Peri Gazozu



Ercan Kesal, “Peri Gazozu”nda küçük bir kasabada geçen yoksul ama umut dolu çocukluk yıllarından söze girip genç bir “Taşra Hekimi”nin yaşadıklarına uzanan öyküler anlatıyor. Hepsi de insanı vicdanlı, insaflı olmaya çağıran mesel tadında öyküler…
Ercan Kesal iyi bir senarist, başarılı ve de ödüllü bir oyuncu olarak tanındı. Birkaç yıl içinde hemen hepsi iyi ve genç sinemacıların çektiği filmlerin ya yazar kadrosunda yer aldı ya da filmlerde rol aldı. 2002’de Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak”ı ile başlayan sinema kariyeri 2008’den sonra hız kazanmış. Son filmi Onur Ünlü’nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi”si.
Oysa biz onu edebiyatı ve edebiyatçıları seven bir doktor olarak tanıyorduk. Edebiyattan da, şair ve yazarlardan da desteğini esirgememiş her zaman yanlarında olmuştur. “Peri Gazozu”nda (2013, İletişim yay.) edebiyata ilgisinin çocukluk yıllarına dayandığını, Avanos Halk Kütüphanesi’nde okuduğu kitapların yolunu çizdiğini anlatıyor Ercan Kesal. Kütüphane kartını “çocukluğumun varoluş nesnesi” diye anıyor. Eline ne geçerse okumuş. Kendisine satın alınan ilk kitaplar ise İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” ve Reşat Nuri Güntekin’in  “Kızılcık Dalları”. Satın alan ilkokul mezunu babası Gazozcu Mevlüt. Kitaba adını veren “Peri Gazozu”nun üreticisi. Baba gün gelmiş kasabada öyle ünlenmiş ki “fabrikatör” diye anılmış. Parasız bir fabrikatör…
Ercan Kesal, kitabı babasının anısına adamış. Kitapta anlatılan öyküler bize iyinin ötesinde sıkı bir baba oğul ilişkisi anlatıyor. Anne daha gerilerde. Nine de önemli bir figür.
Avanos, Nevşehir’e bağlı güzel bir ilçe. İçinden nehir geçen kasabalardan. Aile tarımla uğraşıyor. Hayvancılık yapıyor. İmge olarak sürekli halı dokuyan bir anne var. Yoksul bir aile. Babanın gazozculuğa başlaması onları zenginleştirmiyor ama babanın çiftçilikten esnaflığa evrilmesi ile ailenin bir değişim yaşadığı görülüyor.
Gazozcu Mevlüt ilkokul mezunu olarak kalmamış sürekli kendini geliştirmiş, okumuş, kasabanın ileri gelenleri arasına girmiş, çocuklarının da okumasını desteklemiş. Ercan Kesal kitapta kardeşlerinden pek söz etmiyor, eğitim durumlarını da bilemiyoruz ama Kesal’ın okuyup doktor olmasında başarılı bir öğrenci olmasının yanında babasının maddi ve manevi desteğinin de önemli olduğunu anlıyoruz. 
“Peri Gazozu”nda anlatılan öykülerin hepsi yaşanmış. Ercan Kesal, yaşadıklarını kronolojik bir biçimde anlatmıyor. Zaman içinde bir ileri bir geri giden küçük anı/öykü parçalarının birleştiği bir biçimi tercih etmiş. Daha çok öykü kıvamında denemeler denebilir. “Hayatlarımızda ortak bir tema oluşturan nesne ya da duygu metaforlarını dillendir”iyor kendi deyimi ile. Örneğin ilk öykü-deneme “Kurban”da Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban edişi ile söze girip çocukluğundan, doktorluk yıllarından anılarla/öykülerle küçük yaştaki çocukların ölümlerini, anne-babalarının tepkilerini anlatıyor. Yetimlik, devrimci öğrencinin yaşam şartları, “büyüdüm” duygusu, ceketi çıkarmanın verdiği rahatlama hissi, adı konmamış kadınlar, beden ve kağıda basılmış hayatımızı belirleyen mühürler, fotoğraftaki kan, açken bile ekmeğini, yemeğini paylaşanlar, bardağı taşıran damla, bir sözcükle aktarılan güven duygusu, tecavüz edilen çocukların ruh hali, avuç içleriyle anlatılanlar, yanarak ölenler, yorgan, “herkesin mezarı kendine” anlayışı, kokusundan bulunan yavrular, hayatımızı belirleyen sözcükler... Bir denemeyi oluşturan öykücüklerle geçmişten bugüne geliyor zaman zaman geleceğe bakıyorsunuz.
Yazıların ana ekseninde ise Avanos’ta büyüyen o yoksul çocuğun iyi bir öğrenci olarak Tıp Fakültesi’ni bitirip doktorluk yaptığı yılların tüm öyküsü var. Yeni bir Mahmut Makal, Talip Apaydın ya da Fakir Baykurt diye düşünebilirizsiniz ama anlatımındaki “yeni”liğin yanında bakışında da fark var. Tamamı belleğinde olan bir yaşam öyküsünden küçük öyküler çıkartıp birbirine bağlarken 60’lı yıllardan bugüne uzanmakla kalmıyor, kendi öyküsü üzerinden bir Türkiye panoraması oluşturuyor.
Anlatımı hem keyifli hem hüzünlü. Küçük sevinçler ve bolca büyük acılar var. Yaşayanların sıradanmış gibi anlatıp geçeceği olaylar sözcüklere dökülünce derin trajediler halini alıyor. Ve o kadar sık yaşanıyorlar ki... Neden bu ülkeye, bu halka ve tabii bize bunlar yaşatıldı diye sormadan edemiyorsunuz.
08.08.2013

Yorumlar