Şeytan, Melek ve Komünist



Nedim Gürsel yeni romanı Şeytan, Melek ve Komünist’i Nazım Hikmet’in hayat öyküsünden yola çıkarak kurmuş. Romanın ana kahramanları Harp Okulu davasında Nazım Hikmet’le yargılanmış, birlikte hapis yatmış, komünist partili Ali Albayrak ve Nazım Hikmet araştırmalarıyla tanınan bir biyografi yazarı ve Berlin.

Şeytan, Melek ve Komünist (Şubat 2011, Doğan Kitap) elinde Nazım Hikmet ve Türkiye Komünist Partisi ile ilgili belgeler olduğunu söyleyen birinin çağrısı ile yazarın Berlin’e gelmesi ile başlıyor. Hiç tanımadığı, ismini bile öğrenemediği, sadece ses tonundan yaşlı biri olduğunu tahmin ettiği adamla buluşup ne olduğunu bilmediği belgeleri alacaktır.

Kurfürstendamm’da bir otele yerleşen yazar buluşmayı beklerken karlar altında sokaklarda yürür, cafelerde bir başına oturur ve Berlin’deki eski günlerini anar. Duvar varken kentin nasıl olduğunu hatırlar. Nazım Hikmet’in Berlin’de geçirdiği günleri düşünür, Duvar’dan hiç sözetmemiş olduğuna dikkati çeker.

Nazım Hikmet yurtdışına kaçışından itibaren çeşitli kereler Berlin’e gelmiş ama eserlerinde Berlin’in izini bulamıyoruz. Ünlü “Otobiyografi” şiiri gibi bazı eserlerini orada yazdığını biliyoruz. Dünya Barış Konseyi’nin üyesi olarak toplantılara katıldığı ve kısa süreler kaldığı için olsa gerek kenti tanıma fırsatı bulamamış.

Eski günlerini hatırlamaya başlaması ile birlikte de Berlin romanın önemli bir kahramanı olarak belirmeye başlar. İlk buluşmanın gerçekleşmemesi ile de Berlin anlatımı iyice detaylanır. Yazar, Wannsee kıyısındaki yazarlarevinde geçirdiği günleri uzun uzun anar, bölgenin tarihi geçmişine uzanır. Anlatımın uzunluğu ve ayrıntılılığından Nedim Gürsel’in de hayatında Berlin’in yerinin çok önemli olduğunu anlıyoruz. 2006’da yayınlanan Çıplak Berlin kitabında adında da anlaşılabileceği gibi geçmişi ve bugünüyle Berlin’i konu etmiş, bu romandakini hatırlatan yerleri ve konuları kendini merkeze alarak anlatmıştı. Tekrar Berlin’i, bu kez bir roman kapsamında uzun uzun ele alması kentle hesaplaşmasını bitiremediğini düşündürüyor.

Yazar, Wannsee anlatımını nihayette bizim umduğumuz gibi beklenen buluşmaya değil orada yaşadığı günlerde bir barda tanışıp âşık olduğu şarkıcı İpek’le gerilimli ilişkisine bağlıyor. İpek’i hatırlayınca da Berlin’in Türk yanını, Kreuzberg’i anlatmadan edemiyor. İsminden başka her şeyi sert ve acı olan İpek’le sado-mazo bir ilişkiye girmiş. İpek etken, belirleyici, yazar edilgen bir rol almış. İpek onu hem seviyor hem dövüyor.

Yazarın Berlin’i tanıtması, eski günleri ve sevgilisi İpek’i anması tamamlanınca, 83. sayfada gerçekleşiyor buluşma. İsmini vermeyen, kendisine “komünist” ya da “melek” denmesini isteyen yaşlı adam derin bir sohbete girmeden, bir içki içip, Nazım Hikmet’le ilgili belgeleri verip gidiyor. Belgeler denen, yaşlı adamın Doğu Alman istihbarat örgütü Stasi’ye verdiği jurnallerin notları. “Melek” TKP’nin görevlendirmesiyle Nazım Hikmet’e sürgün yıllarında hem şoförlük hem korumalık yapmış, yolculuklarında eşlik etmiş, Nazım Hikmet’in “canlı pasaportum” ya da “gölgem” diye adlandırdığı kişi.

Bu jurnalleri okumak için biraz daha sabretmemiz, bu kısa buluşmanın yazarda yarattığı çağrışımları okumamız gerekiyor. Yazar günlerdir heyecanla beklediği dosyayı hemen açıp karıştırmak yerine, otele bırakıyor ve kendini karlı sokaklara vuruyor. Spartakist ayaklanmayı, Rosa Lüksemburg’un yakalanıp öldürülmesini, Nazım Hikmet’in şiirine konu olan spartakist Sadık Ahi’yi, Spartakist Türkleri hatırlıyor, anlatıyor.

Nihayet 121. sayfadan itibaren yazar sözü bırakıyor ve kendine “Melek” denmesini isteyen ama jurnallerini “Şeytan” diye imzalayan adamın raporlarını okumaya başlıyoruz. Melek-Şeytan, Nazım Hikmet’i 1938’de Harbokulu davasında tanıdığında hayran, hatta âşık olmuş. Bu karşılıksız aşk zamanla nefrete dönüşmüş. Nazım Hikmet’e yaklaşımı TKP’nin o zamanki görüşlerinin çizgisinde, bir aşağılama ifadesi olarak “Troçkist” olarak niteliyor, partinin yararlanması ama arasına almaması gereken biri olarak değerlendiriyor, her sözünü, hareketini ve tabii yaşam biçimini dönemin sosyalist düzenine, ahlakına, Sovyetler Birliği’ne aykırı görüp, rapor ediyor.

Şeytan imzalı raporlar Nazım Hikmet’in yurtdışına kaçış öyküsü ile başlıyor. Esas olarak Avrupa kentlerine yaptığı geziler anlatılırken, Nazım Hikmet’in Stalin’i ve yönetimini önce övüp sonra eleştirmeye başlaması, TKP ile ilişkileri gibi siyasi konular da ele alınıyor. Şeytan’ın bu raporları ciddiye alınsa Nazım Hikmet’in başı tam anlamıyla belaya girer, kendini Sibirya’da bulabilir. Dış düşmanlar kadar iç düşmandan da korkan, hemen herkesin rejime zarar vereceğine inanıp, en küçük ve iyi niyetli bir eleştiriyi bile rejim düşmanlığı olarak gören bir anlayış için içi dışı bir, aklına geleni sonu ne olur diye tartmadan söyleyen biri olarak Nazım Hikmet kolayca “rejim düşmanı” olarak damgalanabilecek bir kişi.

Nedim Gürsel, “Şair ile Şeytan” başlıklı bu bölümde Nazım Hikmet’in sürgün yıllarını aslına sadık kalarak izlemekle kalmamış, şairin TKP ile ilişkilerini, partinin onu hem örgütten uzak tutmak hem de ününden ve etkisinden yararlanıp kendi amacı için kullanmak anlayışını da oldukça gerçekçi yansıtmış.

Nazım Hikmet’in partiyle ilişkileri incelemeye ve üzerinde düşünmeye değer. 1921’de Sovyetler Birliği’ne giden Nazım Hikmet, orada sosyalizme inanmış ve 1924’de TKP’li olarak dönmüş. 1925’de TKP’nin İstanbul’da yapılan kongresine katılmış. İstanbul’da, İzmir’de parti faaliyeti sürdürmüş. 1929’da parti yönetimini eleştirmeye başlamış. Bu sırada yapılan büyük tevkifat sonrasında yönetim boş kalınca yedi arkadaşıyla bir toplantı düzenlemiş ve kendilerini parti yönetimi ilan etmiş. Parti iki başlı hale gelmiş. 1935 aralığında parti yayınında kendisinin partiden atıldığını okuyor. 1938’de de romana konu olan Kara Harb Okulu ve Donanma Davaları ile 30 yıl hapis cezası alıyor. 1951’de Türkiye’den kaçtıktan sonra esas olarak Dünya Gençlik Festivallerinde ve Dünya Barış Konseyi’nde görev alıyor. Çeşitli ülkelere ziyaretleri genellikle bu kuruluşların toplantılarına katılmak amacıyla. Ancak 1958’de tekrar TKP’de görev alıyor. Partinin yayın organı Bizim Radyo’nun kuruluşuna katkıda bulunuyor, sürekli programlar yapıyor. 1962’de TKP’nin Dış Bürosunda yer alıyor. Nedim Gürsel Şeytan, Melek ve Komünist’te Nazım Hikmet’in parti ile gerilimli ilişkilerinde çok fazla ayrıntılara girmemiş. Melek-Şeytan’ın raporlarına yansıyan kuşkucu hatta düşmanca bakış ile bu durumu yansıtmayı tercih etmiş.

Üçüncü ana bölüm “Ali Albayrak” adını taşıyor. “Ali Albayrak” Melek-Şeytan’ın gerçek adı (s. 263’de Ali Alpaslan olarak yazılmış). Günlük hayatı içinde geriye dönüşler ve anımsamalarla Melek-Şeytan’ı tanımaya başlıyoruz. Babası belirsiz, annesinden sevgi görmemiş bir çocukluk yaşamış. Sevgisiz ortamdan kaçıp bir anlamda sığındığı askeri okulda arkadaşlarının baskı ve şiddetine uğramış, eşcinsel olmuş, diğer yandan tek eylemi Nazım Hikmet’in şiirlerini okumak olan gruba katılmış, kısa sürede yakalanıp yargılanmış, hapisten çıktıktan sonra yalnızlıktan kurtulmak arzusuyla partiye katılmış (bir anlamda sığınmış), tüm hayatını partiye göre belirlemiş, öyle yaşamış. Partide hep küçük görevler almış, yükselip önemli yerlere gelmemiş, gelememiş. Romanda Ali Albayrak’ın parti içindeki faliyetleri, kilkleşmelerde nasıl tavır aldığı gibi ilginç olabilecek konular anlatılmıyor, esas olarak Nazım Hikmet’le ilişkisi veriliyor. Bu ilişkiden de kötü, sinsi, ikiyüzlü bir adam portresi çıkıyor. Bulduğu ilk fırsatta üstlerine yaranmaya ve sevdiğini söylediği aslında kıskandığı, öfkelendiği insanlardan öç almaya çalışıyor. Geçmişte bu Nazım Hikmet olmuş, bugün de çok sevdiğini söylediği yeğeni Çelik. Stasi’ye yaranmak amacıyla 1980 askeri darbesi sonrası devrimci mücadeleye katılmak için Türkiye’ye giden Çelik’i ihbar etmekten kaçınmıyor. Sınırda yakalanan Çelik, işkencede ölüyor.

Son bölüm “Melek ile İpek”de adından anlaşılacağı gibi Melek-Şeytan’ın yolu “Hızmalı” dediği İpek’inki ile kesişiyor. Aynı sokakta bile yıllarca karşılaşmamak, tanışmamak mümkünken bu tanışma biraz zorlama gibi geldi bana. Bu tanışma sayesinde İpek’in eski hayat tarzını sürdürdüğünü öğreniyoruz.

Nedim Gürsel Şeytan, Melek ve Komünist’te Nazım Hikmet’in yurtdışında geçen günlerini Berlin betimlemeleri ile anlatırken romanına kahraman olarak seçtiği Melek-Şeytan’ın kötücül ruh halinin temelindeki nedenleri araştırıyor, insanını niçin “kötü” olduğunu anlamaya, anlatmaya çalışıyor.

03.03.2011

Yorumlar