Anne Ben İnsan mıyım?


İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği Bienal 13. kez yapılıyor. İlk Bienal “1. İstanbul Çağdaş Sanat Sergileri” adıyla 1987’de düzenlenmiş. Ben de gitmişim.
İstanbullu olmanın en önemli niteliklerinden biri bütün Dünya’yı heyecanlandıracak bir etkinlik yapılırken yanından geçip gitmektir. İstanbullunun ya zamanı yoktur ya kıymetini bilmez ya da sonra giderim diye düşünür. Bir süredir “Bienal”ler de benim için öyle olmuştu.
Bu seferki Bienal ise daha Şubatta duyurulduğundan beri görme arzusu uyandırdı. Bienal’in başlığı “Anne Ben Barbar mıyım?”ı bir şairin, Lale Müldür’ün kitabından alıyordu. Bienalin küratörü Fulya Erdemci’yi hazırladığı cesur sergilerle, Venedik Bienali’ndeki Türkiye Pavyonu gibi çalışmalarıyla biliyordum. “13. İstanbul Bienali’nin “siyasi bir forum olarak kamusal alan” fikrine odaklanacak olması da çağırıcıydı. “Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim?”, "Sürekli Yoksullaşan Bir Dünyada 'Zengin' Olmak Nasıl Mümkün?", "İstanbul Hazır Hedef 2023", “Bir Savaş Meydanı Olarak Kamusal Alan: Çatışma mı, Uzlaşma mı?” gibi çarpıcı sorular soruluyordu. Bu sorulara çağdaş sanatçıların verecekleri cevaplar belki de sanat zevki almanın yanında İstanbul’u daha iyi anlamakta da ufuk açıcı olacaktı.
Sonra,  “İstanbul'un Katline Bienal Desteği... İstanbul Katlediliyor... İstanbul Uluslararası Sermayelere Pazarlanıyor... Tüm Bienal Sanatçıları, Tasarımcılar, Küratörler, Düşünürler Oyuna Gelmeyin, Oyuna Alet Olmayın...” diyen bir bildiri okudum. “Kamusal Direniş Platformu” adlı protestocular bildiri ile kalmamış, martta İTÜ Maçka Kampüsü’nde yapılan “Kamuya Hitap Etmek” adlı etkinlikte sahneye fırlayıp “Anne Ben İnsan mıyım?” sloganını sahnede bir pankarta yazmış, protesto bildirilerini okumuş, seyirciler arasındaki beyaz tişörtlü bir grup yanyana durup bir metni okumaya başlamıştı. Sırtlarındaki harfleri birleştirdiğinizde “Barbarları Beklerken” yazısı okunuyordu, okudukları da Kavafis’in aynı adlı şiiriydi.


   10 Mayıs’ta The Marmara Oteli’ndeki “Kamusal Sermaye” adlı sunumda kentsel dönüşüme uğratılan semtlerin adlarını taşıyan beyaz tişörtler giymiş eylemciler sırayla konuşmacıların oturduğu masanın önüne çıkıyor, İKSV’nin ve sponsorların logosunu taşıyan bezlere sarınıp sessizce yatıyor, güvenlik görevlileri de eylemcileri karga tulumba salonun dışına çıkartıyordu. Protesto eylemi olduğunu bilmeseniz bir performans izliyorum sanabilirdiniz.
Protestolarla ilgili tartışmaları sanat sayfalarında izledik. Suçlamalar, işi kişisele dökmeler, karakol, davalaşmalar... Tam Türk tipi bir polemik. Bienal’e dikkat çekmek isteniyorsa başarılmıştı. Bu sırada Bienal’in nerelerde yapılacağı, hangi kamusal alanların, meydanların kullanılacağı, restore edilen AKM’de gerçekleştirilecek sergi haberleri gelmeye başladı.
Gezi Parkı Direnişi ile ise “hiçbir şey eskisi gibi kalmadı”. Gezi’de kamusal alanda yapılabilecek tüm performanslar sergilendi. Devlet de kamusal alanı kamuya kapattı. Bienal programını değiştirmek durumunda kaldı. AKM’den, meydanlardan vazgeçildi. Beş binada sergilerin gerçekleştirilmesine karar verildi. Ve kamuyu en etkili şekilde çağıracak haber verildi: Bienal bu yıl ücretsiz!
13. İstanbul Bienali 14 Eylül – 20 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu cezbedici tanıtım, bu kadar polemik ve “giriş ücretsiz!” denmesinden sonra gitmemek olmaz. 
18.09.2013

Yorumlar