Ahmet Büke, Cazibe
İstasyonu’nda kısa ama etkileyici öykülerle geliyor. Okurun imgelemine daha
çok gerek duyan, anlatıyı okurla birlikte, onun bilgisi ve görgüsüyle ve tabii
belleğiyle kurmak isteyen öyküler...
İzmir’in bilinmeyen derinliklerini birlikte tanıdığımız bir
öykücü olarak bilirdik Ahmet Büke’yi. Cazibe
İstasyonu’nda (Ekim 2012, Can yay.) Anadolu’dun gözden ırak köylerine,
mezralarına, dağlara doğru genişletiyor evrenimizi ve kitabı bir distopya ile
bitiriyor.
Ahmet Büke’nin kahramanları kısacık öykülerde acılarını
aktarıyor bize. Yüreklerinin bir köşesinde, sözcüklerde, bir anlık bir bakışta,
gözlerde hissedilen, kolayca adlandırılamıyan acılar. Paylaşıldıkça büyüyor,
anlam kazanıyor, gizlerinden arınıp onarılmaz gerçekler halini alıyorlar.
Kitabın ilk öyküsü Buluttan
Buluta’da acının sadece bir göz göze gelmeyle, bakışların bir an
buluşmasıyla paylaşılabileceğini anlatıyor. Issız bir yerde, bir dağ başında
bir yangından, yıkımdan arta kalanlar. Yanmış et ve kemik kokusu. “Zor ölmüş”
bir katırın gözlerinde bir kurtun gördüğü bulut. O bulut memleketin semalarında
süzülüp yaşlı bir bakkalın gözlerinde yaş oluyor. O göz yaşları sigara almaya
gelen kadına, ondan da metro durağında trenin camından bakan kadına
aktarılıyor. Adlandıramasak da, anlamını bilmesek de hepimizin gözlerini yaşartan
acının ortaklığını öyküleştiriyor yazar. Okura düşen dağ başında yanmış katırın
gözlerinden tüm ülkeye yayılan bulutun sırrını çözmek olsa gerek. O katırı
kimler canlı canlı yaktı? Neden?
Ahmet Büke öykülerini başı sonu olmayan an’larla, zaman
dilimleri ile oluşturur. İlk cümlede kendinizi öykünün ortasında bulursunuz ve
sonunu bulmadan da bir yerinden çıkarsınız. Her cümlesi ihtimam ve tabii
katılım ister okurdan. Kısa, duru ama o ölçüde bir çok anlam kazanan cümleler. Durup
düşünmek gerekir. Okunup geçilemez. Ahmet Büke her yeni kitabında bu kendine
has anlatımı daha da geliştiriyor. Öyküler kısayken kıpkısa oluyor. Her
cümlenin taşıdığı imgeler, göndermeler artıyor. Cazibe İstasyonu’nuyla Büke’nin öykülerindeki masalsılık da artmış.
Anadolu bilgelerinin, ninelerin anlatımlarının tadı ağırlıklı hissediliyor
alttan alta.
Karakutu’da
babasının beyaz bir taksiyle gelenlerce alınıp bir kalenin içine götürülmesini,
gözü bağlanıp sorgulanmasını üç cümlede anlatırken sonra babasından geri
kalanları, kemikleri, şalvarından bir parçayı bulduğu bisküvi kutusunu üzerinde
yazılanları okuyacak kadar uzun uzun inceleyecektir anlatıcı. Tüm öykü iki
buçuk sayfadır.
Ahmet Büke, yeni anlatım denemeleri de yapıyor Cazibe İstasyonu’nda. İki ayrı sütunda
akan öyküsü Herkes Ana Kuzusu’nda iki
farklı okuma önerdiği gibi sütunları birbirine bağlamamızı ve öyküyü daha
bütüncül kavramamızı istiyor sanki. Düşen
/ Düşünen Adamın Bir Günü’nde ikinci sütun dipnotlar/yannotlar için
kullanılmış izlenimi verse de o notlar olmadan havada kalıyor, tam anlamına
kavuşmuyor öykü. Son yannottaki Paul Eugen Bleuler adının anlamını çözmek için
internetten wikipedia’ya bakarsanız öykü tamamen farklı bir boyut kazanıyor.
Gelen Evrak
28.02.2012. TEM: 1245/89’da notlar çerçevelenip aralara giriyor. Hiç
acıkmayan, su içmeyen, sürekli trenle yolculuk eden kahramanların bunu neden
yaptıklarını anlamak için özellikle öykünün başlığına ve son nottaki gizli
bilgilere dikkat etmek gerekiyor. Ahmet Büke, her öykü farklı farklı okunur,
anlamlandırılır demek istiyor gibi.
Cazibe İstasyonu’nun
ikinci bölümü olan tek bir uzun öykü ya da çok kısa bir novella sayabileceğimiz
Tuhaf Su’da büyük bir kuraklıktan
sonra tamamen çölleşmiş dünyada suyu sahiplenenlerin dünyayı nasıl
yönettiklerini anlatıyor Ahmet Büke. “Su bizimdir. Su onu kullananın, ona
ihtiyaç duyanın, onu çıkaranın, onu bulanın ve getirenin, ona âşık olanındır.
Su bizim annemiz, kanımız, vatanımız ve eşimizdir” diye bir andları var Cazibe
İstasyonlarında suyu yöneten mühendislerin. 24 sayfalık bu anlatı, Dünya’nın
beklenen geleceği üzerine bir distopya. Ahmet
Büke bu anlatıda eninde sonunda yaşanacak bir doğa felaketinin, büyük
kuraklığın nasıl sonuçlara yol açacağını tartışmaya açıp kendi yorumunu getiriyor.
Finalde Cazibe İstasyonunu tahrip edip suyu gerçek sahiplerine teslim ediyor.
Umutsuz yaşanmaz diyor. Bir yandan da kitap boyunca geliştirdiği tüm anlatım
tekniklerini tek bir metne uygulayarak biçimsel açıdan da anlatısını
taçlandırıyor.
01.11.2012
Yorumlar