Düşünce ve ifade özgürlüğü alanında birbirinden iç yakıcı
gelişmelerle geçti yıl. Yazarlara, yayıncılara, gazetecilere ve aydınlara
yönelik tutuklamalar, yayınlama özgürlüğüne yönelik yasaklamalar, sansür
anlamına gelebilecek uygulamalar, oto sansürü kökleştirecek baskılar daha önce
görülmemiş boyutlara ulaştı.
12 Eylül Darbesi günlerindeki gibi hakkında yasal bir karar
olmayan kitapların suç delili olarak silahlarla birlikte sergilendiğini gördük.
Daha da ileri gidilerek yayınlanmamış kitap ve çeviri taslakları örgüt dokümanı
olarak sunuldu. Hatta kitap listeleri bile suç delili olarak gösterildi. Hiçbir
yasada yer almamasına rağmen bastığı kitaptan dolayı hapis cezası alan
matbaacı, yayınevinin ajandasının sayfa düzenini yaptı diye yargılanan
grafikerler var.
Halil Gündoğan’ın cezaevinde yazdığı “Metris’ten Munzur’a
Bir Firarinin Öyküsü” adlı kitabın ikinci cildinin taslağı “sakıncalı mektup”
olarak değerlendirilip imhasına karar verildi. Gazeteci Zeynep Kuray’ın evinden
çıkan flaş bellekde bulunan çeviri taslağı iddianameye delil olarak girdi. Berdan
Matbaası'nın sahibi Sadık Daşdöğen'e, 'matbaacının yazarın yerine geçtiği'
varsayımıyla, “örgüt propagandası”ndan 1 yıl hapis ve 782 TL para cezası verildi.
Birçok üniversite öğrencisinin evlerinde, bazı derneklerin kitaplıklarında
bulunan ve haklarında hiçbir yasal karar bulunmayan kitaplar örgütsel döküman
olarak gösterilerek terör örgütü üyesi olmakla suçlandı. Kitap bulamadıklarında
kitap listesi bile suç delili olabilmiş. Metis Yayınları’nın “inanmama hakkı”
konulu “2010 İllallah Ajandası” hakkında açılan davada yayınevi yönetmeni,
editörler, grafiker ve düzeltmen yargılanıyor. Herhangi bir yasa maddesinde
yeri olmadığı gibi dünyada hiç görülmemiş bir uygulama. Tüm bu davalarda
yargılanan kişilere ve onların konumunda olanlara bildirilen mesaj; “kitap
okumayın, evinizde kitap bulundurmayın, okunacak kitaplar listesi bile yapmayın”,
“yargılanacağından çekindiğiniz kitapları çevirmeyin, editörlüğünü, grafikerliğini
yapmayın ve tabii basmayın”, “çünkü yasalarda yeri olmasa da yargılanırsınız!”
Yani oto sansür uygulamaları isteniyor. Kitaba dokunursan yanarsın, deniyor.
Terörle Mücadele Yasası’nın 6 ve 7. Maddeleri en geniş
yorumlarla uygulandı ve tüm muhalifleri kapsar hale getirildi, tutuklanan
gazetecilerin sayısı yüzü, partili, akademisyen, öğrenci ve avukatların sayısı
binleri aştı. Gazeteciler için “basın suçundan değil teröristlik, hırsızlık,
tecavüz gibi suçlardan yargılanıyorlar” dendi, sayı azaltılmaya çalışıldı. Oysa
o listelerde Ergenekon, KCK, Devrimci Karagah gibi davalarda yargılanan birçok
yazar yer almıyordu, yani liste eksikti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aleyhte kararlarına rağmen
Türk Ceza Kanunu’nun birçok maddesi düşünce özgürlüğünü engelleyici bir biçimde
uygulanmaya devam ediyor. 301. Maddeden yargılamalar sürmekte. Türk Ceza
Kanunu’nun müstehcenlik suçunu düzenleyen 226. Maddesi ile Dünyanın en ünlü
yazarlarından William S. Burroughs ve Chuck Palahniuk’un kitaplarının edebiyat
eseri olup olmadığı sorgulanmakta. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu
Başkanlığı 110 bin internet sitesini sahiplerine haber vermek gereği bile
görmeden yasakladığını açıklıyor. Sanatı da terörün bir parçası sayan
açıklaması ile dikkati çeken İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 1952’den bugüne
çeşitli mahkemeler tarafından haklarında toplatma, yasaklama ve yayın durdurma
kararı verilen yayın sayısının 22 bin 601 olduğunu, toplama kararı kaldırılan
yayın sayısının ise 529’da kaldığını bildiriyor. Basın davalarındaki artış ve
eleştirilerin hakaret olarak kabul edilip dava açılmasının bizzat başbakan ve
hükümet üyeleri tarafından özendirilmesi dikkati çekici boyutlarda. Cumhuriyet
yazarı Bekir Coşkun’un “Paşa” başlıklı yazısı üzerine Başbakan “O zatın kaleminde
pislik akıyor” diyerek “Tüm paşalar dava açmalıdır” diye çağrıda bulundu ve
Genelkurmay da dava açtı (bkz. haber7.com).
Terörle Mücadele ve Basın Kanunları yanında Türk Ceza Kanunu
düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyecek onlarca madde ile dolu. Geçtiğimiz
yıl yazarların, yayıncıların, gazetecilerin ve akademisyenlerin sadece Türk
Ceza Kanunu’ndaki bazı maddelere dayanarak hangi gerekçelerle yargılandıklarına
bakarsak düşünceyi ifade etmenin yolunun kalmadığını da görürüz. “Onur, şeref
ve saygınlığı rencide etme, İntihara teşvik ve yardım (Madde: 84), Kamu
görevlisine hakaret (Madde: 125), Haberleşmenin gizliliğini ihlali (Madde:
132), Özel hayatın gizliliği (Madde: 134), Suçu ve suçluyu övme (Madde: 215),
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik (Madde: 216), Basın yoluyla kamu barışına karşı
işlenen suçlar (Madde: 218), Soruşturmanın gizliliğini ihlali (Madde: 285),
Soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde ses ve görüntü kaydı (Madde: 286), Adil yargılamayı
etkilemeye teşebbüs (Madde: 288), Cumhurbaşkanına hakaret (Madde: 299), Temel
milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama (Madde: 305),
Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik (Madde: 217), Kanunun suç saydığı
fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgütün propagandasını yapmak (Madde:
220), Şapka ve Türk harfleri hakkındaki kanunlara aykırı davranış (Madde: 222),
Müstehcenlik (Madde: 226), Görevi kötüye kullanma (Madde: 257), İftira (Madde:
267), Yalan tanıklıkta bulunma (Madde: 273), Suçluyu kayırma (Madde: 283),
Uygulama örneklerine bakarak silahlı örgüt üyesi olmak (Madde: 314), Devletin
güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme (Madde: 327), Devletin güvenliğine ve
siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama (Madde: 329), Yasaklanan
bilgileri temin (Madde: 334), Yasaklanan bilgileri açıklama (Madde: 336).”
(Kaynak; Hüsnü Öndül, İHOP 2012 Raporu).
Diyorlar ki; “Ne var, yargılanırsınız, aklanırsınız!” Mevcut
sistemimizde yargılanmak da, aklanmak da pek kolay değil. Birçok yazar,
yayıncı, gazeteci, aydın ve yüzlerce öğrenci neyle suçlandıklarını bilmeden,
aylarca, yıllarca hapiste yargılanmayı bekliyor. Uzun yargılanma sürelerinin,
cezaevlerinde, mahkeme koridorlarında geçirilen sürelerin yargılanmadan
cezalandırılmak olduğu ortada. Yayıncı, yazar Ragıp Zarakolu’nun
yaşadıkları, Ergenekon, KCK, Devrimci Karargah örgütü gibi içine hemen herkesin
dahil edildiği ve insanların neyle suçlandığını bilmeden yıllarca hapis yattığı
davalar çarpıcı örnekler.
Düşünce özgürlüğünün engellenmesi sadece yasal yollardan
değil toplumun her kesiminde yaygın olarak uygulanan bir alışkanlık haline
getirilmeye çalışılmakta. İstanbul Metrosu’nda Zülfü Livaneli’nin Livaneli’nin
“Engereğin Gözündeki Kamaşma”sının çizgi roman uyarlaması “Harem”in tanıtım
afişlerini kitabın kapağını “müstehcen” bulduğu için sansürleyen müdürden, Samsun
19 Mayıs Üniversitesi'nde "kitap takas standı" açan 7 öğrenci
hakkında soruşturma açtıran rektörden,
inançlarına aykırı bulduğu Bahadır Baruter’in karikatürünü yayınlayan Penguen
dergisini kundaklayan okura, beğenmediği kitabı satan kitapçıyı basıp tehdit
eden partiliye kadar geniş bir yelpaze var. Muhalif hatta yandaş gazetecilerin,
köşe yazarlarının hükümetin politikalarını eleştiren yazı ve haberlerinden
dolayı işlerinden çıkartılmaları, hedef gösterilmeleri gündelik bir olay halini
aldı. Nuray Mert, Banu Güven, Mehmet Altan, Cüneyt Ülsever, Ece Temelkuran, Özdemir İnce, Can Dündar ve
Ruşen Çakır ve son olarak Yeni Şafak’tan Ali Akel iktidarın tepkisini aldıktan
sonra baskıya uğrayan, işten ayrılmaya zorlanan, programları durdurulan,
köşelerinden olan gazetecilerin sadece birkaçı.
Türkiye’deki tepkilere, açıklanan raporlara kulaklar
tıkandığı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı aleyhte kararlara,
Avrupa Birliği’nin, ABD’nin yöneticilerinin, Dünya çapındaki Düşünce Özgürlüğü
kuruluşlarının verdikleri demeçlerdeki, yayınladıkları raporlardaki çağrılarına
da karşılık verilmemekte, uluslararası yükümlülüklere uyulmamakta ve verilen
sözler tutulmamaktadır. Paul Auster gibi boş bulunup bu konuda fikir beyan
edenlerin sonu da sıkı bir fırça yemektir. Uzun tutuklama sürelerini önleyecek,
adil yargılamayı sağlayacak yasa değişiklikleri halen yapılmamıştır. Terörle
Mücadele Yasası’nın kaldırılması bir yana düşünce özgürlüğünü açıkça engelleyen
maddelerinin değiştirilmesi bile telaffuz edilmemektedir. Bu durum da düşünce
ve ifade özgürlüğünü engelleyici uygulamaların artarak süreceğini, gelecek
yıllarda daha çok yazarın, yayıncının, gazetecinin, akademisyenin ve öğrencinin
tutuklanacağını düşündürmektedir.
Gerçek demokrasinin karşıt fikirlerin serbestçe ifade
edildiği, insanların beğenmeseler dahi bu görüşleri hoşgörü ile karşıladıkları
bir rejim olduğuna inanıyoruz. Hükümeti, hakimleri, savcıları ve emniyet
kuvvetlerini bir kez daha uluslar arası anlaşmaların, Anayasa'nın düşünce
özgürlüğüne ilişkin getirdiği hükümlere uymaya; tüm siyasi partilerimizi ve
TBMM'ni TCK, TMY, Basın Kanunu ve ilgili diğer yasalarda ifade özgürlüğünün
önünü tıkayan tüm maddelerinin acilen değiştirilmesi için göreve çağırıyoruz.
* Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödül
Töreni açılış konuşmasının genişletilmiş metni.
14.06.2012
Yorumlar