Serbest Düşüş


Juli Zeh, genç kuşak Alman yazarlarının en ilgi çekenlerinden. Romanları birçok dile çevrilmiş, ödüller kazanmış. İşlediği konularla olduğu kadar üslubu ve dili ile de önemsenen bir yazar. Eserleri peş peşe türkçeye kazandırılıyor. Juli Zeh’in türkçedeki yeni romanı Serbest Düşüş (Aralık 2010, çev. S. Altınçekiç, Metis yay.) 17 dilde aynı anda yayınlanmış. Roman, “iki fizikçi ve bir dedektif etrafında, polisiye tadında, felsefi bir gerilim öyküsü...” diye tanıtılıyor.

Serbest Düşüş, üniversite yıllarında tanışıp sıkı bir dostluk geliştirmiş olan Sebastian ve Oskar'ın gelenekselleşen buluşmalarından birinde başlıyor. Sebastian evlenmiş, bir çocuğu olmuştur. Oskar, sırf bu buluşmalar için Cenevre’den Freiburg’a gelmektedir. Her ayın ilk Cuma akşamı gerçekleşen bu buluşmaların sonuncusu iki arkadaşa dostluklarının gevşemekte olduğunu düşündürür. Farklı şehirlerde yaşamaları, kendilerince hayatlar kurmaları, en önemlisi meslekleri olan fizik alanındaki farklı ilgileri onları birbirlerinden uzaklaştıran unsurlardır. Belki de bu nedenle artık her buluşmaları bir tartışma, münazara havasında geçmektedir.

Sebastian’ın Spiegel dergisinde yayınlanan makaleleri en önemli tartışma konusu oluyor. Sebastian, fizikten çok felsefeye kayan bir anlayışla çoklu dünya yorumuyla ilgileniyor, genel okura seslenen yazılar yazıyor. Ona göre zaman bir düz çizgi değil, evrenlerden oluşan muazzam bir yığın, bu yüzden de bugünü değiştirmeden geçmişe müdahale etmek mümkün. Oskar’a göreyse bu elli yıl önce terk edilmiş bir teori ve Sebastian’ın yaptığı bilim değil ancak bir hobi olabilir.

Oskar’ın ziyaretini izleyen Pazar günü Sebastian’ın oğlu Liam bir izci kampına gidecek, karısı Maike bir bisiklet turuna çıkacak, Sebastian da eve kapanıp üç hafta boyunca makalesinde konu edindiği sorunları konu alan bir kitap yazacaktır.

Bu arada Oskar ve Sebastian televizyonda bilimsel bir programa katılıp çok şiddetli bir şekilde tartışıyorlar. Televizyon programından çıkıp Mainz’dan geceyarısı eve dönen Sebastian sabah oğlunu izci kampına götürüyor. Kafası Oskar’la yaptıkları tartışma ile dolu olarak arabayı sürerken otoyolda bir benzincide mola veriyor. Arka koltukta uyuyan oğlunu uyandırmaya kıyamıyor. Tuvalete gidiyor. Garip bir telefon konuşması yapıyor ve dönüşte arabasını park ettiği yerde bulamıyor. O sırada tekrar cep telefonu çalıyor, biraz önce arayan kadın oğlunu geri alabilmesi için birini öldürmesi gerektiğini söylüyor. Öldürmesi gereken kişi karısının bisiklet arkadaşı ve adı bir hastahane skandalına karışmış olan Dabbeling adlı bir doktordur.

Bu bölümlerden itibaren roman polisiyeleşiyor. Kendiyle uzun bir hesaplaşmaya giren Sebastian oğluna kavuşması için Dabbeling’i öldürmesi gerektiğine karar veriyor. Bir süre Dabbeling’i izledikten sonra doktoru sürekli bisiklete binmek için kullandığı yola bir tel gererek öldürüyor. Olaya polis el koyuyor. Görünümü ve tavırlarıyla oldukça farklı bir kişi olan komiser Rita Skura olayı soruşturmaya başlıyor.

İstenildiği gibi adamı öldürmesine rağmen oğlunun kendine teslim edilmemesinden panikleyen Sebastian polise başvurmasa belki cinayetle ilişkilendirilmeyecek. Sebastian birden zanlı konumuna düşüyor. Rita ve ona âşık yakışıklı yardımcısı Schnurpfeil olayı istenen hızda çözemeyince beynindeki ur nedeniyle yakında öleceğini bilen Dedektif Schilf görevi devralıyor. Kitabın kısa önsözünde belirtildiği gibi “fizik teorilerini seven ve tesadüfe inanmayan” komiser şiddetli başağrıları çekmesine rağmen gerçek katili buluyor.

Juli Zeh, Serbest Düşüş’te bize önce garip gelen, sonradan hoş bulduğumuz kendine has anlayımıyla polisiye romanı kurarken bir yandan da o polisiye olay bağlamında Sebastian’ın dillendirdiği zaman teorilerini, özellikle çoklu dünya yorumunu tartışıyor. Romanın neredeyse tüm kahramanlarının konuşmalarında felsefe yapması, altı çizilip üzerinde düşünülecek sözler etmeleri biraz yadırgatıcı gelse de Zeh, bu durumu satır aralarına gizli keskin bir mizahıyla bir nebze hafifletiyor. Zamanın göreceliğinin felsefi açıdan tartışılmasının yanında kişisel etik, arkadaşlık, aşk, evlilik, anne –babalık gibi olgular da romanda sorgulanan konulardan.

Juli Zeh’in roman boyunca kurduğu gerçeklik ile algı arasındaki ince sınırda dolaşan anlatı anlatılanların gerçekten yaşanıp yaşanmadığı kuşkusunu doğuruyor okurda. Hele Sebastian’ın oğlunun tüm olaylar yaşanırken izci kampında olduğunu söylemesi “çocuk gerçekten kaçırıldı mı?” sorusunu sormamıza neden oluyor. Yoksa tüm olaylar Sebastian’ın varlığına inandığı paralel bir evrende mi yaşanıyor diye meraklanıyoruz. Neyse ki Dedektif Schilf, cinayet olayının anlatımında yazar tarafından bilerek konulmuş tüm boşlukları görüyor, gördüklerini okurlara pek de anlatmadan olayı çözüyor.

20.01.2011

Yorumlar