Fay Kırığı I: Mehmet

"Saçı bitmedik yetimlerin hakkını yiyorsunuz. Halkın cebinden meşru olmayan yollarla para apartıyor ve kara zengin oluyorsunuz. Sizler nasıl Müslümanlarsınız? Müslüman haram yer mi? Müslüman kara para zengini olur mu? Müslüman yolsuzluk, talan, hırsızlık, suistimal yapar mı? Müslüman, ahlâka ve hukuka aykırı rantlar peşinde koşar mı?"

Mehmet Eroğlu, Fay Kırığı Üçlemesi'nin ilk kitabı Mehmet'de (Mart 2009, Agora Kit.) günümüz siyasi ve ekonomik ortamında yaşananlar üzerinde biraz düşünen herkesin aklından geçen bu soruların muhataplarının hayatına bakıyor. "Zenginliğini Anadolu'daki köklerinden alan muhafazakâr Kadıoğulları Grubu'nun, İstanbul'un en eski ve tanınmış şirketlerinden olan Plevneli Holding'i ele geçirme serüveni" romanın ana eksenini oluşturuyor.

Romana adını da veren baş kahraman Mehmet, Hakkari'deki askerliğinin ardından on yıl boyunca hiçbir işte dikiş tutturamamış biri. Kitabın ilk sayfalarında onun kendisiyle bitmeyen bir iç hesaplaşma içinde olduğunu görüyoruz. 1993-94'de askerliğini yaparken yaşadıkları geleceğinin belirleyicisi olmuş. Savaşın verdiği ruh halini üstünden atamamış. Gündelik hayata uyum sağlayamıyor, sıradan bir hayat içinde akıp gidemiyor. Mehmet, bu tipleme ile bizlere Mehmet Eroğlu'nun hemen her romanında rastladığımız baş erkek kahramanları hatırlatıyor. Eroğlu'nun askerlikten, savaştan dönen kahramanları kişilikleri ile dikkati çekerler. İnsanoğlunun çağımızda kaybetmeye başladığı, ahlak, fazilet, dürüstlük, dostluğun kutsallığı gibi birçok değeri savunur onlar. Arkadaşlarını korumak için gözleri kapalı ölüme koşabilirler… Ve savaş sırasında mutlaka yaşadıkları önemli bir olay, omuz omuza savaştıkları arkadaşlarına yaptıkları bir iyilik, ya da onlardan gördükleri bir kötülük vardır. Savaş sonrası günlük hayata dönünce bir şekilde bunun hesaplaşmasına girmek gerekir. Bir gün bir yerde o hesap görülür, ödeşilir.

Mehmet Esen, 2005 Temmuz'unda askerliğini birlikte yaptığı Cenk Plevneli'den iş teklifi alıyor. Bu iş teklifinin ardında, sözünü ettiğim hesap görme, borcunu ödeme var. Ama borcunu ödeyen Cenk değil, bir mayına basıp vücudunun yarısını kaybettikten sonra Mehmet'in ölümden kurtardığı asteğmen Yakup Kadıoğulları'dır. Aynı birlikte savaşmış Cenk ve Yakup'un ailelerinin alış verişinde güvenilir kişi, arabulucu olarak Mehmet akla gelmiştir. İki ailenin yarı yarıya paylaşacağı L&M şirketinin genel müdürü olacaktır.

Mehmet, İstanbul'a, belki de son şansı olarak gördüğü bu işi iyi değerlendirmek, kazanacağı para ile Seferihisar'da bahçe içinde taş bir ev alıp yalnızlığına dönmek arzusundadır. Bu yarınını garantiye alma arzusu, genel müdür olup kazandığı para ile güzel bir evde oturup lüks bir hayat sürmeye başlayınca değişir. Mehmet Eroğlu'nun önceki romanlarının kahramanlarının aksine Mehmet fırsattan istifade etmeye karar verir. Seferihisar düşünü Boğaz'da bir yalı ve zenginlik şeklinde değiştirir. Ama bu fikir değişikliği bir hamlede olmayacaktır. Eroğlu'nun diğer kahramanları gibi o da bol bol kendisiyle hesaplaşacak ve kendisine geçmişini hatırlatacak roman kahramanları ile konuşurken ikilemlere düşecektir.

Askerliğini birlikte yaptığı sendikacı Altan ve özellikle öğretim görevlisi Prof, bol özdeyişli ve alıntılı konuşmalarında Mehmet'e sık sık insanlığın değerlerini hatırlatırlar. Mehmet'in yeni tanıdığı insanlar da birer yaşam filozofudur. Cenk'in kuzeni, "hazza ve günaha inanan" Simin ve onun çevresindekiler, özellikle Üstat diye anılan ünlü şair de özlü sözlerle bol bol hayat dersi veriyor. Üstat bir roman tanımı da yapıyor; “Bence bir romanda itici, sıkıntı veren tek cümle bile olmamalı. Yazarken her cümleyi bir sanat yapıtıymışcasına tekrar tekrar elden geçirmek, yeniden yaratmak gerekir.” Bu cümle, sanırım Mehmet Eroğlu’nun roman anlayışını da özetliyor.

Roman kahramanlarından söz etmişken Mehmet Eroğlu'nun kadın kahramanlarının her zaman alışılmışın dışında tipler olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu romanda da kural bozulmuyor. Simin kişiliğiyle, beden yapısıyla ve cinsel tercihleri ile o tiplemelerin en ucunda. Daha çok Attilâ İlhan'ın romanlarındaki kadınları hatırlatıyor. Cenk'le ve Cenk'in eski karısı Şebnem'le girift ilişkileri bu hatırlamayı güçlendiriyor.

Mehmet Eroğlu, sanıyorum bazı olayları üçlemenin diğer kitaplarında işleyeceği için pek açıklamamış. Mehmet'i üç kere terk etmiş, dördüncüsü için de tekrar birleşmenin yollarını arayan saplantılı aşkı Aslı da yeterince işlenmemişliğiyle kalıyor. Belirginleşemiyor. Oya Baydar'ın Kayıp Söz'ündeki töreden kaçan kızla itirafçı gencin bir mağarada buluşmalarını hatırlatan asteğmen Mehmet'le gerilla Rojin'in yaşadıkları da on iki yıl sonra İstanbul'da karşılaşıp dertleşmeleri, bir anlamda barış çubuğu içmeleri anlatılıp bırakılıyor. Derinliğine işlenmediği için de yapıştırma kalıyor. O bölümü romanın Rojin cildine bir gönderme, “teaser” olarak almalıyız herhalde.

Mehmet'in fırsatlardan istifade edip amacına ulaşmasına aracı olacak olan Emine, tip olarak daha oturmuş gibi. Muhafazakâr bir ailenin üyesi başı örtülü bir genç kızın ailesi modernleşirken yaşadığı/yaşamak istediği değişim romana yansımış. Hayallerinde yaşattığı bir kahramanla, ağabeyinin hayatını kurtaran Mehmet'le karşılaşması ve ona saygısının, minnettarlığının hızla aşka evrimleşmesini okuyoruz. Mehmet Eroğlu, son dönem romanlarında sıkça rastlanan "türbanlı genç kızın modern hayata uymak amacıyla değişimi" konusunu olabildiğince nesnel işlemiş. O genç kızları Emine tiplemesi ile anlamaya, ruh hallerini çözmeye çalışmış. Muhafazakâr yaşam biçimini başörtüsü çıkartılarak ya da sevgilinin eli tutularak hemen terk edilebilecek bir şey olmadığını yansıtmış. Emine'nin ikircikliğini, sevdiğine kavuşmak isterken yaşadığı sıkıntıları ise sanırım "Emine" adlı bir sonraki cilde saklamış.

Fay Kırığı Üçlemesi'nin ilk kitabı Mehmet'de Anadolu sermayesinin İstanbul'da yer etme, kabul görme çabasını izlerken bir macera romanı tadı alıyoruz. Abdullah Kadıoğulları ile Japon lokantasında suşi yemek dışında muhafazakâr patron karikatürleşmiyor. Aksine, özel hayatta muhafazakâr, işte liberal tavırları ile günümüz yeni patronlarını iyi yansıtıyor. Ama Kadıoğulları ailesinin biraz daha işlenmesi gerekirmiş diye düşünüyorum. Ailenin büyük oğlu Yakup'un "İslamiyetle kapitalizmin bağdaşmayacağı" görüşünün peşine düşmesi sadece mayına basması sırasında kafasında oluşan, zamanla büyük ve cevapsız bir soru haline gelen inanç karmaşası ile izah edilemez. Çünkü, ailenin büyük kızı Fatma da babasının simgelediği yaşam biçimine uzak, hatta karşıt. İslami değerlere sıkı bağlılığı ve radikalizmi ile dikkati çekiyor. Fatma'nın babasının partisi AKP değil de Saadet Partisi saflarında eylemli olarak çalışması tipik bir örnek ama Fatma tipi bir kaç kez adı anılıp, sadece bir sahnede (Emine ile Mehmet'i çay bahçesinde yakalaması) görünmesi dışında bir kahraman olarak belirmiyor. Oysa Emine ve Fatma'nın bakış açılarındaki zıtlık, Emine'nin modernleşme arzusunu gemlemeye, onu kendi doğrularına çağırmaya çalışan ablanın çabaları muhafazakâr kadının çağın dayattığı değişime karşı aldığı tavırları tartışmak açısından verimli bir alan oluşturabilirdi.

Plevneli ailesinin Anadolu sermayesine bu denli kolay teslim olması, şirketin hisselerinin yarısının devrine bile Mehmet gibi bir arabulucu gerektirecek kadar direnirken holdingi ve ailenin simgesi yalıyı tamamen teslim etmeye kolayca razı olmaları romancının o konuda pek fazla derinleşmek istemediğini düşündürüyor. Bu haliyle romanın o yanı eksik kalmış gibi… Gelecek ciltlerin bu eleştirilerimizi cevaplandırabileceğini de belirtelim. Belki de hırs küpü olduğu izlenimi veren Cenk, kolayca yenilgiyi kabul etmeyecek kadar inatçı Simin ve yalısı ve partileri hayatının anlamı olan Kevser Hanım yeni oyunlar oynarlar.

Mehmet Eroğlu, önceki on romanında geliştirdiği teknikleri ve tabii ustalığını bu romanda her anlamda kullanmış. Hayat derslerini ve sürekli sarf edilen özlü sözleri bir yana koyabilirsek merak unsuruyla gelişen akıcı bir roman. Romanın diğer ciltlerini bekliyoruz.

16 Nisan 2009, Cumhuriyet Kitap

Yorumlar