Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme



Selçuk Altun’un en sevdiği şair Oktay Rifat’tır. Romanlarına büyük ustanın dizelerini ad olarak vermeyi sever. Son romanı da adını Oktay Rifat’ın dizelerinden alıyor ve o dizelerle başlıyor; “Buraları rüzgâr, buraları yağmur / Sol omzuna güneşi asmadan gelme”.
100. yaşını kutladığımız 2014’de Oktay Rifat’ı anmak için de bir vesile olmuş romanın adı. “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” (Mart 2014, Sel yay.) kahramanı Alp’in otuz yaşını kutlamak için dedesinin armağan ettiği tuhaf bir günlüğü okuması ile başlıyor. Günlükteki 10.08.65 tarihli ikinci satırda sanki bir işaret gibi “Yarın otuzuncu yaş günüm, bakalım ne kötü sürprizlere gark olacağım” deniyor.
Biyokimya alanında çalışan akademisyen bir baba ve Arjantinli Musevi mikrobiyolog bir annenin çocuğu kahramanımız. Otuz yıl enerji sektöründe çalıştıktan sonra emekli olup Üsküdar’daki konağına çekilmiş, yazar, bibliyofil ve koleksiyoner dedesinin de yaşamında önemli rolü olduğu anlaşılıyor. Lise çağlarını da dedesi ile birlikte geçirmiş. Dedesi bibliyofil olmasını istiyormuş ama coğrafya okumak istediğini duyunca üzülse de mali desteğini esirgememiş ve Londra’ya üniversite eğitimine yollamış. Alp Oxford’da da jeomorfoloji doktorası yapmış.
Dedesinin armağan ettiği günlüğün verdiği ilhamla kendi günlüğünü tutmaya başlıyor Alp. Yıl 2011. Doktorasını bitirmesine bir yıl kala bir dağ tırmanışında yükseklik korkusuna kapıldığını, garip emareler gösteren bir hastalığa kapıldığını hissettiğini anlatıyor günlüğünde. Bu hastalığın verdiği ağrılardan kurtulmak için içki içmeye, meyhanelere takılmaya başlıyor. Meyhane önünden aldığı loto bileti ile de 8,7 milyon lira kazanıp zengin biri oluyor.
Selçuk Altun’un önceki romanlarında olduğu gibi kültürlü, zevk sahibi, seyahat etmeyi seven ve zengin bir kahraman halini alıyor Alp. Tüm niteliklerini edinmiş kahramanımız artık maceradan maceraya koşmaya hazır. Bu kez yanında adını ilk sorduğunda ancak adının ilk hecesi “Mem”i söyleyebilen güneydoğulu sadık bir çalışanı da var.
Romanın ana kahramanlarından biri de Vefa semti. İstanbul’un kalbindeki, yoksulluğu ve zenginliği aynı anda barındıran tarihi semt belki de gözden ırak kaldığı için kimliğini önemli ölçüde korumuş. Ama Alp yine de semtinde yaşanan değişimden de günlüğünün satırlarında söz etmeden duramıyor. Türkiye’deki mevcut muhafazakâr iktidarın nimetlerini yiyenler Vefa’da mülkler ediniyor. Vakıfların, tarikatların merkezleri bu binalara yerleşiyor. 
Alp günlerini Vefa’daki evi ile İstanbul Üniversitesi’ndeki görevi arasında geçirirken dedesinin hediye ettiği günlüğün yazarını aramaya karar veriyor. Kendisinden elli yıl önce ama aynı gün doğmuş, aynı üniversitede görev yapmış, adını Türkiye’nin bir nehrinden almış bu adamın gizini çözerse kendi kronik ağrılarından da yükseklik korkusundan da kurtulacağını hissediyor. Bu iz sürmede birçok macera yaşayıp hayatının kadının bulması da cabası…
Alp günlükteki belli belirsiz işaretleri çözmeye çalışarak günlük yazarının kimliğini çözmeye İngiltere’ye giderken diğer yandan da yardımcısı Mem de patronunun yokluğunda başka bir hesabı görmeye Mardin’e doğum yerine gidiyor. Mahkemede gerçekleşmeyen adaleti kendi gerçekleştirmek niyetinde.  Ve bu intikam hayranı olduğu Quentin Tarantino vari olacak. Roman boyunca da Tarantino’ya doğrudan birçok gönderme var. Yerel yöneticilerin kahramanı oldukları unutulması için her şeyi yaptıkları utanç ötesi bir adalet skandalını böylece tekrar hatırlatmış, olayı görünmeyen, anlatılmayan yanları ile de tekrar gündeme getirmiş oluyor Selçuk Altun.  
“Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” “bütün fazlalıklarından arındırılmış bir anlatı” olarak tanıtılıyor. Gerçekten de kısa ve öz bir roman. Bir romanda bulunması gereken tüm ögeleri barındırmasına rağmen kısa bir novella uzunluğunda. İçerdiği gizler, yoğun macera tadı ve kahramanlarının başından geçen avantüre varan olaylarla bir solukta okunuyor.  
13.03.2014

Yorumlar