Masumiyet Müzesi romandan müzeye
uzanan yapısıyla benzeri kolayca bulunamayacak bir proje ya da hayata geçmiş
bir yazar düşü. Orhan Pamuk Şeylerin
Masumiyeti’nde (2012, İletişim yay.) romanın müzeleşmesinin öyküsünü
1950’lerden 80’lere uzanan zaman diliminde İstanbul’daki gündelik hayatla,
kendi yaşamından parçalarla birlikte anlatıyor.
Masumiyet Müzesi’nin romanında Kemal, daha Füsun'la ilk
karşılaştığı andan itibaren onun dokunduğu, kullandığı eşyayı toplamaya
başlamıştır. Tüm yaşananları da topladığı bu eşyaya bakarak anlatır. Füsun'u
tamamen kaybeden Kemal, yıllar boyunca topladığı eşyayı sergileyeceği bir müze
açmaya karar verir. Böylece, yaşadığı yıllara bir anlam verebilecektir. Bu
müze, Fusünların Çukurcuma'daki evi olacaktır. Dünyanın belli başlı tüm küçük
müzelerini dolaşır, en uygun örneği bulur. Masumiyet Müzesi’ni inşa ettirir. Bu
müzenin kataloğu da roman biçiminde olacaktır. Yazması için Orhan Pamuk'a
başvurur. Orhan Pamuk'un bu teklifi kabul etmesi ile de roman yazılır.
“İlk başlarda resimli bir
ansiklopedik sözlük biçiminde hayal ettiğim bu kitaptaki maddeleri sırayla
okudukları zaman, okurlar bir roman okuduklarını da anlayacaklardı. (...) Bu
ilk haliyle roman, Keskin ailesinin ve Füsun’un eşyalarının üzerinden hikaye
edilen ansiklopedi görünüşlü bir aşk ve aile romanıydı.(...) Romanım,
1990’ların sonunda zengin ayrıntılarla uzun uzun notlandırılmış bir müze
kataloğu şeklindeydi. Tıpkı notlandırılmış bir müze katalogunda olduğu gibi,
önce bir eşyayı bir müzegezere tanıtır gibi okura tanıtıyor, sonra bu eşyanın
kahramanımızda uyandırdığı hatıralara geçiyordum” (s.15-17). Yazım sürecinde bu
yapı Orhan Pamuk’a yetersiz gelmiş, Kemal’le Füsun’un aşklarını yeterince ifade
edemeyeceğini düşünmüş. Ama müze “yapma” fikrinin karara dönüşmesini sağlamış.
Şeylerin Masumiyeti, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanında yapamadığı şeyin yazıya dökülmüş hali.
Çünkü artık bir müze ve içinde sergilenen eşya (şeyler) var. Onların öykülerini
roman yazma endişesine kapılmadan yazmak da nispeten daha kolay. Çünkü Şeylerin Masumiyeti müzenin katalogu
olsun diye kaleme alınmış. Orhan Pamuk, müze hayalini kurmasından başlayarak,
müzenin nerede olması gerektiğine karar vermesini, müzenin kurulacağı yapıyı
bulmasını, müzenin inşaatının başlamasını, aynı süreçte müzede sergilenecek
eşyayı toplamasını anlatarak başlıyor. Müze binasının bulunduğu yoksul,
bakımsız Çukurcuma mahallesinin yaşadığı değişimi, antikacılar, kafelerle dolu,
sanatçıların bohemlerin ilgisini çeken bir yer halini alışını anlatırken
aslında İstanbul’un yaşadığı değişimi de anlatıyor. Bu anlamda Şeylerin Masumiyeti, İstanbul (1. Baskı 2003, Yapı Kredi
yay.) kitabı ile de bağ kuruyor.
Ülkemizde modernleşme bir bellek
silme projesi olarak yaşanmış. “Şeylerin Katliamı” başlıklı bölümde Orhan
Pamuk, “Cumhuriyetin ürettiği görece laik yeni kuşaklar, Osmanlı kültürüne,
onun eşyalarına, eski yazı denen Arap alfabesiyle ve Osmanlıca’yla yazılı,
basılı her şeye karşı da ilgisizdiler. Ne bu eski dili ne de eski eşyaları
tanıyor, tanımak da istemiyorlardı” diyor. Geçmişten kalan her şeyi “yakarak,
yıkarak, eriterek” yok etme tutkusunun sadece modernleşenlere has bir şey
olmadığına inanıyorum. En muhafazakârlarımız bile konaklarını kat karşılığı
apartman yapılsın diye verdi, dededen kalma bakır kaplar plastik kovalarla,
leğenlerle değiştirildi. 50’li yıllardan itibaren yaşanan bu geçmişi tamamen
yok etme harekatı top yekün bir şey olmasaydı en azından muhafazakar kesimlerin
yaşadığı Fatih ve Üsküdar gibi semtlerde bir yerler, bir şeyler korunmuş
olurdu. İstanbul da bugünkü görünümünde olmazdı.
Orhan Pamuk, başlangıçta romanı
ve müzeyi birlikte geliştirmeyi planlasa da sonuçta önce roman yayınlanıyor (İlk
baskı 2008, iletişim yay.) sonra müze açılıyor (2012). Yani romanın müzesi
oluyor. Sanıyorum bunun dünyada bir benzeri yok. Çünkü, roman bir kurmaca. En
gerçekçi romanda bile kurmaca yan ağır basıyor, yoksa ortaya çıkan metin roman
olmaz anı olur, biyografi olur, en fazla “anı-roman”, “biyografik roman”
denilen melez ürünler ortaya çıkar. Oysa müze bir koleksiyonun son aşaması,
sergilendiği yer. Sözlüğe göre “Müze, sanat ve bilim eserlerinin
veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için
sergilendiği yer veya yapı.” Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi bu tanıma uymuyor,
bir başka deyişle tanımı değiştiriyor. Pamuk müzesinde kalabalıkları temsil
etmek değil tek tek bireylerin insanlığını ortaya dökmek istiyor (s.53). Bu
noktada tanıma aykırı bir şey yok. Tek tek kişiler için kurulmuş birçok müze var
ama bir roman için, o romanın kahramanlarının kullandıkları eşyayı sergilemek
için müze kurmak tanıma aykırı. Çünkü bu noktadan itibaren müze “kurmak” yerine
“yapma”ya başlıyorsunuz. Zaten Pamuk da hep “yapmak”tan söz ediyor.
Manifestosunu da “yeni müzeler
nasıl yapılmalı?” sorusuna cevap verebilmek amacıyla kaleme alıyor. 11 maddede
sürekli “tek tek bireylerin hikayelerini anlatma”yı vurguluyor. Ama dediğim
gibi yaptığı bu değil. O, kurmaca bir karekterin, bir roman kahramanın hayalini
gerçekleştiriyor, romanın müzesini yapıyor. Müzenin yapılma sürecinin belgeselini
çeken Demet Haselçin, “Pamuk’un küratörlüğüne ve enstalasyonuna tanıklık
edeceğiz bu müzeyle. Bence müzenin kendisi büyük bir enstalasyon,” diyor
(Hürriyet Keyif, 6 Mayıs 2012). Gerçekten de Masumiyet Müzesi bir müze değil
müze enstalasyonu. Çünkü Orhan Pamuk, romanda sözünü ettiği eşyayı toplamakla
kalmamış. 83 bölümlük romana uygun olarak 83 kutuda sergilerken her kutuya yerleştireceği
eşyanın sunumunu bir çağdaş sanat iş’i oluşturur gibi tasarlamış. O tasarıya
uygun eşyayı bulamadığında imal ettirmiş. Örneğin ikinci kutuda yer alan
çantayı “İstanbul’da sanatçılarla çalışarak üretmiş” (s.61). Sonradan üretilen
sadece çanta değil, romana uygun gazete haberi, kupürü de üretiliyor, şirket
logosu da, hatta 4213 sigara izmariti de... Orhan Pamuk tüm bu üretimi açık
yürekle anlatıyor. Yani ne okuru, ne de müze ziyaretçisini aldatmıyor. Müzede
izlediğimiz toplanmış ve üretilmiş eşyanın romana uygun olarak yerleştirilmesi,
enstalasyondur. Günlük ve doğal malzeme ile birlikte fotoğraf, resim, ses ve
videoyu kullanıyor ki bu da günümüz enstalasyon anlayışı ile birebir uyuyor.
Tüm bunları “müze değil
enstalasyon” diyerek bir tartışma yaratmak ya da yapılan işi küçümsemek için
söylemiyorum. Aksine Orhan Pamuk’un İstanbul Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi
bir müzeden öte bir sanat eseridir. Aynı şekilde Şeylerin Masumiyeti de bir müze katalogundan öte bir eser.
Masumiyet Müzesi’ndeki kutularda ne anlatıldığını daha iyi anlamak, romanla
bağlantısını kurmak, tarihi arka planı hakkında bilgi sahibi olmak açısından
müzeyi gezerken bir katalog olarak kullanılabileceği gibi müzeyi hiç görmeseniz
de başlı başına bir kitap, bir anlatı olarak da okunabilecek bir nitelikte.
Müze binasının satın alınışının,
inşasının, müzenin yapılışının anlatıldığı giriş bölümünü sonraya bırakıp
“Katalog” başlıklı bölümden 58. sayfadan okumaya başlarsanız görsel malzemeyle
desteklenmiş yarı gerçekçi bir anlatı okumaya başlıyorsunuz. Bazı kutular halen
hazır olmadığı için bazı bölümleri henüz yazılmamış 83 bölümlük bir anlatı. Şeylerin Masumiyeti’nde Orhan Pamuk
Masumiyet Müzesi için tasarlayıp hayata geçiremediği planı yazıya döküyor.
“Tıpkı notlandırılmış bir müze kataloğunda olduğu gibi, önce bir eşyayı bir
müzegezere tanıtır gibi okura tanıtıyor, sonra bu eşyanın kahramanımızda
uyandırdığı hatıralara geçiyor.” Müzede yer alan kutuların her birinin
tasarlanış, yapılış öyküleri, o kutuda sergilenen nesnelerin, fotoğrafların,
görsel ya da yazılı malzemenin öyküsü ile karışıyor. Anlatıcı Orhan Pamuk Şeylerin Masumiyeti’nin gerçeklikte var
olan kahramanı ise sık sık sözünü ettiği, “danıştığı” (!), “yardımını
istediği”(!) Masumiyet Müzesi’nin Kemal’i de kurgusal kahramanı. İki ana
kahraman olarak varlar kitapta. Füsun da tıpkı Masumiyet Müzesi romanında
olduğu gibi tüm bu müze fikrinin esin kaynağı. Her şey onun için, onun
anısının, aşkının yaşatılması için yapılıyor.
Orhan Pamuk müzesini anlatırken resimler,
fotoğraflar ve eşyanın yarattığı çağrışımlarla 50’lerden 80’lere İstanbul’u ve
o yıllardaki hayatını samimi bir dille anlatıyor.
31.05.2012
Yorumlar