Özgürlük


 Jonathan Franzen’in büyük bir pazarlama başarısıyla sunulan, tüm Dünya’da “edebi bir başarı” olarak alkışlanıp çok satan romanı Özgürlük’te (Mayıs 2012, Çev. Sevin Okyay, Sel yay.) bir Amerikan ailesinin öyküsü anlatılıyor. Franzen, bu ailenin öyküsü üzerinden “güvenlik” için “özgürlük”ten fedakarlık edip etmemek gerektiğini tartışıyor. Özgürlük isteğinin her zaman güvenliğe ağır basacağını söylüyor.   
Patty ve Walter Berglund, lise çağlarındaki oğulları Joey ve üniversite öğrencisi kızları Jessica ile müstakil evlerden oluşan tipik bir orta sınıf banliyösünde yaşıyorlar. “İyi Komşular” başlıklı giriş bölümünde diğer ailelerle ilişkileri ve onların değerlendirmeleriyle Berglund’ları tanıyoruz. Birçok benzerleri gibi hedefleri belirli, sıkıcı ve sıradan bir hayatları var. Patty çocuklarını büyütmeye odaklanmış “kusursuz” bir anne. İyi bir ev hanımı ve her şıkıştığınızda yardım eli uzatan ilgili bir komşu. Hayatında evinden ve çocuklarından başka bir şey yok ama kızı üniversiteye gidip evden ayrıldığı, oğlununda üniversite yolunda olduğu gözönüne alınırsa çok yakın bir zamanda büyük bir boşluğa düşecek. Çünkü kızına ne kadar uzaksa oğluna da aşırı derecede düşkün. Walter, bir hukukçu, bir çevre koruma örgütünde yönetici olarak çalışıyor. Kibar, düşünceli, ideal bir koca. Oğluyla otoriterliği de içeren gerilimli bir ilişkisi var ve ailede en çok kızını kendine yakın görüyor. Evin ve ailenin yönetimini tamamen Patty’e bırakmış. Aile içi çatışmalardan uzak durmaya çalışıyor.
“Mutlu aile” görüntüsünde kırılma henüz on altı yaşında ve liseye devam eden
 Joey’in komşu kızı Connie’i ile cinsellik de içeren bir aşk ilişkisine girmesi ile başlıyor. Baba ile oğulun evdeki iktidarla ilgili çatışmalrı ile birlikte Joey evi terk edip sevgilisinin yanına, komşu evine yerleşiyor.
“Hatalar İşlendi” başlıklı ikinci bölümde Patty Berglund’un terapistinin tavsiyesi üzerine yazdığı hayat hikâyesini okuyoruz. Patty, kendini bir roman kahramanı yerine koyup üçüncü tekil anlatımla kaleme almış öyküsünü. Çocukluk çağlarından başlayarak anlatıyor. Varlıklı sayılabilecek New York’lu bir ailenin kızı. Babası düşkülerin, fakirlerin, yardıma ihtiyacı olanların avukatlığını yapıyor, annesi politika ile uğraşıyor. Patty’nin tek tutkusu basketbol. Basketbolda önemli başarılar kazanıyor, basket sayesinde burs alıp üniversitede okuyor. Ama bir türlü annesinin sevgi ve takdirini kazanamıyor. Anne oğlu ve küçük kızları ile ilgili hep. Tecavüze uğradığında da anne-babasını tam olarak yanında göremiyor. Patty’nin ailesiyle neden ilişkisini kestiğini de böylece öğrenmiş oluyoruz.
Patty üniversitede sıradışı bir kız arkadaşının aracılığıyla Walter ve Richard’la tanışıyor. Richard tüm kızların ilgisini çeken bir müzisyen. Hemen herkese yukarıdan bir bakışı var, kaba, umursamaz ve kızlarla ilişkisi de esas olarak cinsel düzeyde. Walter’sa Richard’ın menajeri gibi gözüken, onun her işine koşan, ince, düşünceli ikinci adam konumunda. İçkisi, sigarası yok, her şeyiyle düzgün, vefakar ve de fedakar. Patty, Richard’ı güçlü duygularla arzulasa da kendisini yürekten sevdiğini hissettiği, uzun süreli bir ilişki kurup, ideal aileyi oluşturabileceği Walter’i tercih ediyor. Ama kafasının köşesinde bir gecelik de olsa Richard’la birlikte olmak var. 
Mutlu bir yaşam için tüm ideal şartları sağlamış görünse de Patty’nin depresyona varan rahatsızlığının temelini tüm bu yaşadıkları oluşturuyor. Hayat tercihler yapmayı gerektiriyor. İdeal olan, doğru olan her zaman mutluluğu getirmiyor, insanı tatmin etmiyor. Sonuç olarak Patty’nin tüm hayatını adadığı ideal aile projesi başarıya ulaşamadığı gibi, yaptığı hataların birbirine eklenmesi ile depresyonla sonuçlanıyor. Başta kocasına olmak üzere, tüm ailesine bu ruh halini yansıtıyor, mutsuzluğu çoğaltıyor. Aile bireyleri güvenli evlerinden kopup özgürlüklerine uçuyorlar. Evin satılıp Washington’a taşınılması bunun simgesi. Joey burslu olarak üniversiteyi kazanıyor. Walter, başkentte iyi bir iş buluyor ve Berglund’lar mahalleyi terk ediyorlar.
Patty, Richard’la bir gecelik kaçamağı yaşama fırsatını yakalıyor. Böylelikle Richard’la daha uzun süreli bir ilişki kurabileceği, kendini boğan evden ona sığınarak kaçabileceği düşüncesine bağlanıyor ki bu ruh hali Walter’la ilişkilerini iyice kötüleştiriyor. Baştan beri sürekli veren, fedakarlık eden yan Walter. Karısına aşkla bağlı ve yıllarca ondan da aynı karşılığı bulacağı umudu ile evliliğini yürütmüş. Ama vardığı yer, Patty’nin bitmeyen depresyonu ile birflikte yaşanmaz biri haline gelmiş olması, evden kilometrelerce uzaktaki kızı ve yan binada yaşayan oğlu ile hemen hiçbir sevgi bağının kalmaması. Walter tüm bunları aşacağını, tekrar “mutlu aile” yi kuracaklarını umuyor ve bunun için çaba gösteriyor ama sonuç alamıyor. O da mutluluğu kendisine hayranlıkla yaklaşan, karşılıksız sevgi ile bağlı asistanında arıyor.
Jonathan Franzen, Patty, Walter ve Richard’ın üçlü ilişkisinde herkesin birbirine mecbur olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlatmakla kalmıyor, her birinin bireysel öykülerini, aile tarihlerini ayrıntılandırıyor. Patty’nin ve Walter’in ailelerini dedelere, ninelere varıncaya kadar tanıyoruz. Zaman zaman ayrıntıda boğulduğunu belirtmeliyiz.
Franzen, bu “aile romanı”na politik bir boyut da katıyor. Daha giriş bölümünden başlayarak arka planda hep ABD’nin siyasi tarihi var. Cumhuriyetçi – Demokrat saflaşmasının günlük hayata nasıl yansıdığını, muhafazakar ve demokrat yaşam biçimleri oluşturulduğunu birçok ayrıntıda görüyoruz. Esas olarak iki ana siyasi akımın da birbirinden pek farklı olmadığı fikrinde Franzen. Bunu da Joey’in ve Walter’ın yeni işleri üzerinden somutluyor. Joey, yurttaki oda arkadaşının babasının yardımıyla Cumhuriyetçilerle çalışmaya başlıyor. Kamuoyunu ABD’nin Irak’a girmesinin haklılığına inandıracak sahte raporlar kaleme alırken birden kendini artık üretilmeyen Polonya malı kamyonlara yedek parça temin ederken buluyor. Bu kamyonları Irak’taki ABD ordusu kullanmaktadır. Walter da türü tükenmekte olan ötleğen kuşlarını korumak amacıyla kurulduğu söylenen aslında yeni kömür madeni alanları yaratan Mavi Dağ Vakfı’nın yöneticisi. Vakfın kurucularının ilişkileri, iş alanları çevre politikaları, Irak Savaşı, petrol fiyatları, medyanın nasıl kullanıldığı gibi güncel birçok tartışmaya girmeye olanak sağlıyor. Ama bu olanak romanın sarkmasına da neden oluyor. Sayfalarca süren diyaloglarda ABD’nin politikaları tartışılıyor ve roman ana ekseninden kopuyor.   
Franzen’in Özgürlük’ü “Amerika nihayet Tolstoy’una kavuştu” diye karşılanmış ve yıllar sonra bir yazar Time’a kapak olmuş. Roman, kitabın içindeki göndermelerden yola çıkarak olsa gerek Savaş ve Barış’la karşılaştırılmış. İlla Tolstoy’la bir karşılaştırma yapılacaksa Anna Karenina’nın daha uygun olduğunu söylemeliyim. Öte yandan bu daha roman yayımlanmadan başlayan övgülere geç kalmış bir değer verme diyebiliriz, çünkü Franzen önceki romanı Düzeltmeler’de de benzer bir yapı kurarak bir aile hikayesi anlatmış ve milyonlarca okura ulaşmıştı. Franzen’in Amerikan okurlarının, dolayısıyla yayıncılığının “Büyük Amerikan Romanı” talebini karşıladığı anlaşılıyor. Yasemin Çongar konuyla ilgili yazısında (Taraf, 12.09.2010) talep edilen romanı çok güzel tarif ediyor; “Bugünün ailelerini, aşklarını, ilişkilerini, iletişim ve teknolojiyle hızlanan hayatlarımızın nerelerde çağlayıp nerede tıkandığını, toplumsal düzenin bireyi nasıl biçimlendirip nasıl bozduğunu anlatırken, bir yandan dünyayı bir bütün olarak kucaklayan, diğer yandan konu ettiği her insanın ahvaline hakkıyla itibar eden bir roman tarzıydı bu.”
Tolstoy benzetmesi bu tarifle tam olarak yerine oturuyor. 19. Yüzyıl’ın büyük ve şimdi klasikleşmiş romanlarını talep eden bir okur kitlesi var. O talebe cevap vermek için yazdığınızda ne kadar “edebi” olarak tanımlansanız da “bestseller” okuruna hitap ediyorsunuz ve nihayette çok satıyorsunuz. Ama Franzen, Tolstoy’un izinde gitmekle kalmıyor, günümüz bestseller’lerinde sıkça rastladığımız birçok yöntemi de kullanıyor. Mavi Dağ Vakfı’nın gizli ve açık amaçlarının bu romandan ayrılıp rahatlıkla ve çok daha ayrıntılı olarak bir bestseller’de işlenebileceğini söylemeliyim. Belki yazılmıştır bile. Öte yandan sayfalarca güvenli aile yapısından özgürlüğe kaçanların öyküsünü anlattıktan sonra dönüp dolaşıp güvenli ailenin çatısı altında Amerikan filmlerinin “Happy End”ine varılması da tartışılmaya değer.  
Franzen’in Özgürlük’ü klasikler ve günümüzün bestseller’leri gibi kalabalık kadrolu ve kalın. Franzen 596 sayfada ondan fazla kahramanın yaşam öykülerini ayrıntılı olarak anlatıp iyi bir kurgu ile aralarındaki bağları da kuruyor. Akıcı, okunaklı, okuru kendine bağlayan bir anlatımı var ve de hiç “edebiyat yapmıyor”. Çok az betimleme, bol diyalog ve sıkı bir olay örgüsü ile geliştiriyor romanını.  
26.07.2012

Yorumlar