Dullar ve Reçeller

Kenan Biberci'nin yeni hikâye kitabı Dullar ve Reçeller (Kanat Kitap, Mayıs 2008), aynı adlı hikâye ile başlıyor. "Bir kilo çilek, bir kilo şeker, bire bir" diye anlatıyor kadınlar birbirlerine reçel tariflerini. Onların yaptıkları tarifleri dinlerken dünyalarına giriyoruz. Bir türlü gelmek bilmeyen arkadaşını bekleyip bu diyaloglara kulak misafiri olmak zorunda kalan delikanlının aracılığıyla kıt kanaat geçinen, bu yoksul kadınların dünyasına... Yaptıklarının sadece reçel değil ondan öte bütün bir hayat olduğunu öğreniyoruz. İkinci hikâye "Eşya tabiatı gereği eskiyor"da dürüst ve kuralcı işadamı Sadullah Bey'in bir bayram günü yaşadıkları, yetiştirdiği elemanların ziyaretine gelmesi evdeki eskimiş mobilyadan yola çıkılarak anlatılıyor. Sadullah Bey'in günümüz ticari ilişkilerine hiç uymayan dürüstlüğü gibi evdeki mobilyalar da bugünün modasına uymuyor. Üçüncü hikâye "Kapalı Aralık" haylaz bir öğrencinin bir ders boyu sınıfta yaşadıklarını, gözlemlediklerini aktarıyor. "Nosyon, Formasyon, Uydurmasyon" ise yeni bir iş arayan fabrika çalışanı ile parktaki heykeline bakan heykeltraşın söyleşileri ekseninde gelişiyor. Kitabın ana teması olan yoksulluk, yoksulların hayatına içeriden bakış da bu hikâye ile iyice belirginleşiyor. Dullar ve Reçeller, yoksulluk ana temasını taşısa da sadece bu temayı işleyen bir kitap değil. Ana eksenden kopan hikâyeler de var. Sanırım belli bir dönemde yazılan hikâyelerin biraraya getirilmesinden oluşturulmuş kitap. Sadece yoksululk temasını işleyen hikâyelerden oluşsaymış sanırım etkisi daha güçlü olurmuş.

Kenan Biberci, günlük hayatın küçük ayrıntıları iyi gözlemliyor. Yalın anlatımını bu ayrıntılar renklendiriyor, derinlik kazandırıyor. Büyük şehirlerde tutunmaya çalışan, hayatta kalmaya uğraşan yoksul insanların hayatlarını anlatırken bu ayrıntılar önemli işlevler görüyor. Hikâye kahramanları elle tutulur hale geliyor. "Pinokyo'lara Çarpmamak Lazım…"dan başlayarak kitap yoksulluk temasını iyice kavrıyor. Anlatımdaki çok boyutluluk arayışı, hikâye içinde kahramanların bakış açılarına göre değişen anlatım yapısı son üç hikâyede iyice kuvvetleniyor. Anlatım ve konunun çeşitlenip çok boyutlanması açısından kitabın en etkileyici hikâyeleri bunlar.

Son dönem hikâyecilerinde gerçekçilik eğilimi, yoksulların, alt ekonomik sınıfların, kaybedenlerin hayatlarına yoğunlaşma eğilimi Kenan Biberci'de de gözlemleniyor. Bence bu eğilim olumlu, Türk hikâyeciliğine yeni bir ufuk katacak nitelikte. Burada sorulması gereken tek soru, ayna tutarcasına toplumun bu kesimlerinin hayatlarından, günlük yaşamlarından parçalar anlatmak yeterli mi?

Yorumlar