Bizim Eleştirmenlerimiz


Fethi Naci'nin Anısına

Fethi Naci'nin ölümünün ardından yazılan yazılarda, verilen demeçlerde anafikir; "Son eleştirmen de öldü" şeklindeydi, Zaten eleştiri olmayan Türk Edebiyatının son eleştirmeni Fethi Naci de ölünce geriye hiç eleştiri kalmamıştı. "Fethi Naci 'Türkiye'de eleştirmen yok' sözünü 'eleştirmen yok' anlamında aldığından, edebiyata yarım yüz yıl boyunca emek verip onca yazı ve kitap üretmiş olmasına rağmen 'yok' sayıldığını düşünerek haklı olarak alınır"mış (Fethi Naci'nin Ardından… Ş. Altınel, Cumhuriyet Kitap, 07.08.08). Anısına yazılan yazıda "eleştirinin olmadığı bir ülkede eleştirmen olmayı becerebilmiş" olmasıyla övüldüğünü okusa ne derdi acaba? "Haydi canım!" mı?

Fethi Naci'yi kaybettiğimiz günlerde yayınlanan Bizim Eleştirmenlerimiz (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları), "Türkiye'de eleştiri/eleştirmen yok!" sözünün galatımeşhur olduğunun son kanıtı. Mehmet Rifat'ın editörlüğünde, 15 yazarın kaleminden çıkan kısa makalelerden oluşan kitapta Tanzimat'tan günümüze ürün vermiş eleştirmenler tanıtılıyor. Edebiyata yaklaşımları, estetik anlayışları, teknikleri, dünya görüşleri, ilkeleri, anlatım özellikleri anlatılıyor, yorumlanıyor.

Bizim Eleştirmenlerimiz, iki ana bölümden oluşuyor; Cumhuriyet Öncesi ve Cumhuriyet Dönemi. Cumhuriyet Öncesi'nde eleştirinin ilk yazıldığı dönem olan Tanzimat'tan başlanmış. 1864'de Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanan Şinasi imzalı "Tezkiretü'ş-Şuara"nın eleştiri sayılabilecek ilk yazı olduğunu yazıyor Kemal Bek. Bu yazı, "bir eserin yanlışları düzeltilirken kullanılacak ölçüyü belirten ilk yazı"ymış. Şinasi'yi Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Ahmet Mithat, Muallim Naci izliyor. Tabii, eleştiri ile polemik karışmaya başlıyor, bel altına vurmalar, işi kişselliğe dökmeler çoğalıyor. "Osmanlı edebiyatında ilk defa metin üzerinden eleştiri örneklerini vermiş olan kişi" Mizancı Murat. Handan İnci'nin yazdığına göre eleştiriyi değerlendirme bilimi olarak nitelendiren Mizancı Murat "sadece eleştiri üzerinde kavram/tür olarak durmamış, kendi edebiyat tanımından yola çıkarak oluşturduğu ölçütlerle metin üzerinden eleştiri örneği de" vermiş. "Üdebamızın Nümune-i İmtisalleri" başlığıyla 1889'da, 18 makale yayınlamış. "Turfanda mı Yoksa Turfa mı?" adlı tek romanını ve "Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu" adlı tiyatro eserini de "edebiyata yüklediği işlevin nasıl gerçekleştirilebileceğini örneklemek için kaleme almış." Tarih 1890.

Handan İnci'ye göre, Türk edebiyatının ilk eleştirmeni Beşir Fuad'dır. Çünkü Beşir Fuad'la birlikte eleştiri türü bir yan uğraş olmaktan çıkarak bağımsızlığını kazanır. Yayınlanan ilk yazısının tarihi 1883. Eleştirel biyografi tarzında ilk türkçe eser olan Victor Hugo'nun yayın tarihi 1885-86.

Türkiye'de eleştirinin varlığı-yokluğu tartışmasında kararsız kalmamızın nedeni sanırım bu "sadece eleştiri türünde kalem oynatan" yazarların sayıca azlığıdır. Eleştirmen yok, diyenler aslında, bu tür sadece "eleştirmen"lerin yokluğundan söz ediyorlar. Nedense şair ya da yazar olarak edebiyat hayatına başlayıp sonra da eleştiri yazmaya başlayanlar eleştirmen sayılmıyor. Oysa, Bizim Eleştirmenlerimiz'e baktığımızda ağırlığın öncelikle şair ve yazar olanlarda olduğu görülüyor. Sadece eleştiri yazanlar çok az. Cumhuriyet öncesinde, Beşir Fuad'dan sonra, yalnızca eleştiriye uğraşan, benim tespit edebildiğim tek isim var; Ahmet Şuayb.

Cumhuriyet Dönemi'nde, üniversitelerin özellikle İstanbul Üniversitesi'nin Türkoloji bölümünün yoğun edebiyat tarihi araştırmaları, incelemeleri üretimi eleştiri alanını hem canlandırıyor, hem de kavram karmaşasına neden oluyor. Bizim Eleştirmenlerimiz'de "İstanbul Türkoloji Çığırı" başlıklı bölümde tanıtılan ve Türkiye'de edebiyat tarihçiliğinin kurucusu Mehmet Fuad Köprülü ile başlayan Tanpınar'la süren Mehmet Kaplan ve İnci Enginün, Zeynep Kerman gibi öğrencileri ile kökleşen bir anlayış bu. Araştırma, incelemeye, edebiyat tarihini oluşturmaya, monografi çalışmalarına önem veriyorlar. Mehmet Kaplan gibi birkaçını ayrı tutarsak yazdıklarına eleştiri demek de pek mümkün görülmüyor. Çağdaş Türk Edebiyatı'nda çalışma sınırları Tanpınar'dan bu yana pek geçmiyor. Bizim Eleştirmenlerimiz'de yer alan makalelerde değinilmemiş ama akademisyenlerin aktif olarak eleştiri eserleri verememesinde, zamanla bir çok Anadolu üniversitesini de etkisi altına alan "İstanbul Türkoloji Çığırı"nın etkisi büyük. Türkoloji'den olsun olmasın, edebiyat tarihi yazanların eleştirmenliğinin tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de edebiyat tarihi yazımı çoğunlukla yazarının görüşleri ile değil, "İstanbul Türkoloji Çığırı"nın etkisiyle ve daha önce yazılmış inceleme ve eleştirilerden alıntılanan görüş ve yorumlarla oluşturuluyor. Edebiyat tarihçilerimiz yorum yapmayı, kendi bakış açılarını yansıtmayı sevmiyorlar.

Akademisyenlerin eleştiri yazmaması kuralını bozanlar daha çok İngiliz Filolojisi kaynaklı olanlar. Mina Urgan'dan başlayarak Berna Moran, Akşit Göktürk, Jale Parla, Murat Belge, Nüket Esen, Nurdan Gürbilek akla gelenler.

Eleştirmen dediğimizde ilk akla gelen ad Nurullah Ataç ama, onun bile eleştirmen mi yoksa denemeci mi olduğunu tartışıyoruz. Çünkü Ataç edebiyat eserleri hakkında "beğendim / beğenmedim" diye sürekli yargılara varmasına, bir dönem Türk edebiyatını yönlendirmesine rağmen, yazılarım "tenkit, critique değil essai'dir" demiş ısrarla. Oysa, Ataç, eleştiri ve denemenin birlikte varolabileceklerinin en tipik örneği olan eserleri vermiş. Gazete yazıları ve denemeleri dışında kitap olarak yayınlanmış hiçbir eseri yok. Ataç, eleştirmen denince ilk akla gelen olmakla kalmıyor, hem öznel eleştirinin, hem de yazma biçimi ile "eleştirel deneme" diye adlandırılacak türün öncüsü oluyor. Memet Fuat, Doğan Hızlan, Mehmet H. Doğan bu türde eser veren yazarlar. Hüseyin Cöntürk ve Asım Bezirci ile "eleştirel deneme"nin hakimiyeti bir nebze kırılıyor. Onlar, nesnel eleştiri yazıyorlar. Yazım biçimi olarak denemeyi tercih etmiyorlar. Fethi Naci'nin çıkışı da onlara benziyor. Eleştiri yazıyor, yazdığının üslubuna önem vermiyor. Fethi Naci'nin de temsilcisi olduğu toplumcu bakışla eleştiri yazanlar arasında Attilâ İlhan, Ahmet Oktay, Özdemir İnce akla gelenlerden. Daha sonraları esere yönelik olarak gelişen, yapı incelemesi, çoğul okuma, göstergebilim gibi eleştiri kuramlarını önemseyen anlayışların gelişmesinde İstanbul filolojili olmayan akademisyenlerin payı büyük. Adnan Benk, Tahsin Yücel, Oğuz Demiralp ilk akla gelenler. Yine akademisyen olan bir başka anlayış da edebiyatla felsefenin kesiştiği yerden bakanlar; Selahattin Hilav, Hilmi Yavuz, Füsun Akatlı…

Eleştiride her zaman şairlerin büyük ağırlığı var. Eser verdikleri türü önemsiyorlar. Onu anlamaya, yorumlamaya çalışıyorlar. Çoğu eleştirel deneme olsa da önemli ürünler veriyorlar. Bugün Türk şiir eleştirisi dendiğinde Ahmet Haşim'den başlayarak, Orhan Veli, Necatigil, Oktay Rifat, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi bir çok şairin adını anmamak mümkün değil.

Fethi Naci'nin ardından söylenen "Son eleştirmen de öldü" cümlesine dönersek. Bizim Eleştirmenlerimiz, bu savın da doğru olmadığını örnekleyecek birçok ismi hatırlamamızı sağlıyor. Orhan Koçak, Hasan Bülent Kahraman, Ömer Türkeş, Necmiye Alpay, Baki Asiltürk, Mehmet Can Doğan halen ürün verenlere eklenecek isimler.

Bizim Eleştirmenlerimiz'de 120 civarında eleştirmen tanıtılıyor. Bu sayıyı kolayca arttırmak mümkün. Benim aklıma ilk anda, Fahir Onger, Muzaffer Erdost, Suat Derviş, Hüsamettin Bozok geldi. Mehmet Rifat, Bizim Eleştirmenlerimiz'in bir ansiklopedi, sözlük ya da tarih çalışması olmadığınıbelirtiyor. Çalışmaya katılan yazarların tercihleri doğrultusunda ama öncelikle kitabı yayınlanmış ya da eleştiri etkinliğini yıllardır sürdüren adların arasından bir seçme yapılmış. "Türk eleştiri tarihinde yer etmiş olanlar doğrudan değerlendirmeye alınmış; yazarların yaşamına dayanarak çalışmalar yapmış olanlar değil de edebiyat metinleri üstünde incelemeler, çözümlemeler, yorumlamalar yapmış, sınıflandırmalar getirmiş eleştirmenlere ağırlık verilmeye özen gösterilmiş."

Ellerine, kalemlerine sağlık!..

Yorumlar