAZ UYKUCU

Refik Algan, edebiyatta ikinci baharını yaşıyor. 1978-80 tarihlerinde Yazı, Oluşum gibi dergilerde yayınlanan kısa metin ve yazılarından sonra dergilerde görünmedi, 23 yıl sadece İngilizce'den Türkçeye, Türkçeden İngilizceye yaptığı çevirilerle yetindi. 2003'de dergilerde yayınladığı hikayelerle edebiyata dönüş yaptı ve ilk kitabı Saat Kulesi ile 2006 Sait Faik Hikaye ödülünü kazandı.

Yeni kitabı Umursamaz Uykucu (Yapı Kredi yay), kısa metinler ve hikayelerden oluşuyor. Kitap on iki kısa metinle başlıyor. Kısa metin, kısacık (çok kısa) hikaye denilen çalışmalar yenilik peşindeki bir çok hikayecimizin ilgisini çekiyor. Dergilerde, kitaplarda sık sık örneklerine rastlıyoruz ama okur olarak bu çalışmaların sırrına varabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bu on-on beş cümleden oluşan çalışmalar bana birer hikaye ucu gibi geliyor. Refik Algan'ın kısa metinlerini de okurken aynı duyguyla doldum. Hele, kitabın ikinci bölümünde yer alan hikayeleri okuyunca bu duygum daha da kuvvetlendi. Bu kısa metinlerden yola çıkarak eli her kalem tutan kendince birer hikaye yazabilir ama en iyisini bu kısa metinlerin yazarı kaleme alır.

"Geceleyin bulutlara doğru yükselen o taşın içinde bir ayna, bir şapka, mavi bir kurdele, bir elma, bir güvercin ve bir de mum biçiminde oyuklar açılmıştı. Her akşam şapkasını çıkartır, o gün aldığı kırmızı elmayı parlatır, güvercini eline alır ve cebinden çıkarttığı mumu yaktıktan sonra da bunların her birini teker teker taşın içindeki oyuğa yerleştirirdi. Mavi kurdele ise hep orada dururdu. Havada asılı duran güvercine ve aynaya bir kez daha baktığı da olurdu. Sonunda yukarı çıkar, kutunun içine girdikten sonra, başını yastığa dayar ve üzerine de battaniyesini çekerdi. Uykuya hemen dalardı. Mumu ise hep yanık bırakırdı." Örneğin bu paragraf da bir kısa metin - hikaye sayılabilir. Ama Refik Algan bu kadarla yetinmemiş, devam etmiş, on sayfalık bir hikaye yazmış.

İlk paragrafını alıntıladığım "Umursamaz Uykucu" Rene Magritte'in bir tablosunun adı. Refik Algan, bu tablodan kaynaklanan gerçekle, gerçeküstü arasında salınan bir hikaye yazmış. Bir de “Anatomi Tiyatrosu” kitabın diğer hikayelerinden biraz ayrıksı duruyor. Anatomi Tiyatrosu'nda insanın zaman ve mekan içinde hep akıp gitmek zorunda olduğunu, bu durumun da insanın parça parça bir hayat yaşamasına neden olduğunu söylüyor. Oysa sırrın çözümü bütünlüktedir. Aşka yakın olursan, bir olmanın, bütünlüğün de yolunu bulabilirsin… Refik Algan, bu tarzda hikayeler yazsa "o kapısız kapıdan ve aşkın sonsuz bahçesinden dem vursa", sözü kesmese iyi olacak.

Bir yandan da Refik Algan, belirli bir düzenleri olan, maddi açıdan gelecek kaygısı çekmeyen orta sınıf ailelerin sıradan hayatlarını, aynı dinginlikle anlatıyor. Onların bugünde geçen hikayelerini okurken geçmişlerine dair anları, anı parçalarını da buluyoruz. Bugün her zaman içinde geçmişi taşıyor ve bir olay, bir nesne, bir jest, bir sözcük geçmişi hatırlatıyor. Kitabın sonunda yer alan "Yazmak İstemediğim Hikayeler" üst başlıklı bölümde yer alan acı ve gerçekçi hikayeleri de dikkate değer. Sarsıcı. Sanıyorum, Refik Algan'ın o tip hikayeleri de sürdürmesinde okuyucu açısından yarar var. Bugünlerde bu tür gerçekçi, hayatla iç içe hikayelere ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Yorumlar