Edgar Hilsenrath F*ck
Amerika'da (Mayıs 2012, çev. Feza Şişman, Yapı Kredi yay.) İkinci Dünya
Savaşı’ndan, toplama kamplarından ölmeden kurtulup Amerika’ya göçmen olarak
gelmeyi başarabilmiş bir Yahudi yazar adayının gözünden 1950'lerin Amerika'sını,
Amerikan tarzı yaşam biçimini ve bu yaşama en alttan katılmanın ne olduğunu
alaycı bir dille anlatıyor.
F*ck Amerika’nın alt
başlığı “Bronsky’nin İtirafları”. Anlatıcı kahramanı da Jakob Bronsky. Roman
çok içyakıcı bir gerçekle başlıyor. Yıl 1938, Jakob’un babası, Almanya’da hayatta
kalmalarının mümükün olmadığını anlayınca göç etmek için ABD konsolosluğuna
başvuruyor. Uzun süre sonra ABD’ye bir göçmenlik kotası olduğunu, başvuruların
çokluğu nedeniyle sıranın ancak on üç yıl sonra geleceği cevabını alıyor. Yani
savaş bitip tüm acılar yaşandıktan sonra ABD soykırımdan sağ kurtulmayı
başarabilen Yahudilere kapıları açacaktır. Kitabın adı da buradan geliyor. Bronsky’nin
yazışmaları yapan başkonsolosa verebileceği tek cevap “F*ck America”dır.
Jakob Bronsky, bildirildiği gibi ancak savaş sonrasında
ABD’ye göçmen olarak gidebilecektir. Herhangi bir eğitimi olmayan, İngilizceyi
doğru dürüst konuşamayan Jakob’u New York’da çok zor bir yaşam beklemektedir. Bronsky,
garsonluk, bulaşıkçılık, bekçilik gibi geçici işlerde çalışıyor. Bir günde
kazandığı para ile günlerce idare etmeye çalışıyor. Pansiyon kirasını aylarca
ödemiyor, günü tek bir tabak çorba içerek geçiriyor. Amacı mümkün olduğunca boş
zaman yaratıp ilk romanını tamamlamak. Göçmenlerin toplandığı kafeteryalarda
sabahlayarak romanını yazıyor. Amerikan Rüyası, bir roman yazıp üne ve paraya
kavuşmayı vaad ediyor. Jakop’un da böyle hayalleri var ve bu hayalleri ironik,
mizahi bir dille anlatıyor. Öte yandan Jakob’un iş ararken ve çalışırken
yaşadıkları rüya diye önerilen yaşam tarzının aslında kabus olduğunu da aynı
neşeli ve iğneli dille örnekliyor.
Bronsky’nin romanını yazmasının esas nedeni geçmişiyle
hesaplaşmak. Çünkü, Almanca yazan bir yazarın Amerika’da hiçbir şansı
olmadığını biliyor. Romanını bitirebilse bile yayınlatmak bir yana editörlere
okutamayacak. O roman yazarak savaşın ve toplama kamplarının acılarıyla
yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, sonuçta geçmişiyle hesaplaşıp defteri kapatmayı
arzuluyor. Ancak o zaman yeni bir hayata başlayabileceğinin bilincinde.
Jakob bu hesaplaşmayı romanın sonunda televizyonda psikoljik
programlar yapan bir kadın doktorun seansına katıldığını hayal ederek yapıyor.
Bir yanıyla kendini savaşta öldürülen altı milyon kişiden biri olarak
hissetmektedir, diğer yanıyla da hayatta kalmayı başaran ve ABD’de yeni bir
yaşam kurmaya çalışan Jakob’tur.
F*ck Amerika
otobiyografik bir roman olarak nitelendiriliyor. Jakob Bronsky ile Edgar
Hilsenrath’ın yaşam öyküleri arasında bir çok benzerlikler var. Edgar
Hilsenrath da 1926 Almanya doğumlu. Onun da babası bir Yahudi tüccar. Onun da
babasının ABD’ye göçmenlik başvurusu reddedilmiş, 1938 yılında Romanya’ya
iltica etmişler. 1941’de Ukrayna’da bir Yahudi gettosuna yerleşmişler. Savaştan
ailecek sağ çıkmaları bir mucize. Hilsenrath savaştan sonra Filistin’e gitmiş, oradan
önce Fransa’ya ardından 1951’de de ABD’ye göç etmiş. Tüm bu kronoloji Jacob
Boronsky ile uyum içinde.
Hilsenrath’ın yaşam öyküsü yeterince trajik ama o kendi yerine altı milyon kişiden biri olan Jakob’u koyarak öyküyü genelleştiriyor ve bu sayede dışarıdan bakmayı başarıyor. Yoksa hem savaş yıllarında hem de sonrasında ABD’de yaşadıklarına öylesine alaycı bir bakışla, mizahi bir dille yaklaşması mümkün olamazdı.
Hilsenrath’ın yaşam öyküsü yeterince trajik ama o kendi yerine altı milyon kişiden biri olan Jakob’u koyarak öyküyü genelleştiriyor ve bu sayede dışarıdan bakmayı başarıyor. Yoksa hem savaş yıllarında hem de sonrasında ABD’de yaşadıklarına öylesine alaycı bir bakışla, mizahi bir dille yaklaşması mümkün olamazdı.
12.07.2012
Yorumlar