Veli Uğur “1980 Sonrası Türkiye’de Popüler Roman”da son otuz
yıldır okuların ilgisiyle gelişen, çoğalan, çoksatanlar listelerini oluşturan
popüler romanları inceliyor, akademik açıdan sınıflandırıp eleştirel gözle
değerlendiriyor.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi yayıncılık dünyası için
Türkiye’de yeni bir başlangıç oldu. Askeri darbe ile siyasi ya da kültürel
misyonla yayıncılık yapan yayınevlerinin ve Anadolu’daki kitapçıların
birçoğunun kapanması ile yayıncılığımız adeta sıfırlanmış ve yeniden kurulmak
durumunda kalmıştı. Günümüzde etkin olarak faaliyet gösteren yayınevlerinin
neredeyse tamamı 80 sonrası kurulmuştur. 80 öncesinden gelen çok az yayıncı
vardır. 80 sonrası yayıncılar siyasi ya da kültürel misyonlu bir destek almadıkları
için ticari olarak kendi ayakları üzerinde durmak zorundaydılar. Kitap üretimi
hem sayıca arttı hem de çeşitlendi. “Çoksatan” kavramı keşfedildi. Bu da doğal
olarak yayınevlerinin popüler romanlara yönelmelerini gerektirdi.
Veli Uğur’un da belirttiği gibi aslında ilk Türkçe romanın
yazıldığı 1800’lerden başlayarak “popüler” başlığı altında incelenebilecek
birçok roman yazılmış. Bunların bir bölümünün batı’da yazılan romanlara
öykünerek hatta taklit ederek ya da birebir kopyalayarak yazıldıklarını
söylesek de özgün ve çoksatan yapıtlar da olmuş. Ama sayıları pek fazla değil.
Romanın ülkemiz için yeni bir tür olduğu ve yine 80’lere dek yıllık roman
üretiminin 40-50 civarında gerçekleştiği gözönüne alınırsa bu durum şaşırtıcı
değil.
Veli Uğur, akademisyenlerin popüler kültürü ve romanı
incelemekte oldukça geç kaldıklarını ve yapılan incelemelerin sayısının da bu
nedenle az olduğunu belirtiyor. Geç kalmanın yanında, Adorno daha 1940’larda
tanımını yapmış olsa da akademik dünya kültür endüstrisini ve ürünlerini
anlamakta ve yorumlamakta da geriden geliyor. Yapılan tanımlamalar da, sınıflandırmalar
da eskimiş ya da varolanı karşılamaz nitelikte görünüyor. Hele bu sınıflandırmaları
günümüz popüler romanlarına uygulamaya kalktığımızda daha büyük bir kuşkuya
düşüyoruz.
Veli Uğur “1980 Sonrası Türkiye’de Popüler Roman”da (Temmuz
2013, Koç Üniversitesi yay.) arka kapağa da alıntılanan şu tanımlamayı yapıyor:
“Popüler romanların en belirgin özellikleri seri üretilmeleri, belirli
formüllere, basmakalıp kahramanlara ve olaylara dayanmalarıdır. Söz konusu
eserler, yüzeysel bakıldığında dünyayı sorgulamak yerine olduğu gibi kabullenip
iyi ve kötü, siyah ve beyaz arasında bölünmüş basit bir yapı olarak tanımlayan,
dünyevi problemleri basitleştiren, okuyucuyu da buna yönlendiren eserlerdir.
Yaygın olarak tüketilen popüler romanlar en çok edebiyatı sorgulama ve
eleştirme işlevlerinden soyutladığı, seri üretimden kaynaklı maddi kazancı öne
çıkardığı iddialarıyla eleştirilir.”
Veli Uğur, popüler romanları aşk romanları, hidayet romanları, bilimkurgu romanları, polisiyeler, casus romanları, fantastik romanlar, korku romanları, siyasal kurgular, tarih romanları olarak sınıflandırmış. Uğur’un 80 sonrasından ele aldığı ilk tür aşk romanları. Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok”undan başlayarak bölümde ele alınmayan ya da alınan çoğu romanın bu tanıma uymadığını görüyoruz. Türkiye’de ABD’de olduğu gibi Beyaz Dizi romanları yazılıp pembe dünyalar kurulmuyor, aksine Asena örneğinde olduğu gibi kadının kimliğine sahip çıkmasını, özgürlüğünü savunan, kadını feminizme çağıran eserler yazılıyor. Çünkü kadın okurun çözüm bekleyen sorunları var ve romanlarda da onları arıyor.
Veli Uğur, popüler romanları aşk romanları, hidayet romanları, bilimkurgu romanları, polisiyeler, casus romanları, fantastik romanlar, korku romanları, siyasal kurgular, tarih romanları olarak sınıflandırmış. Uğur’un 80 sonrasından ele aldığı ilk tür aşk romanları. Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok”undan başlayarak bölümde ele alınmayan ya da alınan çoğu romanın bu tanıma uymadığını görüyoruz. Türkiye’de ABD’de olduğu gibi Beyaz Dizi romanları yazılıp pembe dünyalar kurulmuyor, aksine Asena örneğinde olduğu gibi kadının kimliğine sahip çıkmasını, özgürlüğünü savunan, kadını feminizme çağıran eserler yazılıyor. Çünkü kadın okurun çözüm bekleyen sorunları var ve romanlarda da onları arıyor.
Örneğin Uğur’un “hidayet romanları” dediği inanç temelli
romanlar “belirli formüllere, basmakalıp kahramanlara ve olaylara dayan”an
eserler gibi görünseler de “sorgulama ve eleştirme işlevlerinden soyutla”nmak
bir yana başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin temellerini oluşturan
prensipleri tartışmaya açtıklarını ve kendi dini inançlarına göre bir yaşam
biçimi önerdiklerini görmemek elde değil. En tipik örnek Şule Yüksel Şenler’in
dindar kadınların giyimini etkileyip çarşaftan türbana evrimleşmesini sağlayan “Huzur
Sokağı”dır. Aynı şekilde Uğur’un “siyasal kurgular” başlığı altında ele aldığı
“Metal Fırtına” gibi romanlar da siyasi bakış açıları nedeniyle taraflı ve son
derece tartışmalı eserlerdir ki Uğur da bunun farkında ve ilgili bölümde sözünü
ediyor.
Tanımlamalar açısından sorunlu alanlardan biri de
polisiyeler. “Seri üretilmeleri, belirli formüllere, basmakalıp kahramanlara ve
olaylara dayanmaları” ile Osman Aysu’nun romanları Veli Uğur’un tanımlamalarına
uysa bile Aysu’nun “dünyayı sorgulamak yerine olduğu gibi kabullen”diğini
söylemek pek mümkün görünmüyor. Hele Ahmet Ümit ya da Celil Oker gibi türün
önde gelen yazarlarının eserlerinde seri üretim, belirli formül, basma kalıp
kahraman ve olaylardan söz etmemiz mümkün değil. Ümit de, Oker de, daha birçok
yeni nesil polisiye yazarı da Türkiye’nin önemli meselelerini cesurca ele
alıyor ve derinlemesine tartışmaya açıyor. Zaten dünyada da polisiye romanda
genel eğilim bu yönde, basma kalıba, sıradana, klişeye yer yok. Aklımıza gelen
gelmeyen her sorun derinlemesine yazılıyor, tartışılıyor.
Veli Uğur yaptığı kategorileştirmeye uygun eserler seçmeye
çalışmış ama bazı yerlerde bu seçim uygun olmamış. Pınar Kür ve İsmail Güzelsoy’un
polisiye içerikli romanları popüler romanı mı yoksa edebi eserin içinde
polisiyenin kullanılmasını mı örnekler? Hem satış hem de içerikleri açısından
popüler roman tanımlamalarına sokulamayacak edebi değerlerde oldukları ise açık.
Öte yandan 2000’li yıllarda popüler olan, çok satan
romanlara baktığımızda da önemli eksiklikler görülüyor. Tarihi roman
dediğinizde İskender Pala’nın romanlarını, hele Turgut Özakman’ın Türkiye’de en
çok satmış kitap olan “Şu Çılgın Türkler”ini ele almazsanız eksik kalırsınız. Tarihin
siyasallaştırılıp yeniden yazılması popüler romanın apolitikken politik hale
gelmesi sanırım en iyi Özakman’ın romanı üzerinden tartışılabilirdi.
Okur gözünde şu anda çok satanlar listesinde hangi romanlar
varsa onlar popülerdir. Zülfü Livaneli, Elif Şafak, Ayşe Kulin, Buket Uzuner
gibi onlarca yazarın romanlarını Uğur’un sınıflandırmaları içinde bir yere
koyamıyorsunuz.
Kültür endüstrisi “popüler romanla” ilgili eleştirileri iyi
bildiği için popüler olanla edebi olanı birleştirme çabası içine girdi. Okura
satın aldığı kitabın hem zevkle vakit geçirebileceği hem de sahip olmakla gurur
duyacağı ürünler olduğu inancı aşılayarak popüler ürünün değerini artırdı.
Edebiyat eseri çoksatar romana dönüştürüldü. Diğer yandan da her tür okura aynı
anda, tek bir romanla hitap edebilmek için popüler kavramını oluşturan türlerin
bileşiminden “bestseller” türü yaratıldı. Artık birçok kitabı kolayca
kategorize edemiyoruz.
Veli Uğur, üniversite öğrencileri arasında kendi
gözlemlerine dayanarak okurun ince kitaplar talep ettiğini söylüyor (s.315) ama
popüler romanlar gittikçe kalınlaşıyor. Popüler romanların kalınlaşmasının
nedenini yayın dünyasını izleyenler de merak ediyor. “Kalın roman” yayıncının
bir defada daha çok para kazanması, yazarın daha fazla telif alması demek
olabileceği gibi bir okur tercihi de olabilir. Talep olmadan arz olmaz. Okurun
böyle bir talebi yoksa ne kadar uğraşsanız da arz ettiğiniz kitabı satamazsınız.
Fatih Acer’in Bursa’da 9 ayrı okulda popüler roman okuyan 421 genç arasında
yaptığı araştırma popüler roman okuru ile ilgili ilginç veriler veriyor. Ankete
katılanların %41’i 401 ve üzeri, %39’u 301-400 sayfa arasındaki romanları
okuyor. %36.8’i 1-3 gün içinde, %33.3’ü bir haftada bir kitap okuyor. “Bir
romanı seçerken neye dikkat edersiniz?” sorusuna verilen cevaplar şöyle: 326
okur “sürükleyici olmasına” demiş, beni yansıtması 43, tavsiye edilmesi 16,
herkesin okuması 16, çok satıyor olması 11, sayfa sayısının azlığı 9. Popüler
bir romanı satın almada ise arkadaş tavsiyesi %31.6, çok satanlar listesinde
olması %21,4, takip ettiği bir yazarın kitabı olması %16,9, reklamların etkisi
%6,2 (turkishstudies.net/Makaleler/1398366249_01AcerFatih-edb-1-23.pdf).
Veli Uğur “1980 Sonrası Türkiye’de Popüler Roman”dası hem bu
tür tartışmalara yol açmasıyla hem de esas olarak popüler roman dediğimizde ne
anlamamız, hangi romanların hangi türe girebileceğini genel olarak görmemiz
açısından kaynak bir eser.
19.09.2013
Yorumlar