Bienal’de Kamu olmak



13. İstanbul Bienali beş binada yapılıyor gibi görünse de aslında İstanbul’un tüm çağdaş sanat ortamlarında gerçekleştiriliyor. Çünkü Bienal sayesinde plastik sanatlar sezonu iki ay öne alınmış. Hem de çok iddialı sergilerle...
Bienal’in mekânlarından Antrepo, Galata Rum Okulu, Salt Beyoğlu ve ARTER’deki gezimde sergilenen iş’lerin kavramsal çerçeve ile ne kadar uyuştuğu kadar “Bienal’e katılan 15’i Türkiye’den 88 sanatçı Gezi Parkı Direnişçileri kadar bu sorgulamada başarılı olabildiler mi” sorusuna da cevap aradım. Direnişin aslı ile sanatsal olarak nasıl algılandığını karşılaştırdım. Halil Altındere’nin Sulukule’nin kentsel dönüştürülmesine Rap müzikle karşı çıktığı “Harikalar Diyarı” klibi, Diego Bianchi’nin Gezi’yi Salt’ta adeta yeniden canlandırdığı “Ya Pazar Ya Ölüm”ü, Cristoph Schafer’in katledilen Yedikule Bostanları’na da gönderme yapan iş’i ilk dikkatimi çekenler. Bazı iş’lerden çok daha ilginçleri Gezi Direnişi’nde yapılmıştı. Bazı işler de yapılma tarihleri gözönüne alınırsa Gezi’ye örnek olmuş ya da gençler de çağdaş sanatçılarla aynı şeyi akıl edebiliyor.
Lale Müldür’den alınan başlık nedeniyle şiirle bağ kurulduğu söylense de bunu çok az iş’te görebildim. Lale Müldür’ün Kaan Karacehennem ve Franz von Bodelschwing’le yaptığı videosu “Azılı Yeşil”in neden tamamının gösterilmediğini merak ediyorum. Bienal’deki iş’lerde şiir değil kamusal alan sorgulaması ağır basmış. Sanatçılar olayların izinden gitmiş, yansıtıcı olarak kalmışlar. Genellikle sanat yaşamı izlemiş.
Sayılarının çokluğu ile dikkati çeken video performansları sergi salonlarının sınırlayıcılığında doğru kavranmak bir yana tam olarak izlenemiyorlar. İnternet bir kamusal alan olarak değerlendirilebilir, videolar izlemeye ve yoruma açılabilirdi. Bazı işlerin asıllarının değil de videolarının getirilmiş olması da hayal kırıklığı yaratıyor. Bazı işler de “daha önce görmüştüm” diye düşündürüyor. Yapılan seçim öncüyü değil de ortalamayı mı yansıtıyor sorusu akla geliyor.
Antrepo’daki “üç meydan”lı düzenleme bana klasik geldi, kentsel kamusal alan çağrışımı yapmadı. ARTER ve Salt Beyoğlu kolay girilen, ayakaltında yapılar. Beyoğlu’ndaki mekânlar çok kalabalıktı. Galata Rum Okulu harika bir yer. İnci Eviner’in “Ortak Eylem Aygıtı: Bir Etüt”ü bildirilenden 1,5 saat sonra bile açılmadığı için ancak balkondan bakabildim ve Rum okulunun tek salonu boşa harcanmış duygusuna kapıldım.        
Bienal’e seçilen sanatçılar dijital gelişmeleri en az yirmi yıl geriden izliyor. Videoların çoğu belgesel veya kısa film tadında. Niye bir kısa film festivalinde değiller de Bienal’deler? İnternetin getirdiği olanaklar değerlendirilmemiş, izleyicinin etkin olarak katılabileceği ya da sosyal medyadan yararlanan iş’ler görmedim. 
Bienal dışında seksenden fazla sergi varmış ve bazıları Bienal’in kavramsal çerçevesi ile ilişki kuran işlerden oluşuyormuş. En heyecan yaratanı Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Anish Kapoor sergisi. Gülsün Karamustafa’nın Salt’taki “Vadedilmiş bir Sergi”si, İstanbul Modern’deki Erol Akyavaş retrospektifi, erkenden ölmeseydi ne işler yapardı dediğim Şahin Kaygun’un Elipsis Galeri’deki fotoğrafları, her zaman tartışma yaratmayı bilen Şükran Moral’in Valie Export ile Galeri Zilberman’daki “Çaresizlik ve Kefaret”i, Ali Kazma’nın kütüphane, kitabevi ve matbalarda çektiği fotoğraflardan oluşturduğu Galeri Nev’deki “Kitap”ı da görmek istediğim sergiler. 
25.09.2013

Yorumlar