Kitabın kapağında “Postacının Aşkı” başlığını gördüğünüzde ister istemez Antonio Skarmeta’nın Ateşli Sabır’ını, Pablo Neruda’nın Kara Ada günlerinde postalarının taşıyan postacısı Mario’yu, Mario’nun sevgilisi Beatriz’i hatırlıyorsunuz. Ateşli Sabır’da Mario sevgilisinin gönlünü Neruda’nın şiirleri ile kazanıyordu.
Denis Theriault, Kanada Quebec’li bir yazar. İlk romanı
2001 yılında yayınlanmış. Ödüller almış. İngilizceye çevrilmiş. Postacının Aşkı (Nisan 2013, çev. Zeynep
Heyzen Ateş, Altın Kitaplar) ikinci romanı. 2004’de yayımlanmış. Bu romanda
İngilizcede yayımlanmış.
Theriault’un postacısı Bilodo, 27 yaşında. Montreal'de
yaşıyor. Yalnız bir adam. Hayatında işinden başka bir şey yok. İşini severek
yapıyor. Kendi kendi ile yarışıyor. Mektupları zamanında ve doğru adrese
götürmeyi önemsiyor. Beş yıldır aynı bölgedce görev yaptığı için bölgesini ve posta
götürdüğü insanları iyi tanıyor. Günleri işi ile evi arasında geçiriyor.
Öğle yemeklerini hep aynı lokantada yiyor ve tatlıdan sonra
kaligrafi çalışıyor. Akşamları ise çoğunlukla evde. Kendisi gibi postacı olan en
yakın ve tek arkadaşı Robet çok ısrar ederse dışarı çıkıyor. Bu dışarı çıkmalar
da pek sık olmuyor.
Bilodo’nun kötü bir huyu var, mektupları dağıtmadan önce
okuyor. Geceleri yemeğini yiyip, biraz televizyon seyrettikten sonra kapıyı
kilitleyip mektupları buhara tutarak tek tek özenle açıp okuyor. E-posta
çağında olduğumuz için mektuplaşanların sayısı çok değil. Bu da işi daha da
heyecanlı kılıyor. Mektupları okuduktan sonra fotokopilerini çekip arşivliyor.
Bu durum fotokopicinin dikkatini nasıl çekmemiş, bilemiyoruz. Yazar değinmiyor.
Bilodo okuyup, fotokopisini çektiği mektupları özenle
kapatıp sahiplerine ulaştırıyor.
Onu en çok etkileyen mektuplar Antiller’den Guadeloupe
Adası’ndan geliyor. Guadeloupe'lu Ségolène'den gelen çok zarif bir el yazısıyla
yazılmış portakal kokulu her mektup sadece üç kısa dizelik tek bir şiirden
ibaret. Bilodo bu şiirleri dikkatle okuyup anlamlar çıkartmaya çalışıyor ama
bir şey anlamak da pek kolay değil. Yine de bu garip kısa şiirler ona bir
şeyler hissettiriyor, bir şeyler görmesini sağlıyor. Onları ezberliyor, sık sık
kendi kendine tekrarlıyor.
5 + 5 + 7 ya da 5 + 7 + 5 hece ölçüsü ile yazılmış 17
heceden oluşan şiirler bunlar. Bilodo bir gün gazetede bu şiirlerin
benzerlerine rastlıyor ve onların Haiku olduğunu anlıyor. Bu bilgi heyecanını
daha da artırıyor. Kütüphaneye gidip Haiku ile ilgili kitaplar okuyor.
Haiku’nun ustalarını tanıyor. Böylelikle mektuplarda yer alan, ilk okuyuşta
anlamsız görünen Haiku’ların özenle ve belli mesajları vermek amacıyla
yazıldıklarını anlıyor.
Bir zarftan Ségolène'in fotoğrafı çıkıyor. Genç kadının ilk
okul öğretmeni olduğunu öğreniyor. Kadının gülümseyişi içine işliyor. Yazısına,
garip şiirlerine hayran olduğu kadına iyice bağlanıyor. Dört gözle mektupların
gelmesini beklerken mektupların gönderildiği kişiyi de araştırıyor. Ségolène bu
mektupları Gaston Grandpre adlı “Sakallı, üstüne başına özen göstermeyen, saç
traşı bile doğru dürüst olmayan, her zaman abartılı, şatafatlı, kırmızı bir
ropdöşambrla dolaşan ve bütün gece uyumadığı izlenimi veren bir tip”e
yollamaktadır. “Deli bir bilim adamı” ya da “çatlak bir serseri” izlenimi veren
Gaston tahmin edebileceğiniz gibi tanınmamış bir şairdir. Gaston Grandpre’nin
başına gelen bir kaza Bilodo’nun hayatını değiştiriyor.
Bilodo hayatında hiç mektup almamış. Zaten mektuplaşabileceği
kimse de yok. İnternetle de arası yok. Bir ara kendi kendine mektup yazmayı
denemiş ama keyif alamamış, bırakmış. Gaston’un yaşadığı kaza Bilodo’nun onun
adıyla mektuplaşmayı sürdürmesine olanak sağlıyor. Bilodo biraz uğraştıktan
sonra Haikular yazmayı da beceriyor ve aşık olduğu kadınla Gaston’muş gibi
yazışmaya başlıyor. Kaligrafi yeteneği sayesinde Gaston’un el yazısını taklit
edebildiği gibi onun yazdıklarını örnek alıp yazışmayı sürdürmeyi de başarıyor.
Postacının Aşkı,
çağımızda pek rastlanmayan bir aşkın öyküsü olarak okunabilir. Bidou’nun
tutkusunda pek çok hastalıklı yan bulunabilir. Diğer yandan şiirseverlere,
özellikle Haiku meraklılarına özel olarak sesleniyor roman. Postacının Aşkı’nı Haiku türüne bir
saygı duruşu olarak da okuyabiliriz. Eli kalem tutanlar bu romanı okuduktan
sonra mutlaka Haiku yazmayı deneyecektir.
Postacının Aşkı
128 sayfalık, kısa ve akıcı bir roman. Keyifle ve hızla okunuyor. Zeynep Heyzen
Ateş’in çevirisi de okunaklılığı artırıyor. Özellikle Haiku çevirilerinin başarılı
olduğunu söylemeliyim. Haiku çok özel bir tür ve çeviride hem hece ölçüsünü hem
de çok anlamlılığı iletmek kolay bir iş değil.
13.06.2013
Yorumlar