Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey

Mine Söğüt garip, gizemli, biraz da korkutucu ortamlarda farklı insanları, tuhaf hayat hikâyelerini anlatmayı seviyor. Yeni romanı Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey de (Eylül 2010, Yapı Kredi yay.) öncekiler gibi karanlık bir ortamda geçen, neyin gerçek neyin hayal mahsülü olduğu kolayca ayırd edilemeyen bir “anlatı”.

“Anlatı” diyorum, çünkü Madam Arthur Bey’i “roman” olarak tanımlamak pek mümkün görünmüyor. Ömer Türkeş “masal” demiş. Gerçekten de zamanların ve mekanların kolayca ayırd edilemeyecek biçimde içiçe geçtiği, rastlantıların ard arda sıralandığı, kaderin bir çok olayda başlıca etken olduğu, gerçeklik, tutarlılık sorgulamasına giremeyeceğiniz kadar olağandışı ortamlarda mantıkla açıklanamayacak olaylar bir bütünü oluşturacak bir kurgu ile ard arda sıralanıyor.

Kitabın adından da anlaşılacağı gibi başkahraman Madam Arthur Bey. Hem “madam”, hem “bey” vurgusu onun bir “kadınadam” olduğunu açıkça belirtiyor. Madam Arthur Bey tam anlamıyla kötülük simgesi. Kötülük yapmak, işkence etmek, öldürmek için yaşıyor. “Madam Arthur Bey kötü kalpli bir şamandır. Zamanlardan zamanlara geçer. Her geçtiği zamanı yok eder. Onun hayatındaki yalanları uç uca ekleseniz, dünyanın etrafını defalarca dolanan ve onu ve sizi ve bizi ve hepimizi sıkarak boğan dev bir yılan olur. Madam Arthur Bey’in geçmişini bir deşseniz, bugüne kadar yeryüzünde ölmüş ne kadar insan varsa hepsini sığdırabileceğiniz dar ve derin, çok derin, uçurum gibi derin bir mezar olur. Hayata Madam Arthur Bey’in gözlerinden baksanız daha önce hiç görülmemiş renkler görür, korkarsınız. Etrafı onun kulaklarıyla dinleseniz inanılmaz sesler duyar, ürperirsiniz. Ve onun burnuyla koklasanız havayı, başınız döner, olduğunuz yere yığılırsınız. Onun tüm algıları diğer sıradan insanların algılarından şeytanidir. Ve hayatındaki her şey ama her şey diğer sıradan insanların hayatındaki milyarlarca şeyden daha kalabalık, daha cazip ve daha delidir. Kötüdür.”

Madam Arthur Bey, Boğaz kıyısında kapkara bir yalıda oturuyor. Hiç dışarı çıkmıyor. Dilsiz gibi davranan Maria ile birlikte yaşıyor. Madam Arthur Bey, zamanında insanlara Keşşaf Hanuman ve antikacı Kedileş’in yardımı ile işkenceler yapmış, cinayetler işlemiş. Tüm bu eylemleri de aynı zamanda sevgilisi olan Keşşaf’a fotoğraflatmış.

Kara Yalı, birbirinin içine açılan kapıları ve sayısız odaları ile girildi mi çıkılmaz bir labirent gibi. Orada zaman ve mekan duygusu yitiyor, insan kendini bir başka boyutta yaşıyormuş gibi hissediyor. Yazmayı tasarladığı roman için konu arayan toy yazar Olcayto Ran, eskiciden aldığı bir albümde Keşşaf’ın çektiği Madam Arthur Bey'in fotoğraflarını görünce Kara Yalı’nın kapısını çalıyor. Çünkü bu fotoğraflara yakın geçmişte yaşadığımız tüm kötülükler yansıtılmıştır ve tüm bu kötülükleri yapan Madam Arthur Bey’dir. Anlatının masallaşmasının en önemli nedeni de kötülüğün tek bir yer (Kara Yalı) ve kişide (Madam Arthur Bey) simgeleşmesidir.

Kara Yalı’ya gitmesi Olcayto için hayatının dönülmez bir noktası olacaktır. Olcayto Ran’ın babası Ruhat Ran dahil olmak üzere çevresindeki tüm insanların Kara Yalı’yla ve Madam Arthur Bey'le bir şekilde ilgisi vardır. Madam Arthur Bey’in hayatından parçalar fotoğraf kareleri gibi yavaş yavaş aydınlandıkça (ya da biz ve yazar adayı Olcayto öyle sandıkça), dilsiz kadın Maria’nın, Keşşaf Hanuman’ın, Olcayto’nun evinin penceresinden izlediği hayat kadını Nagehan’ın, kendisinden hoşlanan Şehnaz Hanuman’ın, antikacı Kedileş’in ve Kara Yalı'da kaybolduğunu düşündüğümüz baba Ruhat Ran’ın öyküleri de belirmeye başlar. Tüm hayat öyküleri biraz tuhaf, biraz gariptir ama hiçbir öykü bütünlenmez, netleşmez, elle tutulur hale gelmez. Dikkatimizi çeken, tüm kahramanların Kara Yalı’da buluşmak dışında da bir biçimde ilişkisi olduğudur. Raslantılar, kader, kesişmeler, benzerlikler bu ilişkiler yumağının oluşmasını kolaylaştırır.

Mine Söğüt, tüm anlatı boyunca okurunu belirsizliğin kaygan ve tedirgin ortamında tutuyor. Çok dikkatli okumazsanız bölümler, kişiler, olaylar arasındaki bağlantıları kaçırmanız mümkün. Zamandaki kaymalar da anlatının okurun kafasında olayların net olarak canlanmasını ve doğrusal bir okumayı önlüyor. Masalsılığın yüksek dozda tutulması, simgeleştirme, belirsizlik, ele gelmezlik Mine Söğüt’ün önceki romanı Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979’daki gibi net olarak tarihsel bir döneme oturtmayı ve getirilen politik eleştiriyi konumlandırmayı engelliyor. Oysa zaman ve mekanda biraz somutlaşma bu sorunu aşmaya yetebilirdi.

Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey, hem olayların akışına kapılıp hızla okuyacağınız hem de her satırında bir gönderme, gizli bir mesaj bulacağınız bir roman.

11.11.2010

Yorumlar