Erik Orsenna “Kâğıt
Yolunda”da kâğıdın 2200 yıllık tarihinin peşine düşüyor. Gerçek bir gezgin
olarak nerede kâğıt varsa, nerede kâğıt üretiliyorsa oraya gidiyor, bizzat
gözlemlerini yazıya döküyor.
Erik Orsenna bir
küreselleşme iktisatçısı, yazdığı kitap da küreselleşme olgusunu dünya çapında
üretilen ve dağıtılan tek bir ürünün (kâğıdın) oluşturduğu ağlar üzerinden
aydınlatmak amacında. Ama Orsenna’nın meslektaşlarından önemli bir farkı var. Erik
Orsenna aynı zamanda edebiyatçı. Romanları, gezi notları yayımlanmış, tarih de
diğer ilgi alanı. İktisatçı, tarihçi, romancı ve seyyah bir yazar.
“Kâğıt Yolunda”
(Kasım 2013, Çev. Akın Terzi, Metis yay.) “Küreselleşme Üstüne Küçük Elkitabı”
alt başlığını taşıyor. “Bir gün ona hiç teşekkür etmediğimi fark ettim.
Halbûki okumalarımı öncelikle ona borçluyum. Hem, okumuyor olsaydım, hiç
okumamış olsaydım, halim nice olurdu? Altmış küsur senedir her sabah
hikâyelerimi, bir elimde silgi, adım adım adeta onun sırtında taşıyorum. Hem,
hikâyeler anlatmasaydım, hayatım nice olurdu? Ancak, çok geç kaldım. Ona
hürmetlerimi sunmanın vakti geldi de geçiyor. Üstelik bir ayağının çukurda
olduğu söyleniyor. Böylece yola koyuldum. Onun yoluna. Hey aziz kâğıt! Bitki
liflerinin şu aziz halitası!” diye başlayan sunuş yazısını okumasaydım. Gittiği
her yere 117 bin kitabını da götüren Abdul Kasım İsmail’in öyküsü ile sözüne
devam etmeseydi kuşkusuz bu kitabı okumazdım ve çok şey kaybetmiş olurdum.
“Kâğıt Yolunda”
bildiğimiz iktisat kitaplarından değil. Küreselleşme ile ilgili olduğunu
bilmeseniz iyi bir edebiyatçının gezi günlükleri diye okuyabileceğiniz bir
yapıt. Erik Orsenna kitap boyunca kâğıdın dünden bugüne izini sürerken bir
Dünya turu da yapmış oluyor. Barut, pusula, matbaa ve kâğıdın mucidi Çin’den
başlıyor gezilerine. Milattan önce 2. Yüzyılda kâğıdın atalarının nasıl
yapıldığının izini sürüyor. Taklamakan ve Gobi Çöllerinin yakınlarına, Çin’in
kuzeyine gidiyor. Urumçi’de İpek Yolu’nun tarihinde kâğıdın önemini araştırarak
işe başlıyor. Turfan Müzesi’nde Avrupa’da kâğıdın ortaya çıkmasından 9 yüzyıl
önceye uzanan bir el yazmasını inceliyor. Bezeklik’teki mağaralarda ilk kâğıt
örneklerinin peşine düşüyor.
Kâğıdın Batı’yı,
Avrupa’yı fethi ise Araplar sayesinde oluyor. Araplar “Kâğıt Tanrı kelamının
mekanıdır” diyerek kağıda büyük önem veriyorlar. Her gittikleri yere kâğıdı,
üretimini götürüyorlar. 860 yılında kâğıt Sicilya üzerinden Avrupa’ya giriyor. Ve
ilginçtir Hıristiyanlık kâğıda ilgi göstermiyor. Okuma yazma tamamen keşişlerin
tekelinde ve kilise parşömeni yeterli görüyor. Parşömen sözcüğünün “Bergama
derisi” anlamına geldiğini ve ilk kez Bergama’da üretildiğini belirtiyor
Orsenna. Hıristiyanlar kâğıdı Araplar getirdiği için “dine aykırı ve şeytan
işi” bulmuşlar. 1221’de İmparator Frederic kâğıdı dine aykırı ilan edip idari
faaliyetlerde kullanılmasını yasaklamış. Yeni bir hümanizmanın temelini atan
Aziz Francesco olmasa kâğıt üretimi de başlamayacakmış. Aziz Francesco,
İtalya’da Fabriano’da kâğıt üretimin başlatıyor. Kâğıt üretmek için tabii ki
bol ağaç ve temiz su gerekli. Temiz su için de nehir. Fabriano’da tutsak Arap
korsanlara kâğıt ürettiriliyor. 14. yüzyılda kâğıt değirmenleri ile kâğıt
üretimi endüstrileşmeye başlıyor. Kâğıdın ilk hammaddesi sanıldığı gibi ağaç
değil paçavra. Avrupa’da paçavra savaşları bile yaşanmış. Çöp toplayıcılarının
çöplerden ayıkladıkları paçavraları kâğıt üreticilerine satmak için sınırlardan
kaçırmaları önlenmeye çalışılmış.
Dünyada ilk balonlu uçuşu gerçekleştiren Montgolfier
Kardeşler 16 çocuklu kâğıt
üreticisi bir ailenin çocuklarıymış ve kâğıt üretimini geliştiren birçok buluş
yapmışlar. Aile 300 yıl boyunca kâğıt üretmiş. “Hiçbir işçiye gerek kalmadan,
sadece mekanik yollarla” kâğıt üretimini ise 1799’da Nicolas Robert bulmuş.
1803’de ilk kâğıt tabakaları üretilmiş ama Robert bunun hayrını görememiş.
Fikri çalan İngilizler hızla makineyi geliştirirken Robert bu icadına Fransa’da
maddi destek bulamamış. Sonunda iflas etmiş ve makineleri parçalamış.
Kâğıt üretiminde öncü milletlerden biri de Japonlar.
Milattan sonra 600 yılında Echizen’de kâğıt üretmeye başlamışlar. Echizen’de
hâlâ geleneksel yöntemlerle kâğıt üreten 40 aile varmış. Kâğıt üretimini bir
sanat haline getirmişler. Bu sanat kendi müziğini, edebiyatını da üretmiş.
Şiirler, şarkılar yazılmış.
Günümüze geldiğimizde ise kâğıdın öyküsü değişiyor,
kapitalizmle koşut hale geliyor. Orsenna da Dünya’nın dört bir yanındaki
gezilerine “dünya çapında üretilen ve
dağıtılan bir ürünün” izlerini sürmek amacıyla çıkmaya başlıyor. Bu noktada da
kitabın alt başlığındaki “küreselleşme”nin bir üründe (kâğıtta) nasıl
somutlaştığını görüyoruz. 1000’li yıllarda Anadolu’dan Hindistan’a göç etmiş,
bu göçle kâğıt üretimini Hindistan’a getirmiş bir ailenin öyküsünü anlatarak
başlıyor “Günümüzün Kâğıtları” bölümüne Erik Orsenna. Hindistan’ın tarih
boyunca önemli kâğıt üreticilerinden biri olduğunu öğreniyoruz. Günümüzde de en
güçlü kâğıt üreticilerinden biriymiş Hindistan. Ailenin son temsilcileri 1000
işçinin çalıştığı bir kâğıt fabrikasını yönetiyor günümüzde. Ürettikleri
ekoloji dostu kutuları New York’un en ünlü mağazalarına satıyorlarmış. Kâğıt
üretiminin ağaç ve orman düşmanı olduğuna inanılır. Sanıldığının aksine kağıt
üretiminde ağacın yerinin çok büyük olmadığını anlıyoruz üretim tekniklerini
okudukça. Hindistan’da sadece çöp kullanarak kâğıt üreten fabrikaları ziyaret
ediyor Orsenna. “Yüksek teknolojili” kâğıt üretiyorlar ve bu kâğıt sutyen
yapımında da hoparlör imalinde de kullanılıyor. Sayfalar ilerledikçe kâğıdın ne
kadar çok sanayi dalında kullanıldığını öğreniyoruz.
Orsenna kâğıt
sektörünün 1945’den beri büyüdüğünü belirtiyor. Sandığımız gibi en büyük
tüketim matbaada kullanılan gazete, dergi ve kitap kâğıdında değil. O alanda
dijitalleşmenin gelişmesi ile bir düşüş söz konusu. Ambalaj ve temizlik
malzemeleri alanında kâğıt kullanımının hızla arttığını, hatta altın çağını
yaşadığını, Asya ve Latin Amerika ekonomilerinde bu tür kâğıt üretiminin büyük
payı olduğunu belirtiyor Orsenna. Kâğıt üretimi milyar dolarlık yatırımlar
gerektiren pahalı bir şey ve bunu esas olarak büyük şirketler gerçekleştiriyor.
Küçük kâğıt üreticileri ise rekabetin acımasızlığına dayanamayıp yok oluyor.
Bizde de 80’li yıllardan itibaren yerli kâğıt üretiminin nasıl yok edildiğini,
SEKA’nın yok pahasına satılıp kapatıldığını ve kâğıtta dışa bağımlı hale
getirildiğimizi hatırlamalıyız.
Hayatın hemen her
alanındaki müthiş kâğıt tüketimine ormanların yetmeyeceği bir gerçek. Yok olan
“Yağmur Ormanları”nın haberlerini okuyoruz. Kâğıt sanayi buna da bir çözüm
bulmuş; “geri kazanım”. Almanya, Çin
gibi pek fazla ormanı olmayan ülkelerin kâğıt üretiminde öncü olmalarını da
buna bağlıyor Orsenna. Her tür kullanılmış kâğıt yeniden kâğıt olarak
üretiliyor. Ambalaj kâğıdında geri kazanımla üretilen kâğıdın oranı %80’e
ulaşmış. Mürekkebi kâğıttan arındırmayı başardıktan sonra matbu kâğıtta da geri
kazanım oranı artmaya başlamış. Kâğıt sanayi “kendi atıklarını tekrar tekrar
kullanarak” ilerleyen bir döngü, spiral halini almış. Orsenna buna “sorumluluk
sahibi büyüme” diyor.
Orsenna, Kanada,
İsveç, Rusya, Fransa, Brezilya ve Endonezya’da günümüzün küreselleşmiş dev
kâğıt üreticilerinin fabrikalarını ziyaret ediyor. Çoğu yerde
misafirperverlikle karşılanıyor ama Endonezya gibi yerlerde ise bu ziyaret
ölümcül bir hal alabiliyor. Endonezya örneğinde olduğu gibi, yaygın kanıya
uygun olarak kâğıt üretimi için ormanları katledenler olsa da “kendi atıklarını
tekrar tekrar kullanarak” üretim yapanlar ya da kestiği ağacın çok daha
fazlasını dikenler, okaliptüs gibi çok hızlı büyüyen ağaçlar yetiştirerek
onları hammadde olarak kullananlar var.
Erik Orsenna “Kâğıt Yolunda”da kâğıdın öyküsünün izini sürerek günümüzde
küreselleşmenin hangi boyutlara ulaştığını araştırıyor ama dediğim gibi bunu
tatlı bir dille ve edebi değer katarak, anlatı tadında yapıyor. “Kâğıt Yolunda”yı
gezi edebiyatının iyi bir örneği olarak da okumak mümkün. 30.01.2014
Yorumlar