12 Eylül Şiiri



12 Eylül, Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve ekonomik yaşamında büyük bir değişime neden olmuş bir askeri darbe. “Terörü önleyeceğim” gerekçesiyle yönetimi silahla devralan darbeciler tüm siyasi partileri kapatıp yöneticilerini yargılayıp hapis ettikten sonra anayasayı tamamen değiştirip etkisi bugüne dek uzanan bir yapı oluşturmuşlardı. Türkiye’yi 13 sıkıyönetim bölgesine bölüp her bölgenin başına bir general atayarak göreve başlayan askeri cunta, 650 bin kişiyi gözaltına aldı. 1 milyon 683 bin kişiyi fişledi. 230 bin kişi yargılandı. 50 kişi idam edildi. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi 'sakıncalı' olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi 'siyasi mülteci' olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteciye 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı. 20.000 kitap ve dergi yasaklandı. (Cumhuriyet, 12.09.2000) Devletin, siyasi partilerin, sendikaların, derneklerin arşivleri de kağıt hamuru yapılmak üzere Seka'ya yollandı ya da yakıldı. Bir anlamda tüm ülkenin belleği silinmek istendi.
Darbeciler ekonomiyi 24 Ocak Kararları ile yeniden düzenleyip grevsiz, sendikasız bir iş yaşamı oluştururken diğer yanda YÖK’ü kurup 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile binlerce üniversite öğretim üyesini görevden alıyordu. 7 Kasım 1982’de yapılan halk oylaması ile 12 Eylül’ün anayasası kabul ettirildi. Darbenin yöneticisi Kenan Evren cumhurbaşkanı oldu ve 9 yıl boyunca Türkiye’yi yönetti. 12 Eylül’de kabul edilen Anayasa ve yüzlerce yasa halen yürürlükte. Darbeden 30 yıl sonra Türkiye darbecilerini göstermelik de olsa yargılamaya çalışıyor.
12 Eylül Askeri Darbesi yaşamın her alanına el atarken edebiyatın bu ağır travmadan etkilenmemesi olanaksızdı. Darbenin edebiyata etkisinin nasıl sonuçları olduğunun araştırılması önemliydi. Tahmin edilebileceği gibi hemen hiç yapılmadı.
Arka kapağında “12 Eylül 1980 sabahı şiir de sıkıyönetimin ufukları karartan puslu havasına teslim olur. Şairleri kadar o da mahkûm edilir. Ve şiir, geçen günlerde kendine yeni bir yatak bulmak zorunda kalır. Kimi şairler el etek çeker şiir’den kimileri başka bir şiir’e yönelir. Elinizdeki kitap, yaygın ifadesiyle 80 darbesinin şiir’e şâir’e, okuyucu’ya ve basın’a vurduğu darbenin özümlenmesi gayretidir” denilen Nesime Ceyhan Akça’nın “12 Eylül Şiiri” (Kurgan Edebiyat yay.) kitabını görüp de ilgilenmemek elde değildi. “Edebiyat Sosyolojisi Açısından” üst başlığını taşıyan kitabı 1998’de yüksek lisans tezi olarak yazmaya başlamış Nesime Ceyhan Akça. Konuyu hocası M. Kayhan Özgül önermiş. 2000’de Gazi Üniversitesi’nde Özgül’ün de yer aldığı bir jüri de tezi kabul etmiş. Akça, tezi bastırmamış ama “toplumcu şiir ve 80 sonrası Türk şiirini ders olarak anlatan arkadaşları” ilgilenmekle kalmayıp basılmadığı için kaynak olarak gösterilmeden yararlanmaya başlamışlar. Bu durum üzücü hale gelince “Hatası ve sevabıyla bu tez benimdir” diyerek “tek cümlesini bile değiştirmeden, ilave yapmadan” bastırmış. Yayınevi kitabın baskı tarihini koymamış ama önsözün sonundaki “20 Temmuz 2013” ibaresinden kitabın sonbaharda yayımlandığı anlaşılıyor. Önsözün son paragrafında Akça’nın açık yürekle belirttiği gibi tezin yazılmasından sonra geçen 13 yılda hem 80 Şiiri hem de edebiyat sosyolojisi ile ilgili birçok önemli yayın yapıldı. Bu yayınlar çıkmamış olsa bile bir tezi 13 yıl sonra basılırken bir gözden geçirmek faydalı olurdu. “Hatalar ve sevap”lar daha net görünürdü.
Kitap tez formu aynen korunarak yayınlandığı için edebiyat sosyolojisinin ne olduğunu anlatan bir bölümle başlıyor. Sonra “12 Eylül ve Türkiye Tarihi” başlıklı bölüm geliyor. Nesime Ceyhan Akça 12 Eylül’ü “harekât” olarak adlandırıyor. Darbe sonrası tarihi 12 Eylül 1980’den 1983’e kadarki “askeri idare”, Özal Dönemi ve Özal’dan sonrası diye üç bölümde el alıyor. Yazımın girişindeki darbenin etkilerinin biraz farkında ama bunları “hemen her askeri yönetimin getirebileceği radikal uygulamalardı” diye yorumluyor ve 24 Ocak Kararları’nın nasıl sonuçlar getirdiğini incelememiş olmalı ki  “Demirel hükümetinden kalan ekonomik programı, askeri rejimde devam eder” gibisinden cümleler kuruyor. Askeri yönetimin 1983’de seçimle sonlandığını sandığı için Özal’ın başbakanlığının “halkı rahatlattığı”nı düşünüyor.
Akça 12 Eylül’ü “harekât” olarak anladığı ve etkisinin 3 yılla sınırlı olduğunu düşündüğü için 12 Eylül’le birlikte edebiyatta ve şiirde yaşanan değişime bakışı da bu anlayışına uyumlu olarak gelişiyor. 12 Eylül sonrası öykü ve romanla ilgili yorumları doğrudan eserler üzerinden değil de onlar hakkında yazılmış birkaç yazı üzerinden geliştirdiğini düşündürüyor.
Nihayet 73. sayfaya kitabın konu edindiği şiire geliyoruz. Nesime Ceyhan Akça “Sözbaşı” başlıklı önsöz niteliğindeki yazısında “Bu çalışmaya (...) 12 Eylül 1980 asker harekâtının neticesi olarak ortaya çıktığına inandığım bir şiir tarzının ya da şiirin bozulup şiirsizleştiği ve adına yine şiir dendiği yeni bir şiir aralığının belirişini tespite çalışmak, denilebilir” diyerek işe önyargı ile giriştiğini zaten söylemişti. Kitap ya da tez “Edebiyat Sosyolojisi Açısından” üst başlığını taşısa da Akça bu disiplin açısından araştırma yapmıyor. Örneğin 12 Eylül’de şiirleri nedeniyle kaç şair yargılanmış, hapis edilmiş, kaç şiir kitabı toplatılmış, kaç dergi yayınına son vermiş, kaç şair darbe sonrası şiiri bırakmış, kaç şair onun deyimi ile “harekâtın” etkisi ile şiirini değiştirmiş gibi sorulara cevap aramıyor. Bir “eleştirmen” gibi şairlerin darbe öncesi ve sonrası yayımlanan şiirlerini uzun alıntılarla birlikte yorumlamaya başlıyor. Burada temel sıkıntı Akça’nın bir eleştirmen olarak nasıl bir şiir anlayışının olduğu. Yazdıklarını okudukça belirli bir edebiyat anlayışı olmadığını okuduklarından anladıklarını yorumlayarak ilerlediğini anlıyoruz. Yaptığı sınıflamalar, şairler hakkındaki nitelemeleri de Çağdaş Türk Şiiri hakkında bir önbilgi sahibi olmadığını, hatta bu dönem şiiri ile ilk kez karşılaştığını düşündürüyor. Örneğin Ece Ayhan’ın “Çok Eski Adıyladır”ı Akça’ya göre “küçük, tatlı, etliye, sütlüye karışmayan şiirler”dir (s.93). Birçok yorumunda tırnak işareti koymayı unuttuğunu düşündürüyor. Kendi tezine uygun görüşleri benimsemiş ve kaynak gösterme gereği duymamış gibi.
Akça okumalarını 1940 Kuşağı Şairlerinden Attilâ İlhan’dan, Arif Damar’dan başlattığı için de bu hali iyice göze batıyor. Örneğin Abdürrahim Karakoç’u Hasan Hüseyin ve Kemal Özer’le aynı “grup”ta değerlendirebiliyor. Akça’nın Karakoç soyadlı şairlere  özel düşkünlüğü var. Bahattin Karakoç’u da Oktay Rifat, İlhan Berk ve Melih Cevdet’le birlikte “kendine dönük şairler” diye grupluyor. Somut Şiir’in 1950’lerde manifestosu yazılmış Dünya çapında bir akım olduğunu bilmiyor. Somut Şiir’in 80 şiiri ile bulunup geçmiş kuşak şairlerine ilham verdiği yorumunu yapabiliyor (s.244). Genel kanısı muhalif siyasi tavrı olan hemen tüm şairlerin “harekâtın” etkisi ile şiirini değiştirdiği. Ama darbe diyemediği “harekâtın” o şairlerin kısa biyografilerine bile nasıl yansıdığına dikkat etmiyor, görüp metne eklese de üzerinde durmuyor.   
Akça 12 Eylül öncesi 70’li yıllarda nasıl bir edebi ortam olduğunu bilmediği ve incelemediği için darbe sonrasında bu ortamın nasıl evrildiğini de anlayamıyor. 70 Kuşağı Şairleri’ne en ağır eleştirileri getirmiş Mehmet H. Doğan’ın bu şairleri “yanlış bir yerde pohpohladı”ğını (s. 107) bile yazabiliyor. Oysa yaptığı alıntıdan çıkan sonuç söylediği gibi değil. 80 sonrası şairlerin birçoğunun “harekâtı bir sükuna kavuşma olarak algıla”dığını düşünüyor. Ama bu düşüncesini destekleyecek tek bir alıntı yap(a)mıyor. 80 Şiiri hakkında yazılanları sakince okusa doğru bir sınıflandırma yapıp neyin ne olduğunu anlayabilecek ama öyle bir çabası yok. Teziyle ilgili kitap, şiir ve makaleleri nasıl bir hızla okudu ve tezini nasıl bir acele ile yazdı merak ediyorum. Bu tezi kabul edip geçer not veren jüriyi de selamlıyorum.
23.01.2014

Yorumlar