Ada’daki Ev


Nilüfer Kuyaş Ada’daki Ev’de (Eylül 2011, Can yay.) 70’li yılların sonunda, siyasi olayların yoğun olduğu günlerde bir çok genç ölümden ve polisten kaçarken kendinden kaçmak için uzun bir hesaplaşmaya girişen genç bir kadının öyküsünü anlatıyor.
Romanın kahramanı Esra, gerilimli, gel gitlerle dolu bir ilişki yaşadıktan sonra sevgilisi Ayhan’ndan ayrılmış, ABD’ye gidecektir. Yurtdışına gitmek için beklerken zamanını ailesinden ayrı, Büyükada’da geçirmeye karar vermiştir. İlk kez yalnız yaşayacak, kendine ait bir evi olacaktır. Aslında onun istediği aile ve çevre baskısına aldırmadan sevgilisi ile birlikte yaşayacakları bir evdir. Ama Ayhan duygusal olarak oldukça muhafazakar yapılı bir gençtir, evlenmeden bir evde yaşamak bir yana iki sevgilinin sevişmesi bile onun aklına yatmamaktadır. İlişkilerinin ayrılığa varmasının nedenlerinden biri de Ayhan’ın bu tavrıdır. Esra, sevgilisiyle hiçbir kayıt ve şart altına girmeden özgürce beraber olamak, aşkını tinsel olduğu kadar tensel de yaşamak ister. Ama Ayhan, Esra’nın bu arzularını karşılıksız bıraktığı gibi, sık sık reddeder ve hatta onu eleştirir. Yani kadın – erkek ilişkisinde Ayhan ve Esra geleneksel kalıpların aksine tam anlamıyla ters konumlardadır. Zaten başlangıçta Ayhan’a ilgi duyan, onunla ilişki kuran ve sevgili olmak için girişimlerde bulunan da Esra’dır. Ayhan hep kendini geri çeker. Bu hali Esra’nın ona daha çok bağlanmasına neden olur.
Ayhan’da aradığı sevgiliyi bulan ama bunu cinselliğe dönüştüremeyen Esra bu eksiği üniversiteden arkadaşı Ömer’le tamamlar. Ama, Ömer’in Esra’dan geleceğe yönelik bir talebi yoktur. Ne evlenmek ne de uzun birliktelikten söz eder aksine an’ı yaşamakla yetinir. Esra idealindeki adamın Ömer’le Ayhan’ın karışımı olduğunu düşünür. Onların öyküleri Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı değil, Esra ile Ayhan ve Ömer’dir.
Ömer’le Ayhan tanışıp dost olunca da bir ayağı aksak bir aşk üçgeni kurulmuş olur. Öte yandan iki erkek ilk tanışmalarından itibaren arkadaş olur. Ayhan’ın Esra’yla ilişkisi olduğunu hissetmesine rağmen Ömer’le bu denli yakınlaşması Esra’yı rahatsız eder ama istese de onların dostluklarını bozmayı başaramaz.
Adada derme çatma, gecekondu bozması bir ev tutar. Adanın kültürel renkliliğini yansıtan özelliklerdeki komşular birer birer gelir ve Esra ile tanışır. Atina’dan gelmiş felsefe öğrencisi Vassiliki, İsrail’de annesi ölünce bir akrabasının yanına kalmaya gelen Liat, evin eski kiracısı yazar Aysel’i umutsuz bir aşkla bekleyen şair Asaf, doğurmak üzere olan peynir düşkünü kedi Uga, Esra ile hemen arkadaşlık kurarlar. Esra’nın kardeşi Erhan, kardeşinin balerin sevgilisi Lale, gazetecilik mesleğinde ilk adımlarını atan arkadaşı Nedret ve nişanlısı Bülent ve nihayet Ömer ve Ayhan bu büyük tabloyu tamamlar. Onlar da yetmez Esra’nın anne babası da gelir ve onların ayrı bir romanda işlenebilecek kadar derinlikli olabilecek öyküleri de anlatılır.
Ülkedeki politik gerginlikten, ölümlerden, kaçaklardan, sıkıyönetim bildirilerinden, kimlik kontrollerinden, sigara karborsasından, yağ ve gaz kuyruklarından, elektrik kesintilerinden uzakta, izole bir hayat vardır adada. Kuşkusuz bu görüntünün oluşmasında Esra’nın sadece kendine odaklanan anlatısının da payı var. Ama yaşanan gerçeklikten kaçmak mümkün değildir. Evi bulmasını sağlayan Nuran ve kocası arananlar listesindedir. Yakalandıkları haberi gelir. Romanın siyasi ortamla esas ilgisini bu olayları kaleme alan Nedret ve onun yazdıkları kurar. Esraların evinde çalışan Gülbeyaz’ın candostu, teyze kızı Fadim’in büyük oğlu İlyas solcu, küçük oğlu İsa sağcıdır. İlyas’ın öldürülmesindeki İsa’nın rolü ve Fadim’in dramı da Nedret’in konusu olacaktır. Ama, ülke çapında yaşananların tam anlamıyla romana yansımadığını söylemeliyim. Zaten bu gerekli de değil ama yeterince anlatılmayınca da tam işlenmemişlik duygusu doğuyor. Fadim’in dramı anlatılmasa bir şey eksilmezmiş gibi. Hele Fadim’in kocası Süleyman’ın da acısını yaşamak için adaya gelmesi biraz zorlama.
Esra geçmişle hesaplaşma işine yoğun olarak dalmasa, korkuları ile yüzleşmek zorunda kalmasa mutlu bir ada hikayesi okuyacaktık kuşkusuz. Ama yatak odasında korkularının simgesi olarak durmakta olan böcekle birlikte ev hem onun sığınağı hem de hapishanesi oluyor. Adada tüm ruhsal baskılardan kurtulup güzel bir yaz geçirdikten sonra, üzerinde maddi ve manevi hiçbir yük olmadan Amerika’ya gidip yeni bir hayat kurmayı arzulayan Esra bu evde geçmişiyle büyük bir hesaplaşmaya giriyor. Bu hesaplaşma da sonuç itibariyle bir ruhsal bunalıma dönüşüyor ve Esra adadan ayrılamayacak bir ruh haline giriyor. Depresyon geçiriyor. Doktor yardımı alıyor.
Böcek imgesi kaçınılmaz olarak Kafka’nın Dönüşümü’nü, Gregor Samsa’sını çağrıştırıyor. Esra böcekleşmiyor, böcekten korkuyor, o nedenle evde tek başına yatamıyor ama onun zarar görmesini de istemiyor. Esra’nın hesaplaşmasını tamamlaması (iyileşmesi) ile birlikte böcek önemsizleşiyor ve ancak o zaman Esra böceğin öldürülmesinden fazlaca etkilenmiyor.
Nilüfer Kuyaş, romanı Feyyaz Kayacan’ın anısına adamış. Kayacan’ın şiirleri romanın ana yapısında önemli unsurlar olarak yer alıyor. Kayacan’ın romanın içinde ete kemiğe büründürüldüğü karakter de şair Asaf. Sempatikliği, sıcak kanlılığı ile Kayacan’ı hatırlatacak birçok özellik taşısa da Asaf tam anlamıyla onu yansıtmıyor. Zaten Nilüfer Kuyaş da romanın sonuna koyduğu notta “Romandaki karakter, Feyyaz Kayacan’ın portresi değil, sadece ondan alınmış özellikleri kullanarak yarattığım kurmaca bir karakter. Bu romanda onun sadece ruhu dolaştı” diyor. Asaf, kalbindeki deliğe rağmen bohem bir hayattan, içkiden, sigaradan, yemekten vazgeçmediği için ömrünün son günlerini yaşıyor. Esra ile benzer bir şekilde de psikolojik olarak adadan çıkamayacak durumda ve o da Esra’nın doktorunun gözetiminde.
Nilüfer Kuyaş, romanı başlangıçta ikili bir anlatımla geliştiriyor. Esra kendiyle hesaplaşmasını yaparken içsesi’ni duyuyor ve eski günleri, Ayhan’la yaşadıklarını bu sesin yardımıyla tekrar hatırlıyor. Bu ikili anlatıma önce Esra’nın günlük notları sonra da Ayhan’ın mektuplarından alıntılanan parçalar katılıyor. Esra’nın anlattığının aksine o satırlarda Ayhan’ı tutkulu bir aşık olarak buluyoruz.
Esra’nın evde eski kiracı yazar Aysel Akalın’ın “Ada’daki Ev” adlı öykü kitabını bulması ile anlatı yeni bir boyut daha kazanıyor. İlk baktığında boş sayfalardan oluştuğunu gördüğü kitapta bir süre sonra kendi ruh haline, hesaplaşmalarına, geçmişi deşmelerine dair hikâyeler bulmaya başlıyor Esra. “Sayfaları boş kitaptan okunan hikayeler”le daha önce başka anlatılarda da karşılaşmıştık. Esra’nın anlatımı ile gelişen romanın gerçekçi yapısı içerisinde ise postmodern bir fantezi olarak değerlendirilebilir bu kitap. Anlatım açısından bir katkısı yok. Esra babaannesinin hikayesini gerçekçi anlatımın içinde de çözüp bize anlatabilirdi.
Nilüfer Kuyaş iyi bir anlatıcı. Edebi nitelikli ama akıcı anlatımıyla merakla okunan bir anlatı kurmuş. Kuyaş'ın 27 Mayıs dönemini anlattığı ilk romanı Yeni Baştan (2007, Oğlak yay) büyük boy 695 sayfaydı. Ada’daki Ev 481 sayfa. Bu sayfa sayıları Kuyaş’ın uzun uzun anlatmayı sevdiğinin göstergesi. Ne yazık ki zamanımız bu kadar uzun anlatıları okumaya müsait değil. Birçok bölümde yazarın derdini iyi anlatmak için yazdığı anlaşılan tekrarlar var. Özellikle Esra’nın artık adadan gidebileceğini hissetmesinden sonra anlatının sarktığını düşünüyorum, Esra’nın doğum günü partisi ile 416. sayfada roman bitebilirdi. Tabii bu yazarın tercihidir.
Ada’daki Ev bir aşk öyküsü üzerinde gelişen, bir genç kadının kendisiyle hesaplaşmasının, kimliğini kazanmasının öyküsü. Bir kadını anlamak mümkün değildir. Nilüfer Kuyaş kadar derinlemesine anlatmak, kılcal damarlarına girmekse hiç kolay değildir. Ada’daki Ev çağdaş kadının iç dünyasına, gerilimlerine, tek başına ayakta durma çabasına içeriden ama açık yürekle, dobra bir bakış.
17.11.2011

Yorumlar