Çukurda

Çukurda

Neşe Cehiz'in son kitabı Çukurda (Everest yay. Nisan 2008) bir hastanenin ortopedi servisinde başlıyor. Kitabın kahramanı Evren Bükülmez, 24 yaşında bir genç kadın. Sağ bacağı kasığına kadar alçıda, ameliyatla dizine metal bir parça takılmış bir durumda yatıyor. Uyandığında karşısında elinde bir demet çiçekle Gökçin vardır. Arkadaşı Fatih, kendisiyle yakından ilgilenmekte, adeta pervane olmaktadır. Murat da elinde koca bir çiçekle gelir. Evren, Murat'tan da Gökçin'den de nefret etmektedir ve de başına gelenlerde Fatih'in payı olduğunu düşünmektedir. Ama bunların nedenlerini açıklamaz.

Evren yattığı yerde bu hale nasıl geldiğini hatırlamaya başlar. Kötü bir gece geçirdikten sonra sabaha karşı Kabataş'ta koşarak karşıya geçiyordur. Bir avukat onu kovalamaktadır. Caddede tramvay yolu inşaatı vardır, bir tahta köprüden geçerken ayağının altındaki tahta gıcırdar, sallanır, düşerken dizinden gelen çatırtıyı duyar. Sonrasında hastanede yatakta uyanır.

Evren'in çukura düşüşüne kadar yaşadıklarını hastane yatağından geriye doğru giderek öğreniriz, yani sondan başa doğru giderek. Her bölümde bir adım daha geriye doğru gider roman. Olaylar çözüldükçe de hasta yatağının başındaki kişilerin Evren'in hayatındaki yerlerini ve bacağını kırmasındaki rollerini öğreniriz. Önce o avukatın niçin kendisini kovaladığını anlatıyor Evren. Gece yarısından sonra Beyoğlu'nda enlektüellerin nöbetçi barı Melek'te yaşadığı can sıkıcı olaylardan sonra sokağa fırlamıştır. Kazancı Yokuşu'ndan inerken evine gitmekten vazgeçer, yokuşun alt ucundaki Fındıklı Parkı'na gitmeye karar verir. Parkta oyalanmayı beceremez. Her zaman sığındığı bir arkadaşında kalmaya karar verir ama geceyarısı açtığı telefona çıkan arkadaşı Onur'un annesinden kabul görmez. Duvar dibindeki kulübeyi fark eder, küçük bir çayhanedir orası ve eski mesleği avukatlık olan biri işletmektedir. Evren sürekli andığı Özgür'ün buradan söz ettiğini, sahibinin iyi biri olduğunu anlattığını hatırlar. Çay içerken avukatla sohbet eder. Avukatın verdiği battaniyeye sarılıp yatar. Saçını bir elin okşadığını hissederek uyanır. Gözünü açtığında avukatın üzerine eğilmiş yüzünü görür. Yerinden fırlayıp koşmaya başlar, avukat da yanlış anlaşıldığını düşündüğünden derdini anlatmak arzusuyla peşine düşer. Bu koşunun sonucunda Evren gözlerini hastanede açacaktır.

Sonraki bölümde Evren'in gece yarısı Melek'te neler yaşadığını, niye oradan fırlayıp kendini sokağa attığını okuruz. Cumartesi gecesini erkek arkadaşıyla değil iş arkadaşı Fatih'le geçirmektedir. Melek'e gelene kadar bir yerlerde içmişlerdir ama Evren'in bir türlü keyfi yerine gelmemiştir. Kalabalık, gürültülü, bol dumanlı, müzikli bir yerdir Melek. Beyoğlu'nda gece yarısından sonra barlarda neler yaşandığının küçük bir örneğini okuruz. Bar, Evren'in hoşuna gider, çevreyi izlemeye başlar ve kendini çok kızdıracak görüntüyle karşılaşır. Saçlarının yarısı pembe, çenesiyle dudağı arasında "pirsink"li bir kızla bir bakışta tanır gibi olduğu bir erkek öpüşmektedir. Dikkatle bakınca erkeği de tanır; hastaneye elinde çiçekle gelen Murat'tır.

Neşe Cehiz, bu geriye doğru gitme işini iyi kurgulamış. Her bölümde eksik bir şeyler kalıyor. Olaylar ve insanların olaylardaki rolü tam anlatılmıyor ya da neden olduğu merak yaratacak bazı konuların ucunu açık bırakıyor. Böylelikle sonunu bildiğiniz bir olayın başını merak etmeye devam ediyorsunuz. Murat'la pembe saçlı kızın öpüşmesi ve de Evren'in tepesinin atması böyle merak uyandırıcı olaylardan.

"Melek Öncesi" başlıklı bölümde Evren'le Fatih'in karşılaşmalarını ve Melek'e gidene kadar neler yaşadıklarını okuyoruz. Bu aynı zamanda bize Beyoğlu'nun sokaklarda yaşanan gece hayatını da gözlemlememizi sağlıyor. Ara sokaklarda bira içmek için bir yer ararlarken konuşmalarından Murat'ın Evren'in erkek arkadaşı olduğunu öğreniriz. Evren'in kızmasının bir sebebi böylece aydınlanmış olur. Pembe saçlı, pirsinkli kızın kimliğini çözmek için biraz daha okumamız gerekecektir. Evren, Fatih'e Atatürk Kültür Merkezi'nde izlediği Kral Lear'dan çıkışta hamburger yerken rastlamıştır. AKM'ye gelmeden önce de Firuzağa Camii'nin önündeki kahvede oturmuştur. Musalla taşı manzaralı bu kahvenin sakinleri yazarçizerler, gazeteciler, eleştirmenler gibi "entel takımı"dır. Çoğu da Evren'i arabasından kovan Gökçin'in arkadaşlarıdır. Gökçin bu çevrelerde oldukça bilinir. Erkeklerin ilgi odağıdır. Gökçin'i de hastaneden biliyoruz. Evren'in kafası "Murat'ın evinde, banyoda tepetaklak duran diş fırçası"na takılmıştır. Düşündükçe gerilmektedir, çünkü Murat böyle bir şey yapacak bir adam değildir. Romandaki kimliği henüz netleşmemiş olan Gökçin gelince Evren kahveyi terk eder. Cebinde iki lirası olduğunu, maaşını üç günde tükettiğini, kredi kartı borcunu ödeyemeyeceğini hatırlayınca hırsla kendini Taksim'e atar ve AKM'de gişecilik yapan Sinem'i bulur. Onun teklifiyle de bedavaya oyunu izler.

İzleyen bölümde Murat'ın evinde yaşananları, diş fırçasının konumunun niye Evren'in kafasına takıldığını öğreniriz. Murat her zaman meşgul bir öğrencidir, evde endüstriyel tasarımlar yapmaktadır. Evren'e pek ilgi göstermez ama Evren bu hali normal karşılar. Murat'ın işinin ve durmadan uzayan telefon konuşmasının bitmesini beklerken onunla nasıl tanıştığını anlatır. Zaman zaman kulak misafiri olduğu telefon konuşması aslında gece yarısı barda neyle karşılacağının ipuçlarını vermektedir ama bunu anlamaz. Murat'ın soğuk davranışlarını da kötüye yormaz. Onu işiyle başbaşa bırakıp çıkar. "Gökçin'in Arabasında" başlığı, bize arabadan atılma olayının anlatılacağı bilgisini verir. Gökçin, genç, güzel başarılı bir dizi yıldızıdır. Gökçin'le tartışmalarından ikisinin pek de iyi anlaşamayan kardeşler olduklarını anlarız. Gökçin ne denli başarılıysa Evren o kadar başarısızdır. Çalıştığı hastaneden aldığı maaşı yetmemektedir. Ablasıyla ilişkisi de borç alıp verme düzeyindedir. Tartışma uzayınca borç alamadığı gibi arabadan da atılır Evren.

Sonraki bölümde, Evren'in çukura düşmeden önce arayıp ulaşamadığı Onur'u ve annesini tanırız. Galatasaray'daki İngiliz Konsolosluğu'nda bomba patlamıştır. Evren, Akatlar'da oturan Onurlara giderken, metroda yeni bir bomba patlayacağını düşünüp panikler. Neyse ki Akatlar her zamanki gibi sessiz sakindir. Onur, içe kapalı, aşırı utangaç biridir. Tek merakı sinemadır. Günlerini evde oturup Oğuz Gözen adlı bir sinemacı hakkında araştırmalar yaparak geçirmektedir. (Ağah Özgüç'ün bir yazısından öğrendiğime göre Oğuz Gözen 70'li yıllardan bir sinemacı ve "Recep İbibik" diye bir film de çekmiş.) Evren, Onur'la yaşadıklarını anlatırken sürekli onu Murat'la ve henüz kimliğini çözemediğimiz ama çok sevdiğini anladığımız Özgür'le karşılaştırır. Murat'ın pembe saçlı kızla öpüşmesinin (ihanetinin) işaretini veren küçük örnekler verir.

Evren'in Onurlara gitmesinin öncesinde ise evde ve işyerinde yaşadıkları var. Taksim'de bir hastanede biyokimya bölümünde çalışıyor. Yani yazar Neşe Cehiz'le aynı meslekten. Oturduğu apartmanda ve hastanede çalışanlar, yatanlar hakkında gözlemleri mizahi ama gerçekçi. Evren evde de, işte de tutunamıyor, kendini sevdirip yer edinemiyor. Çukura düştüğü gün başhekimden sürgün edildiğini, orada da davranışlarını değiştirmezse meslekten ihraç edileceğini söylüyor. İşin öncesinde ev hayatı var. O da pek parlak değil. Evren, bir genç kızın evinde kiraya ortak. Kızın titizliği nedeniyle ev arkadaşıyla da anlaşamıyorlar. Nefret ettiği bu ev arkadaşı, sevgilisinin barda öpüştüğü pembe saçlı kız. Özgür'ün kim olduğunu, neden Evren'in hayatında bu denli etkili olduğunu anlamak için de bir rüyanın anlatıldığı son bölümü okumamız gerekir ki böylece roman bitmiş olur.

Çukurda değişik bir Beyoğlu romanı. Romancıların favori mekanı Cihangir’e de farklı bir açıdan bakıyor. Evren alışıldık kaybedenlerden değil. Belki de bir kaybeden adayı. İnsanlarla barışık değil, hayata da pek iyi tutunmuyor. Çok fazla arkadaşı yok, hal ve hareketleriyle onları da yakında kaybedeceği anlaşılıyor. İnsan o yüzden hastane sonrasını da merak ediyor. Neşe Cehiz, sade bir anlatımla, gerçekçi dille, gerilimi hiç düşürmeden, merakımızı gıcıklayacak soru işaretleri yaratarak bir romanın sondan başa doğru da okunabileceğini kanıtlıyor.

Yorumlar