Mino'nun Siyah Gülü


Hüsnü Arkan, Mino'nun Siyah Gülü’nde (Ekim 2011, Kırmızı Kedi yay.) 60’lardan 80’lere darbelerin gölgesinde yaşanan aşkları bir Ege kasabasında yaşayan ailenin kadınlarının gözünden anlatıyor.
Mino'nun Siyah Gülü’nde birbirinden farklı zamanlarda mektuplarla, günlüklerle gelişen, farklı ağızlardan anlatılan anlatı katmanları var. Böylelikle Türkiye’nin üç farklı zaman dilimi 1960'lı yıllarda bir Ege kasabasında başlayan yasak bir aşk, 12 Eylül'ün hemen öncesinde başlayıp darbenin ardından yaşanan bir idamla son bulan kırık bir aşk ve 2007 yılında bunları hatırlayan iki kadının anlattıkları içiçe geçiyor, birbirini tamamlıyor. Mino, yeğeni Zehra ve Zehra’nın annesi romanın kadın anlatıcıları. Münevver’in sevgilisi Cahit de söz alıyor.
Zehra, halasının ölüm haberini alınca veraset işlemlerini yapmak üzere kasabaya dönmüştür. Halasının evine yerleşmesi ile birlikte anılar, geçmişte yaşadıkları belleğinde canlanır. Önce 12 Eylül’de idam edilen Hasan’ın öyküsünü okuruz. Romanın sayfaları ilerledikçe Hasan’ın idama varan hayat hikayesi ile birlikte birçok olay anlaşılacak, roman kahramanları arasındaki ilişkiler berraklaşacak ve roman günümüze kadar ulaşacaktır.
Zehra, halasının evini toparlarken bir yandan kendi geçmişini hatırlar, bir yandan da yaşadığı döneme göre çok farklı bir insan olan halasının öyküsünü çözer. Romana adını veren Mino (Münevver) asker baba ve ağabeyinin sıkı disiplinine başkaldırmış, onların kendisine uygun gördükleri yaşam biçimine (ev kadınlığı) karşı çıkıp kendi hayatını kurmuştur. 60’lı yıllarda genç bir kızın doğup büyüdüğü kasabayı terk edip İzmir’e yerleşmesi, yalnız yaşamaya başlaması pek sık görülemeyecek bir olaydır. Münevver ağabeyinin okumasını engellemesini kendi kendini eğiterek aşmış, yalnız yaşayan, edebiyata meraklı, resim yapmayı seven bir kadın olarak hayatını sürdürmüştür. Bu mücadelesinde ağabeyinin eşi, yengesi hep ona destek olmuştur. Mino’nun mektuplarından izlediğimiz yenge görümce ilişkisine dışarıdan bakıldığında iki kadının arasında bir aşk varmış gibi görünse de aslında bu büyük bir sırdaşlıktır. Zehra, halasıyla annesinin arasındaki sırrı ancak 2007 yılında, evde bulduğu mektuplar ve fotoğraflardan anlayabilecektir. Mino, evli çocuklu bir adama âşık olmuş, onun uğruna aileyi, kasabayı terk etmiş, İzmir’e yerleşip ondan çocuk yapmıştır. Bu yıllarca süren yasak aşk sırasında da ailenin ve kocasının tüm olumsuz tavırlarına rağmen Zehra’nın annesi Mino’ya destek olmuştur.
Romanın ikinci katmanının, 12 Eylül Darbesi sırasında yaşananların ardında da gizli bir aşk hikâyesi var. Aile üyelerinin sezdikleri ama kısa sürdüğü için adlandırılmamış bir aşk hikâyesi. Zehra’nın dedesinin kasabadaki evinde geçen çocukluğu sırasında iki yakın arkadaşı var. Bunlar, ailenin işlerini yapan Nuri Amca ve Gülizar Teyze’nin çocukları Hasan ve Halime. Zehra’nın babasının asker olması nedeniyle çeşitli yerlere tayin olsalar da arkadaşlıkları sürüyor ve üniversite yıllarında Zehra ile Hasan tekrar karşılaşıyorlar. Zehra, Hasan’a çocukluğundan beri âşık olduğunu anlıyor. Hasan da Zehra’yı karşılıksız bırakmıyor. Ama aşkları Hasan’ın siyasi faliyetleri nedeniyle yakalanması ve yetersiz delillerle yargılanıp idam edilmesi ile son buluyor. Zehra, Hasan’a olan aşkını kalbine gömüyor, Hasan’ın kendinden yaşça büyük avukatı ile evleniyor.
Bu kırık ya da yasak aşk hikâyelerini Türkiye’nin geçmişindeki darbeler birbirine bağlıyor. Çünkü Zehra’nın asker babası Cemil 27 Mayıs, Talat Aydemir’in 63’deki başarısız girişimi, 12 Mart 1971 ve nihayet 1980 darbelerinde çeşitli roller alıyor. Bazen darbeci bazen mağdur oluyor.
Hüsnü Arkan’ın bestelerini çağrıştıran bir anlatımı var. Oya gibi işlenmiş, küçücük ayrıntılardan bütüne doğru yönelen bir anlatım. Bağırmıyor, gerilimler yaratmıyor ama okura iletmek istediği hissiyatı da iletiyor. Sürekli yeni merak unsurları yaratarak, yeni sırların peşine düşürerek merakla okunan bir yapıt sunuyor.
Son yıllarda roman iyice popülerleşince okurun algısı da ilkelleşti. Romanlarda yaşanmışlık, gerçeğe birebir uygunluk aranıyor. Yapısal ya da biçimsel denemeler hoş karşılanmıyor, kronolojik bir biçimde gelişen, birinci tekil şahıs ağzından anlatılan romanlar talep ediliyor. Kadın bir yazarın erkek gözüyle, erkek bir yazarın kadın kahramanların bakışından, ağzından yazması garipseniyor. Mino'nun Siyah Gülü’ne de bu yargılarla yaklaşılacaktır. Çok katmanlı anlatımın okuma güçlüğü yaratmadığını söylemiştim. Kadın gözüyle yazmaya gelince, ilk sayfalarda Zehra’nın anlatımı cinsiyetsiz hatta erkeksi görünse de romanın genelinde erkek yazarın kadın ağzından yazması rahatsız etmediği gibi sayfalar ilerledikçe bir avantaja dönüşüyor. Kadınlar ince şeylere dikkat eder, ayrıntılar üzerinde durur, irdeler, didikler. Hüsnü Arkan, kadınlara has bu özellikten yararlanmış. Mino'nun Siyah Gülü altmışlardan günümüze uzanan Türkiye tarihini, darbelerin, özellikle 12 Eylül’ün yüreklerde açtığı yaraları, yasak ya da kırık aşk hikâyelerini tamamladığı bir atmosferde ustaca anlatmış.
24.11.2011

Yorumlar