Vladimir Vladimirovich Nabokov, 1899'da St.
Petersburg'da doğmuş. Beş çocuklu varlıklı bir ailenin en büyük oğlu. Baba
Nabokov hukukçu, devlet adamı ve gazeteci olarak tanınıyor. Nabokov, Rusça,
Fransızca ve İngilizce konuşulan kültürün yoğun olarak yaşandığı bir ortamda
büyüyor. Konuş Hafıza’da (2011,
İletişim yay.) çocukluk yıllarını edebi tadla anlatırken Ruşça konuşmaya
başlamadan önce İngilizce konuşup yazabiliyordum, diyordu.
Baba Vladimir Dmitrievich Nabokov 1917 Şubat Devrimi ile
göreve gelen hükümetin sekreteri olarak görev alıyor ve Ekim Devrimi ile Bolşevikler
iktidara geldiğinde aile Rusya'dan ayrılarak önce Londra'ya, sonra Berlin'e
gidiyor. Nabokov, öğrenimini Cambridge, Trinity College'da tamamlıyor. 1923 ile
1940 arasında anadilinde eserler veriyor ve Rus göçmen yazarlarından biri
olarak tanınıyor. 1940’da karısı ve oğluyla ABD'ye göç ediyor. Rusya’daki tüm
mal varlıklarına el konulduğu için Nabokov’un hiçbir geliri yok, çalışmak
zorunda. Stanford Üniversitesi yaz okulunda çalışıyor. 1941'den 1948'e kadar
Wellesley College'da Rusça bölümünün kadrolu tek elemanı olarak önce dil
dersleri, sonra da Rus Edebiyatı çevirilerinin incelendiği dersler veriyor. 1948’de
Slav Edebiyatı Doçenti olarak Cornell Üniversitesi’nde Avrupa Edebiyatının Ustaları ve Rus
Edebiyatı Çevirileri dersleri veriyor. 1955'te yayımlanan Lolita'nın dünya çapındaki başarısından sonra, 1959'da Cornell
Üniversitesi Rus Edebiyatı profesörlüğünden emekli olarak İsviçre'ye yerleşiyor.
Nabokov, 1940’da ABD’de akademik kariyerine başlarken Rus
Edebiyatı hakkında yaklaşık 2000 sayfa tutan ders metni hazırlamış. “Bu
metinler (...) yirmi akademik yıl boyunca mutlu olmamı sağladı” demiş. Rus Edebiyatı Dersleri (Şubat 2013, çev.
Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven, Ayşe Nihal Akbulut, İletişim yay.) Nabokov’un Rus
yazarlarıyla ilgili derslerinin tüm müsvettelerinden oluşuyor. Nabokov, Çehov,
Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Gogol ve Gorki hakkında dersler vermiş. Dersler
metin okuması, yorumlaması ve İngilizceye çevirilerin eleştirisi gibi görünse
de Nabokov çok sert eleştiriler yapmaktan ve ağır yargılarda bulunmaktan
çekinmiyor. Rus Edebiyatı Dersleri’ni
merakla okutturan da Nabokov’un bu yorumları kuşkusuz. Nabokov’un değerlendirmeleri
bu büyük yazarlarla hesaplaşması olarak da okunabilir. Nabokov’un en beğendiği
yazarlar Gogol, Tolstoy ve Çehov’dur ama onlarda bile eleştirilecek yerler
bulur. Dostoyevski’nin duygusallığından hiç hoşlanmadığını, Gorki’yi ise hiç
önemsemediğini görüyoruz. Rus Edebiyatı’nın bitiş noktası olarak görüyor
Gorki’yi. Gorki’den sonra gelen Sovyet edebiyatı hakkında ise konuşmaya bile
gerek görmüyor.
Kitabın ilk yazısı “Rus Yazarları, Sansürcüler ve Okurlar”da
bu derslerdeki yaklaşımını ve tezlerinin, yargılarının nereden kaynaklandığını
açık yürekle anlatıyor. “ “Rus Edebiyatı” yakın zamanlı bir hadisedir” diyor.
Rus olmayanlar için 19 yüzyılın ortası ile 20. yüzyılın ilk on yılı arasında ve
beş-altı yazarla sınırlı ise Rus okur için de bunlara ek olarak çevrilmesi
mümkün olmayan birkaç şairi içerecek şekilde biraz daha geniştir ve Sovyet
iktidarı ile noktalanır. “Rus düzyazı ve şiirlerinde üretilmiş eserler arasında
en iyi kabul edilenler, yaklaşık olarak 23 bin kitap sayfası tutmaktadır.”
Nabokov yüzyıllara yayılmış İngiliz ya da Fransız edebiyatları ile
karşılaştırınca bunun çok kısa bir süre ve çok az eser anlamına geldiğini
belirtiyor. Rus Edebiyatı’nın gelişmemesinin sebebi olarak da sürekli deneitim,
sansür ve yasaklamaları gösteriyor. Altın çağın yaşandığı 19. yüzyıl
Rusyası’nda da kitapların, yazarların yasaklanmaya devam ettiğini, yazarların
sürgün edilip, eserlerinin sansürden geçtiğini ama “tuhaf” bir özgürlük
ortamının da olduğunu belirtiyor. Çünkü 1860’ların büyük reformları ile sansür bir
süre gevşemiş ve “Devrim sonrası Sovyet iktidarında şaşkınlık verici ve karşı
konulmaz bir şekilde geri gel”miştir. Sansürün gevşemesine rağmen otosansür
sürmüş. Nabokov “Rus romanı genel olarak, günümüze kadar gelmiş romanların en
iffetlisidir. (...) Mesela Lady
Chatterley’in Sevgilisi gibi bir Rus romanı tasavvur edilemez” diyor.
Nabokov bakış açısını açıklarken “Rus romanında Rusya’yı
aramayalım; bireysel dehayı arayalım. Başyapıta bakalım, çerçevesine değil;
çerçeveye bakan diğer insanların yüzlerine de değil” diyor ve “her şeyde
doğrudan esasa, metne, kaynağa, öze gitmek daha akıllıcadır – ancak o zaman,
filozofu ya da tarihçiyi ayartacak veyahut günümüzün ruhunu memnun edecek
kuramlar gelişebilir” diye tamamlıyor.
Rus Edebiyatı Dersleri’nde
Nabokov’un ilk değerlendirdiği yazar Gogol. Gogol’ün zekasını, hınzır ve mizahi
yaklaşımını anlatıyor. Kişi ve yer adları ile bile ne zekice göndermeler
yapılabileceğini, Gogol’ün nasıl dille oynadığını, ses benzerliği ya da
söyleyişten nasıl yeni sözcükler türettiğini, yaptığı betimlemelerin nasıl
kendine has olduğunu ve karmaşık gramerini örnekliyor. Bu örneklerden Gogol’ün
başka dillere çevrildiğinde çok büyük oranda değer kaybettiğini anlıyoruz.
Nabokov’a göre İngilizceye yapılan çevirilerde Gogol’ün eserleri
“mahvedilmiştir”. Nabokov bu yanlış çevirileri de örnekler. Daha sonra da
Gogol’ün Ölü Canlar’ın ikinci
bölümünü neden yazamadığını sorgular. Nabokov’a göre “Puşkin’in nesri üç
boyutludur; Gogol’ünki ise en azından dört boyutludur. Çağdaşı olan,
Öklid’i yerle bir edip, Einstein’ın sonradan geliştireceği kuramların
çoğunu bir asır erken keşfeden matematikçi Lobaçevski’yle kıyaslanabilir.
Gogol’ün Palto’da sergilediği
sanat, paralel doğruların kesişmekle de kalmayıp, solucan gibi
kıvrılabileceklerine, karmakarışık hale gelebileceklerine işaret eder; (…)
kendi kendimizle vardığımız fizik ötesi uzlaşımların da var olmadığı
Gogol’ün dünyasında, bütün bunlar gayet tabii şekilde olup biter.”
Turgenyev’i çağdaşı Flaubert’le karşılaştırıp “Hoş bir yazar
olmakla birlikte büyük bir yazar değildir Turgenyev, Asla Madame Bovary ile kıyaslanacak bir şey yazmamıştır (...)
Turgenyev’in gündemdeki toplumsal problemlerle meşgul olma konusundaki hevesi
de, konularını ele alışındaki banallik de Flaubert’in haşin sanatıyla benzerlik
taşımaz” der.
Nabokov’a göre “Turgenyev’in en kötü taraflarının Gorki’nin
eserlerinde yerini bulduğu, Turgenyev’in en iyi taraflarının da (Rusya
manzarası anlamında) Çehov tarafından çok güzel şekilde geliştirildiği
görülebilir.”
Nabokov’un Dostoyevski ile ilişkisi dikkate değer. Daha
sonra Lolita’yı yazarken Dostoyevski’den etkilenmekle eleştirilecek olan Nabokov
“Dostoyevski’yi madara etmek için sabırsızlanıyorum” diyecek kadar hınçla dolu.
“Uzun ömürlü sanat ve bireysel deha açısından” değerlendirdiğini belirtip “Bu
bakış açısıyla Dostoyevski büyük bir yazar değil hayli vasat bir yazardır –
mükemmel mizah parıltıları vardır, ama ne yazık ki bu parıltıların arasında
yavanlıklarla dolu çorak araziler uzanır” der.
Nabokov’a göre “Puşkin ve Lermentov’u bir yana bırakırsak”
Tolstoy “Rus düzyazısının en büyük sanatçısıdır.” Anna Karenin’i büyük bir dikkatle, uzun uzun çözümler ve Tolstoy’un
zamanı kullanmaktaki büyük ustalığına dikkati çeker ama eksik bulduğu yanları
da kıyasıya eleştirir. Sonuç olarak Nabokov’a göre Anna Karenin, kendisinden 20 yıl önce yazılmış Madame Bovary’den daha iyi bir eser değildir.
Çehov’un öyküye birçok yenilik getirdiğine dikkati çeker
Nabokov. “Hiçbir zaman toplumsal ya da ahlaki mesajlar verme derdi olmasa da,
Çehov’un dehası neredeyse istemsizce aç, ne yapacağını bilmeyen, aşağılanmış,
kızgın köylülerin Rusya’sındaki en karanlık gerçekleri, başka birçok yazardan,
mesela kendi toplumsal fikirlerini boyalı kuklaların resmi geçidi içinde
kibirle sergileyen Gorki’den daha fazla ifşa eder. Daha da ileri gidip,
Dostoyevski ya da Gorki’yi Çehov’a tercih edenlerin asla Rus edebiyatının ve
Rus hayatının temellerini, daha önemlisi evrensel edebiyat sanatının
temellerini kavrayamayacağını söyleyeceğim.”
Rus Edebiyatı Dersleri’nde
değerlendirilen yazarların sonuncusu Gorki. Yukarıdaki alıntılarda da
görülebileceği gibi Nabokov, Gorki için hiç iyi şeyler düşünmüyor. Ona göre “Gorki,
yaratıcı bir sanatçı olarak pek önemli değildir. Fakat Rusya’nın toplumsal
yapısı içindeki renkli bir fenomen olarak dikkate değer.”
04.04.2013
Yorumlar