Geçmişte gizlenen, üzerine hayatlar kurulan yalanlarla
yüzleşen öykülerini biraraya getirmiş
Bernhard Schlink Yaz Yalanları’nda
(Haziran 2012, Çev. Barış Tut, Doğan Kitap).
Yaz Yalanları yedi
uzun öyküden oluşuyor. Öykülerde ana ekseni iki temel ilişki oluşturuyor; kadın
erkek ilişkisi ile anne ve babayla ilişkiler. Yaz Yalanları’nın açılış öyküsü “Mevsim Sonu” yazın bittiği
günlerde küçük bir tatil kasabasında tanışan bir kadınla erkeğin aşkı
kalıcılaştırmalarını anlatıyor. Kendini toplumdan izole etmiş, New York’ta
küçük bir mahallede olabildiğince az insanla yüzeysel ilişkiler kurarak
hayatını sürdüren bir Alman müzisyen öykünün erkek kahramanı. Öykünün
başlangıcında tanımadığı bir kadınla gözgöze geldi diye masasına oturabilecek
rahatlıkta görünse de aslında ruhsal ve tensel hiçbir yakınlaşmadan
hoşlanmadığını anlatıyor. Kadının ilişki kurmadaki rahatlığı, kalbini, evini ve
nihayet yatağını zaman geçirmeden açışı adamı rahatsız ediyor. Hele birlikte
hayat planları yaptıktan sonra kadının varlıklı biri olduğunu öğrenince bu
rahatsızlığı daha da artıyor. Ama kendiyle tamamen ters yapıda da olsa her
anını sıkılmadan geçirdiği bir kadınla beraber olmaktan da hoşnut. 13 gün sonra
havaalanında ilk kez yalnız kaldığında kendine soruyor; Alıştığı yalnızlığına
mı dönecektir, kadınla yeni bir hayata mı başalyacaktır? Daha ilk sayfada cevap
verilmiştir bile “yalnız kalmayı unuttuğunu düşündü. Bu düşünce hoşuna gitti.”
İkinci öykü tamamen farklı kahramanları olsa da ilk öykünün devamı
ya da tamamlayıcısı gibi. “Baden-Baden’daki Gece”de bir yazarın ilk oyununun
galasını izlemeye uzun süredir gevşek de olsa bir ilişkisi olduğu bir kadınla
gidişinin ardından yaşananları anlatıyor. Yazar şehrin en lüks otelinde bir oda
tutmuş ve “neşesiyle mutlu eden bir eşlikçi” olarak kabul ettiği kadınla geceyi
birlikte geçirmiştir. Ertesi gün eve döndüğünde bu kaçamağın hesabını kız
arkadaşına vermesi gerekir. Yalanlara sığınır ama yalan söyledikçe daha da
batar ve acı gerçek iyice ortaya çıkar.
Üçüncü öykü “Ormandaki Ev”de çoksatan kitaplar yazan bir
kadınla gittikçe yazmaktan soğuyan ve bu açığı karısına ve tek çocuklarına
bağlanarak aşmaya çalışan bir yazarın öyküsü anlatılıyor. Kent hayatından ve
insanlardan uzak, bir orman kenarında bir eve yerleşiyorlar. Kadın bunu
romanını bir an önce bitirmek için bir fırsat olarak değerlendirirken adam
kadının hayranlar, röportajlar, konferanslar ve imza günlerinden kopup sadece
kendileri için yaşamaları için bir fırsat olarak görür. Romanın yazımı bitip
kadın şehre dönmek isteyince de telefon hatlarını kopartıp bu üç kişilik izole
hayatı sürdürmek ister.
Bernhard Schlink ilk üç öyküde kadın – erkek ilişkisindeki
üç evrede yaşanan iletişimsizlikleri ve onlara kaynaklık eden yalanları hikaye
ettikten sonra “Geceleyin Bir Yabancı”da bir uçak yolculuğunda tanışan iki kişinin
arasında kurulan garip dostluğu anlatıyor. New York - Frankfurt arasındaki uzun
uçak yolculuğunu oldukça konuşkan olan adamlardan birinin bir macera filmini
andıran öyküsü dolduruyor. Adam bir Arap ataşe ile kurdukları dostluk
sonrasında sevgilisinin Kuveyt’te kaçırılmasını, kaçırılma olayından sonra
kurtulup gelmesini ve balkondan düşüp ölmesini anlatıyor. Adam kızı balkondan
atmakla suçlanmaktadır ve yıllarca kaçtıktan sonra yargılanmak üzere olayın
yaşandığı Almanya’ya dönmektedir. Dinleyici konumundaki ve bize olayları
aktaran adam ise önceki öykülerdeki tipleri hatırlatır. Yalnız yaşamaktadır,
yalnızlığından memnundur ve insanlarla ilişki kurmayı pek istemez. Ama bu
konuşkan, konuştukça öyküsünün yalanlarla örülü olduğu ortaya çıkan adamla dost
olmak ister. Adamın pasaportunu çalıp Almanya’ya girişte kullanmasında ve
yıllar sonra cezasını çekip kapısını çalmasında hep dostane davranır.
Geçiş öyküsü olarak kabul edebileceğimiz bu öyküden sonra
yaşlılık, ölüm ve aile içi ilişkilere değinen üç öykü geliyor. Asuman
Kafaoğlu’nun kitapla ilgili yazısında değindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’nı
yaşamış “neslin tutukluğu, duygularını dışa vuramayışları, katı disiplin
uygulamaları yüzünden acı çeken çocuklarını anlatıyor” Bernhard Schlink. “Son
Yaz”da Almanya’da bir üniversitede profesör olarak çalışan öykü kahramanı hemen
her yıl ders vermek için misafir olarak New York’a davet edilmektedir. Ama bu
yaz daveti reddetmeye, yazı karısı, çocukları ve torunlarıyla geçirmeye karar
verir. Çünkü kanserdir ve acıları çekilmez hale geldiğinde zehirli bir
kokteylle hayatına son vermeye karar vermiştir. Bu katı, kuralcı, duygularını
hep gizlemiş bu nedenle karısıyla da, çocukları ve torunlarıyla da samimi bir
ilişki kuramamış adam ölüme gitmenin verdiği gevşeme ile olsa gerek tüm
duygularını serbest bırakır ve son yazını kendinden esirgediği tüm mutlulukları
yaşayarak değerlendirmek ister. Tüm aile ondaki değişimi hisseder ama
sorgulamak yerine yaşamayı tercih ederler. Hayatını kocasının iyi bir kariyer
yapması ve iyi yetişmiş çocuklar yetiştirmeye adamış olan karısı ise durumdan
şüphelenir ve kocasının ağzından laf alamayınca da zehirli kokteyli bulur ve
adamla yüzleşir. Yaşlı profesör yine bencilce davranmış ölmekte olduğunu en
yakınlarıyla paylaşmamış, kendi istediği zaman ölmek için gizli planlar
yapmıştır.
Çocuklarını, eşlerini sevmemiş, hayatı bir sorumluluk olarak
görmüş anne ve babalar. Çocuklarını katı bir disiplinle yetiştirmiş, iyi okullarda
okutmuş, hangi mesleği seçeceklerine, evliliklerine karar vermişler. Dışarıdan
bakıldığında “mükemmel”, “ideal” aileler kurmuşlar. Böyle bir aileden baba
oğulun yüzleşmesini anlatıyor “Rügen’de Johann Sebastian Bach”da Bernhard
Schlink. Oğul, artık iyice yaşlanmış, belki de yakında ölecek olan babasını
Rügen’deki Bach festivaline götürmeye, orada babası en sevdiği iki şeyle deniz
ve Bach’la beraberken kendisine hiç sözünü etmediği hayatını, çocukluk gençlik
yıllarını, ilk evliliğini, annesiyle nasıl tanıştığı anlattırmayı planlıyor.
Ama baba ketumdur ve oğlunun sorularını kısacık cevaplarla geçiştirir. Deniz
kıyısındaki gezinti ve Bach konserleri dilini açacaktır ama uzun anlattığı
Bach’ın eserleri olacaktır.
Kitabın son öyküsü “Güneye Yolculuk”da bu kez sert, katı,
ketum bir büyük anne başrolde. O da diğerleri gibi hayatını sorumluluklarına
adamış. Evliliğinde mutlu olamamış ama iyi ve başarılı çocuklar yetiştirmiş,
onların “mutlu” evliliklerinden doğan torunları da disiplinli, büyüklerine
saygılı, iyi çocuklar olmuşlar. Büyük anne bir huzur evinde yaşıyor ama
çocuklar, torunlar hep yanında, ilgilerini eksik etmiyorlar, her fırsatta
yanına koşuyorlar. Ama o günün birinde çocuklarını sevmeye son vermeye, onlarla
artık ilişki kurmamaya karar veriyor. Artık kızının aramasını da, beraberce
doğum gününü kutlamayı da, onların gelmesini de istemiyor. Telaşlandırmamak
için bu kararını onlara bildirmiyor ama davranışları bir şeylerin değiştiğini
söylüyor. Doğum günü sonrası yüksek ateşle yatağa düşünce tıp öğrencisi küçük
torunu Emilia ona bakmaya geliyor. Emilia’nın sevgisi, ihtimamı onu şaşırtıyor.
Küçük torununun şefkatinden mutlu oluyor, minnettarlık duyuyor. Büyükanne ve
torun yakınlaşıyorlar. Huzur evini bir
hapishane, onu bir bakıcı olarak hissettiğini söyleyip birlikte bir geziye
çıkmayı öneriyor. Gidecekleri yer büyükannenin kırklı yıllarda üniversiteyi
okuduğu küçük ve kasvetli kenttir.
Emilia, önceki öyküdeki oğul gibi bu geziyi büyükannesinin
hayat öyküsünü öğrenmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istiyor. Neyse ki
büyük anne önceki öyküdeki baba kadar ketum değil. Yavaş yavaş üniversite
yıllarında yaşanan ve terk edilmeyle sonuçlanan ilk aşkın öyküsünü öğreniyor
Emilia. Acı gerçekse eski sevgili ile yüzleşmeden sonra ortaya çıkıyor. Terk eden
büyükannedir. Büyükanne kendine göre daha yoksul olan sevgilisinden güvenli bir
hayat için, bildik dünyasına dönmek için ayrılmıştır. Sonra da tüm hayatını
kocasının mesleki başarısına, iyi bir aile kurmaya, başarılı çocuklar
yetiştirmeye adamıştır. Eski sevgili kendi kendisine “Helmut beni ilk
aldattığında ondan ayrılmış olsaydım? Çocukları bu kadar ciddiyetle ve sert
disiplinle değil de, biraz daha oluruna bırakarak ve neşeli yetiştirmiş
olsaydım?” diye sorar.
Bernhard Schlink, psikolojik durumları sadece dışarıdan
göründüğü kadarıyla veren bir anlatımı var. Uzun ruh tahlillerine girmiyor.
Örneğin hemen her öyküde ortaya çıkan güvenli bir hayat kurmak, insanlarla
fazla ilişkiye girmeden, kendi kozasında mutlu mesut yaşama arzusunun kökenlerini
deşmiyor yorumu okura bırakıyor. Bernhard Schlink Yaz Yalanları’nda
kolay okunan, kısa cümlelerle gelişen 40 – 50 sayfalık,
istense roman olabilecek uzun öykülerde aileiçi ilişkilerdeki yalnızlaşmayı
sade bir dille anlatıyor.
23.08.2012
Yorumlar