Sürtük ve Kalpazan

"Tam yedi gündür kursağıma bir lokma bile girmedi. Bedenimde bir yıkım var. Açlık ve gıdasızlık önce iç organlarımı sonra da yavaş yavaş dışa vurarak derimi tahrip ediyor. Damarlarım büzüldü, kanım azaldı, yüzüme acı mı acı bir ifade oturdu. Ter içindeyim. Salondaki kanapenin üzerine sızıp kalmışım" diye başlıyor İbrahim Altun'un romanı Sürtük ve Kalpazan (Doğan Kitap, Ağustos 2008).

Romanın hem kahramanı, hem de anlatıcısı Murat Kavak, hayatta dibi bulmuştur. Öylesine yoksuldur ki yemek parası bile kalmamıştır. Aylardır kirasını, bankaya olan borcunu ödeyememiştir. Yalnız, terk edilmiş, umutsuz bir vaziyette ölümü beklemektedir. Tek dostu, zaman zaman ziyaretine gelen Zeytin adlı karakedidir. Zeytin'le sohbet ederler. Zeytin, dobra bir dille gerçekleri söyler, acımasızca eleştirir.

Murat Kavak, ilk romanını yirmili yaşlarında yazmış, 76 sayfalık bu roman altı ay içinde 168 adet satmıştır. Liseli bir delikanlı (s. 168'de genç bir kız olarak anlatılıyor) romanı okuduktan sonra tıpkı roman kahramanı gibi yedinci kattaki evinin penceresinden kendi aşağı atmıştır. Romanının bir intihara yol açması, Murat'ı, yazmaktan soğutur. Ama parasızlık nedeniyle sözünü tutamaz, dergilere pornografik öyküler yazmaya başlar, hatta bir televizyon dizisi de yazar. Dergiden birikmiş teliflerini, yapımcı şirketten senaryo ücretini alamayınca beş parasız kalır ve yeniden roman yazma fikrine sarılır. Murat'ın romanında genç öğretmen Ferhat Yalçınkaya'nın Urfa'ya tayini, atama emrinin çalışacağı okula ulaşmadığı bilgisini alması sonrasında bir otele yerleşmesi ve orada Çinli bir turist kıza kafayı takması, bir gece nedensiz yere Çinli kızı öldürmesi anlatılmaktadır. Beş parasız olmasına rağmen Urfa'ya, konu edeceği yerleri incelemeye gittiğinde romanında anlattığına benzer bir otelde kalır ve Urfa'dan ayrıldıktan sonra kaldığı otelde Çinli bir kızın öldürüldüğünü gazetede okur. Bu haber romanın bütün kurgusunu alt üst eder. İstanbul'a dönerken ani bir kararla Gaziantep'e gider. Otele para vermektense gece boyunca şehirdeki barları dolaşmaya karar verir ve yolu bir pavyona düşer. Orada, "Oryantal Azize" diye anons edilerek sahneye çıkan İrina Murat'ı etkiler. Program bitince tuvalete giden Murat kuliste bir adamın İrina'ya bağırdığını görür, olaya müdahale eder. Garsonlar Murat'ı sakinleştirip yerine götürürler. Bir süre sonra İrina Murat'ın masasına gelir. Murat'ın yazar olduğunu öğrenen İrina ona kendi hikayesini anlatır. Hayattaki asıl amacı dansta kariyer yapmaktır. "(…) altı sene klasik bale eğitimi almış, Kuğu Gölü balesinde sahneye çıkmış, daha sonra kız kardeşi kaza sonucu felç kalınca (olunca, olsa gerek) ona bakmak için memleketine dönmüş, parasızlık yüzünden türlü sıkıntılar içinde boğuşurken aklına göbek dansı öğrenmek gelmiş ve bu işten para kazanmaya başlamış." İrina, daha sonra İstanbul'da, Murat, daha önce pavyonda konuştuklarını hatırlamayıp dans etmeyi nerede öğrendiğini sorunca "Ben dans akademisinde öğrenciydim. Bir yıl sonra bitecek" der ve Türkiye'ye gelip göbek atmasının nedeni olarak da okulu bitirmek için para biriktirmek istemesi olduğunu söyler (S.142). Bir an İrina'nın hikayesini değiştirerek anlattığını düşünsek de daha önce de benzer farklı anlatımlar olduğunu gözönüne alarak anlatıcının belleğinin zayıf olduğunu, redaksiyonda da bu hataların düzeltilmediğini düşünmemiz daha doğru görünüyor. İstanbul'a gelip Murat'ı bulduğunda İrina'nın elinde "küçücük bir çanta" vardır (s.121), hatta Murat "Eşyan bu kadar mı?" diye sorar. Sonra küçük çanta, sırt çantası olur (s.122), ardından valize dönüşür (s. 123), İrina evdeki dağınıklığı kast edip "Valiz açacak yer yok" der (s. 126), "valizini yatak odasının kapısına kadar sürük"ler (s.131), içinden küçük bir makyaj çantası ve birçok giyim eşyası çıkartır. Ama daha sonra banyo yapınca "küçük çantasını aç"ar (s.132), ardından çanta yine valiz olur (s.135), ve nihayetinde "küçük çantasını da al"ıp gider (s.158).

Murat, pavyonda içki içerlerken, altı ay sonra İstanbul'a geleceğini söyleyen İrina'ya cep telefonu numarasını verir ve bütün parasını pavyon hesabı olarak verip İstanbul'a döner.

Urfa'dan döndükten sonra teneke kutudaki altı buçuk lirayla dört gün idare eder ve sonra yedi gün sürecek açlık süreci başlar. Yedinci gün, ona hep ağabey gibi davranmış, iyilik etmiş, karşılıksız borçlar vermiş Günter Abi'sinin yemek davetine katılmak için evden çıkar. Galip Dede Yokuşu'nu tırmanır, Tünel Meydanı'nda gücünü yitirince tramvay durağında oturur ve tramvay hürakat saatini sormaya gelen kadın kıyafetli adamın askerlik arkadaşı (daha sonra "çocukluk arkadaşım" diye söz edecek. S. 95) Gazanfer olduğunu farkeder. Gazanfer, Murat'a bira ısmarlar, cebine yirmi lira koyar ve "İçinde hayırlı dualar var. sana daima yardım eder ve seni kötülüklerden korur" diyerek muska şeklinde, gümüş bir kolye olan bir cevşen hediye eder.

Yirmilik banknot Murat'a hem umut hem de yaşama şevki verir. Yedi günlük açlıktan sonra içtiği bira dokunmamıştır, üstüne bir şişe su içir, bir simit yer. Akşam yemeğe gittiği Günter Abi'nin niyeti onu entelektüel çevrelere tanıtmak, belki de yazmakta olduğu romanının yayınlanmasını kolaylaştırmaktır. Ama orada karşılaştığı çok satan kitaplar yazarı ile yazarın ajanının aşağılayıcı tavırları yemek bile yemeden kaçarcasına gitmesine neden olur.

Murat, sonunda tanrıya inancının ve cevşenin yararını görür, yapımcı şirketten arayıp, alacaklısı olduğu senaryo ücreti olan 5 milyarı hemen gelip alabileceğini söylerler. Maslak'a gidip parasını alan Murat, dürüst bir yapıda olduğu için, hemen borçlarını kapamaya karar verir. İlk iş olarak kredi kartı borcunu ödemek için bankaya gider, ama sıra bir türlü gelmeyince borç ödemeyi erteler, aylardır biriken kira borcunu ödemek için kapısını çaldığı ev sahibesini de evde bulamaz. Tünel'deki çaycıya borcunu öder, karınını doyurur ve eve döner. Şarap içip Zeytin'le sohbet ederken İrina arar. İstanbul'a gelmiştir, Taksim'de otobüs yazıhanesinin önünde beklemektedir. Günlerdir düşlerinden çıkmayan hayallerinin aşkı şimdi gerçek olmuştur.

İrina, Murat'ın hayatına bir melek gibi girer. Evi derler, toparlar, temizler. Birlikte dışarı çıkar, giysiler satın alır, sonra bir Çin lokantasına yemeğe giderler. Murat sürekli birlikte yaşama hayalleri kurar, Zeytin'in uyarılarına kulak vermez. Alış veriş poşetleriyle eve döndüklerinde yatmaya hazırlanırken, sanki İrina'ya parasının olduğunu göstermek ister gibi cebindeki parayı masanın üzerine fırlatır (sonra fırlattığının para dolu zarf olduğunu okuruz. s.157). Ama İrina paralara dönüp bakmaz bile. Sevişirler. Mutludur, Allah'ına şükreder. Gece yarısı bir dürtü ile kalkar, romanını yazmaya devam eder.

Sabah uyunadığında İrina yanında yoktur. Küçük çantasını ve masanın üzerindeki parayla, Murat'ın cep telefonunu alıp gitmiştir. Romana adını veren "Sürtük", İrina'dır.

Murat, "beş parasız, aç ve öfkeli olarak" kalakalmıştır. Evdeki, tüm ilaçları içerek intihar eder. İntihar ederek hem dertlerden kurtulacağını, hem de yaşarken bulamadığı ünü bulacağını umar. Annesine hitaben bir mektup yazar, "kağıdı dörde katladım ve pantalonumun arka cebine sokuşturdum" diye anlatır (s.173) ve hemen izleyen sayfada, eve Zeytin'i buyur ettikten sonra cebinde olduğunu düşündüğümüz mektubu tekrar cebine koyar (S.174). Geriye yakışıklı bir fotoğrafı kalması gerektiği düşüncesiyle eski yakın arkadaşı, ünlü moda fotoğrafçısı Okan Parlak'a gider. Okan onu iyi karşılar ama iş yoğunluğundan fotoğrafını çekemez. Murat, umutsuzlukla çıkar, şuursuz bir halde Taksim Parkı'na gider, orada baygın düşer. Gözünü, hastanede açtığında, bir adamın kendisini alıp oraya getirdiğini öğrenir. Baştan ayağa simsiyah giyinmiş, elinde siyah bond çanta olan, simsiyah saçlı, aydınlık esmer yüzlü, yeşil gözlü bu adam masrafları ödeyip onu hastaneden de kurtarır. Kendini borçlu hisseden Murat, otelde kaldığını öğrendiği bu tedirgin adamı evine davet eder. Esrar içip dertleşirken adamın bir kan davasından kaçtığını, elindeki çantada da sahte paralar olduğunu öğrenir. Romanın "kalpazan"ıdır Edip. Murat, hayatını kurtaran bu adama âşık olmuştur. Tüm hayatını onla birlikte geçirebileceğini düşünür. Ama tedirgin Edip, çantayı Murat'a emanet eder ve giderken apartmanın kapısında öldürülür.

Sürtük ve Kalpazan, sunulduğu gibi bir underground roman değil. Bir kaybeden romanı. İbrahim Altun, tesadüflerle gelişen, kısa bölümlerle akıcı anlatımlı bir roman yazmış. Sürtük ve Kalpazan, kolayca ve merakla okunuyor.

Yorumlar