Son Okur


David Toscana türkçede yayımlanan ilk romanı Son Okur’da (Ocak 2012, çev. Pınar Savaş, Kırmızı Kedi yay.) hayatı okuduğu romanlardaki olaylarla, sahnelerle karşılaştırarak, roman kahramanlarının tavırlarına göre yorumlayan birinin öyküsünü anlatıyor.
Lucio, Meksika'da gözlerden uzak, ücra Icamole adlı bir köyde yaşamakta, hayatını kitap okuyarak geçirmektedir. Köy kitaplığında görevlendirildiğinde kitaplarla tanışmış, kitaplık okursuzluktan kapatıldıktan sonra da fahri olarak bu görevi yürütmüş, köyün son okuru olarak kitaplıktaki tüm kitapları okumaya, tasnif etmeye devam etmiştir.
Köye tam bir yıldır yağmur düşmemiştir. Köylüler taşıma su ile susuzluğa çözüm bulmaya çalışmaktadır. Kuyusu kurumamış tek köylü ise Lucio’nun oğlu Remigio’dur. Yalnız yaşayan Remigio bir gün kuyusunda 13 yaşında iyi giyimli, oldukça güzel bir kızın cesedini bulur. Suyun kirlendiğine, artık kullanılmayacağına üzülürken bir yanda da katil olarak cezalandırılmaktan korkar. Babası kızı bahçedeki armut ağacının dibine gömmesini öğütler. Böylelikle hem suçtan kurtulacak hem de kızın çürüyen bedeni ağacı besleyecek kuraklığa rağmen çok lezzetli armutlar yetişecektir.
Lucio, bu fikri en sevdiği romanlardan birinden almıştır. O romandaki Babette adındaki genç kız da güzelliği ile insanları etkilemiş ve bir gün de bir kapı önünde kaybolmuş, katil kızı öldürüldükten sonra elma ağacının dibine gömmüştür.
Olayların seyri köye soruşturma için jandarmanın gelmesi ile gelişir. Lucio, oğlunu kollamak için yalan ifade verir ve köye su getiren komşusunu katil diye ihbar eder. Bir süre sonra da küçük kızın annesi gelir. Acılı annenin tek öğrenmek istediği kızının hayatta olup olmadığıdır. İyi bir okur olduğu anlaşılan anne ile kitaplar hakkında sohbet ederek dostluk kuran Lucio, kadının kimseyi suçlamak niyetinde olmadığını anlayınca Babette’in öyküsünden söz ederek o roman üzerinden gerçeği açıklamış olur.
David Toscana, romanını bu olay örgüsü üzerinde kurup okuru cinayet olayı çözülecek mi, gerçek katil bulunacak mı gibi sorularla romana bağlıyor. Ama asıl anlatmak istediği başka bir şey. Çevirmen Pınar Savaş’ın kitabın girişine yazdığı notta belirttiği gibi “Son Okur, tarihin ve yaşamın ancak edebiyatla kavranabileceğini, her şey çözülüp gittikten sonra yalnızca anlatmaya değer bir hikayenin baki kalacağını anlatıyor.”
Lucio’nun okur olarak eylemi ve okumaları sırasında romanlar hakkında yaptığı acımasız eleştirilerde de aynı notta belirtildiği gibi “İyi yazılmış, okuru ele geçirmeyi, baştan çıkarmayı becerebilen romanlara bir övgü, laf kalabalığıyla dolu kötü anlatılara ise acımasız bir yergi” var.
Diğer eserleri nasıldır bilemem ama David Toscana Son Okur’da Latin Amerika’nın artık alışıldık gelen “büyülü gerçekçilik”ine tamamen ters bir anlatı oluşturmuş. Büyülü Gerçekçiliği kendi silahıyla vurmuş, büyüyü bozmuş, geriye gerçek kalmış. Yazar bu tavrını türkçeye sert gerçekçilik olarak çevirebileceğimiz “realismo desquiciado” anlayışı olarak tanımlıyor. Klasik romanlarda alıştığımız diyalogların tırnak içinde ya da konuşma çizgisi ile belirtilmesi yerine metnin içine yedirilmesi diyaloğu anlatıyla, öyküyü hayatla bütünleştirme arzusundaki bu eğilimin sonucu. Çevirmen Pınar Savaş, metinin getirdiği bu tavrı türkçede başarıyla yansıtmış. Keyifle okunan ama metnin orijinaline sadık bir çeviri çıkmış ortaya.
01.03.2012

Yorumlar