James Joyce çığır açan bir yazar. Bilinç akışı tekniği ile
yazdığı eserleriyle modernizmin en büyük ustalarından. Eserleri postmodern
edebiyatın en önemli örneklerinden olarak değerlendiriliyor. Başta Ulysses ve Finnegans
Wake olmak üzere eserleri üzerinde en çok çalışılan, tartışılan yazarlardan.
Richard Ellmann’ın James
Joyce Hayatı ve Eserleri (Mayıs 2012, çev. Zafer Avşar, Kabalcı yay.)
çalışması biyografi alanında bir başyapıt olarak kabul ediliyor. Ellmann 966
sayfalık kitapta James Joyce’un hayat hikayesini ve eserlerinin yazılış
sürecini en ince ayrıntılarına kadar belgelerle, ilk kez günışığına çıkan
mektuplarla ve tanıklıklarla anlatıyor.
James Augustine Aloysius Joyce, 2 Şubat 1882’de Dublin'de
doğmuş. Birkaç gün sonra 131. yaş günü kutlanacak. On çocuklu yoksul bir
ailenin en büyük çocuğu. Baba Joyce çalışmayı pek sevmeyen, borçlarını yeni
borçlarla kapatarak hayatını sürdüren biri. Joyce, altı yaşındayken yatılı
olarak bir Cizvit okuluna yollanmış. İrlanda’nın koyu dindar yaşamı kadar
Cizvit okullarında yaşadıklarının da Hıristiyanlığa ve kurumlarına bakışını
etkilediği anlaşılıyor. Dublin'deki University College'de felsefe ve modern
diller eğitimi alırken bol bol kitap okuyor, edebiyata ilgisi artmaya başlıyor.
Şiirler yazıyor. Ibsen’i keşfediyor. Onu ana dilinden okuyabilmek için Norveççe
öğreniyor. 18 yaşındayken Londra’daki Fortnightly
Review dergisinde yayımlanan ilk yazısı da Ibsen'in "Biz Ölüler
Uyanınca" oyunu üzerine. Böyle önemli bir dergide yazısının yayımlanması
Dublin’in küçük edebiyat ortamında tanınmasını sağlıyor. Derin bilgisini
sakınmadan kullandığı için ukala bulunuyor ve pek sevilmiyor. Aynı şekilde
yazıları da dergi yöneticilerine anlaşılmaz geliyor. Kitap tanıtma yazılarında
bile sözünü sakınmıyor, eleştirileri oldukça ağır. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde (çev. Murat Belge,
İletişim yay.) gençlik yıllarında yaşadıklarını anlatır. İlk gençlik çağlarını
yaşayan kahraman bir yandan yazar olmaya çalışırken bir yandan da “hayal gücünü
boğan ve yaratıcılığını sindiren kiliseye, okula ve topluma başkaldırışını
anlatır.” Roman aynı zamanda bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı ilk
eserlerdendir.
İrlanda’daki devlet, aile ve din kaynaklı yasakçı anlayış
tüm kurumlara ve tabii hayatın her alanına sızmıştır. Joyce ne yazsa ya dine
aykırıdır, ya ahlak dışıdır ya da o dönem ülkede yaygın olan milliyetçilikle
çelişmektedir. Dublinliler’de (çev.
Murat Belge, İletişim yay.) sade bir
dille “Dublin’li olma” halini tematik olarak birbirine bağlı öykülerde işlerken
tabu sayılan tüm konuları nazik bir dille ele alır. Daha gazetede yayımlanırken
öykülere tepkiler gelmeye başlar. Gündelik hayatta, edebiyat çevrelerinde
yaşadıkları Joyce’un nihai kararını vermesini sağlar; İrlanda’yı bir daha
dönmemek üzere terk edecektir. 1902’de Dublin’den ayrılıp Paris’e gider. Ertesi
yıl ölüm döşeğindeki annesini ziyaret için tekrar İrlanda’ya döndüğünde Nora
Barnacle’a aşık olur. Nora’yı da alıp Pola, Roma, Trieste, Paris’te geçecek ve
Zürih’te noktalanacak sürgünlüğüne doğru yola çıkar.
James Joyce’un cebinde hayatını sürdürecek, ailesine bakacak
parası yoktur. Bir şekilde geçinmesi gerekmektedir. Önce Pola’da daha sonra
Trieste’de yıllarca İngilizce öğretmenliği yapar. Kısa bir süre Roma’da bankada
da çalışır. Ulysses'i 1906’da Roma'da
bir bankada çalışırken kısa bir öykü olarak tasarladığı söylenir. 1914'te Ulysses'i
roman olarak yazmaya başlar. 1916’da Birinci Dünya Savaşı’nın etkilerinden
kaçmak için “ikinci vatanım” dediği Trieste’yi terk edip Zürih’e taşınırlar. Trieste’de
yaşadığı 11 yılı çok verimli geçirmiş, şiir kitabı Oda Müziği’ni yayımlatmış, Dublinliler’i
bitirmiş, İlk romanı Stephen Hero’yu Sanatçının
Bir Genç Adam Olarak Portresi olarak yeniden kaleme almış, tek tiyatro
eseri Sürgünler’i (çev. Bora Komçez,
Kabalcı yay.) yazmış ve Ulysses’e
başlamıştır.
Ulysses kalın bir
roman olacaktır. Daha önceki eserlerinde karşılaştığı sorunlar romanın
yasaklamalardan kurtulup kitap olarak yayımlanabileceği konusunda Joyce’u kuşkuya
düşürür ve ABD’de bir dergide parça parça yayımlanmasını kabul eder. Böylelikle
romanın yazımı da hızlanacaktır. Ulysses'i
Homeros'un destanı Odysseia’nın yapısına uygun olarak “maceralara bölünmüş
öyküler” olarak yapılandırmış ve Dublin’de tek bir günde geçmesine karar
vermiştir. O nedenle parça parça yayınlanması fikrine karşı çıkmaz. Kraliyet
Edebiyat Fonu’ndan alacağı burs da evi geçindirmek için para kazanmaya uğraşmak
yerine eserine yoğunlaşmasını sağlayacaktır. Ulysses'de Odysseia’nın yapısını kullanır ama romandaki tüm
kahramanları tanığı kişilerden esinlenmekte, tüm öyküler Dublin, Trieste ve
tabii Zürih’deki yaşadığı olaylardan kaynaklanmaktadır. Richard Ellmann,
yazılış öyküsünü anlatırken iyi bir çalışmayla Ulysses'in esin kaynaklarını da belgelerle gösteriyor.
Joyce kağıt parçalarına aldığı notları birleştirerek Ulysses'i
yazarken bir yandan da gözündeki sorunlarla uğraşıyordu. Kolay okuyup
yazamıyor, siyah gözlükler takmadan sokağa çıkamıyor, sancılar çekiyordu.
Tedavi süreci de bitmek bilmeyen göz ameliyatları ile sürecekti.
Maddi sıkıntılarının azalmasında ve kitaplarının
yayımlanmasında hamisi Miss Weaver’ın ve kendisiyle mektupla tanışan Ezra
Pound’un büyük katkıları oldu. Pound, bir menajer gibi ona ABD ve İngiltere’de
yayıncılar buldu. Ulysses'in ABD’de Little
Review’da tefrika edilmesini de Pound sağladı. Little Review’da 1921 Ocak ayına
kadar 18 bölüm yayımlandı. Ve nihayet yayın hakkında dava açıldı ve tefrikaya
ara verildi. İngiltere’de ise yargılanırız korkusuyla matbaacılar dizmek
istemediği için tefrika edilemedi. Ulysses
yayıncısını ancak James Joyce Paris’e taşındığında, 1922’de bulacaktır. Ulysses Fransa’da uzun süre
yargılanmaktan korkmayacak matbaacı arandıktan ve entelektüel bir dizgici
bulunduktan sonra Joyce'un yaş günü olan 2 Şubat'ta Paris'te Shakespeare and
Co. kitabevinin sahibesi Sylvia Beach'in çabalarıyla yayımlanabildi. Bir yıl
sonra Joyce Ulysses’e gelen
eleştiriler arasında son romanı olan Finnegans
Wake'e başladı. Finnegans Wake
yapısı itibariyle başta hamisi olmak üzere en yakın dostları tarafından bile
anlaşılamayacak, daha tefrika edilirken ağır eleştiriler alacaktır. Joyce çok
üzülse de eleştirilerden yılmaz ve göz hastalığı körlük aşamasına varsa da Finnegans Wake’i tamamlar. 13 Ocak
1941'de Zürih'te ölürken hala Finnegans
Wake’in edebi niteliğinin anlaşılamamasından şikayetçidir.
Ulysses’in baskısı
Joyce’un okunaksız el yazısı ve düzelti aşamasında yaptığı ekleme ve çıkarmalar
nedeniyle sayısız düzelti hatası içeriyordu ve her baskıda bu hatalar giderilmeye
çalışılıyordu. Ulysses’in aslına uygun, hatasız baskısının ancak 1984’de
yapılabildiği söylenir ama eleştirmenler henüz tek bir metin üzerinde
uzlaşabilmiş değil. Ana dilinde kolayca çözümlenemeyen ve her sözcüğün birçok
anlam taşıması ve sayısız gönderme bulunmasına, söz sanatları, ses oyunları,
ritm ve en önemlisi anlatımdaki müzikaliteye rağmen Avrupa dillerinden
başlayarak Çince dahil birçok dilde çevirisi var eserin. Türkçede ise ancak
1996 yılında Nevzat Erkmen’in büyük emeği ile okuyucuya ulaştı Ulysses.
2012’nin son günlerinde Ulysses’in
Türkçe’de yeni bir çevirisi yayımlandı (Çev. Armağan Ekici, Norgunk yay.).
Armağan Ekici, Kırtıpil Dergisi’nde (sayı 2, Aralık 2012- Ocak 2013) Ulysses’in Çeviri Sorunları Üzerine
başlıklı yazısında hangi edisyonu çevirisinde kaynak olarak aldığından
başlayarak çeviri macerasını anlatıyor. Ekici, Ulysses’in çevrilmesinin zorluğunun en önemli nedeninin “Joyce’un
dilin müziğini ve çokanlamlılığını büyük bir zenginlik olarak kullanması”
olduğunu vurgulayarak sözcüklerin çok anlamlılığının, gizli alıntıları,
göndermeleri ses oyunlarının, aliterasyon, kafiye ve vezin gibi unsurların
yarattığı zorlukları nasıl aştığını örnekliyor. En önemli sorun olan İngilizce
ve Türkçe arasındaki yapısal farkları nasıl çözdüğünü anlatıyor.
Armağan Ekici çevirisi ana metnin edebi ve dilsel niteliğini
yitirmemeye çalışan ama oldukça akıcı, kolay okunan bir metin. Bir James Joyce
hayranı olarak Armağan Ekici’nin çevirisinden Ulysses’i keyifle okuyorum. Tavsiye ederim.
31.01.2013
Yorumlar