Harun Candan ilk romanı “Hayalname”de kırık bir aşk
öyküsünün ardından bir köye imam olan yalnız bir gencin define peşindeyken
istemeden katil olmasını ve ardından başından geçenleri anlatıyor.
“Hayalname”nin (2014, İletişim yay.) kahramanı annesini
babasını küçük yaşta kaybetmiş bir genç. Babası kendi gibi imam olmasını
istediğinden olsa gerek dini eğitim almış. İstanbul’da ilahiyat fakültesinde
okurken bir tesadüf yaşamını değiştiriyor. Süleymaniye Camisi’nin şadırvanında
abdest alırken genç ve güzel bir kadın fotoğrafını çekiyor. Fotoğrafın bir
kopyasını almak bahanesi ile buluştuklarında da aralarında bir ilişki başlıyor.
Kahramanımızın yaşamındaki ilk aşktır bu. Gizem’le birlikte güzel günler geçiriyorlar.
Çok farklı yaşam biçimleri olan Gizem’le kahramanımız belki de zıtların
birlikteliğini oluşturuyor. Birbirlerinde hiç tanımadıkları yaşamları tanıma arzusu
onları yakınlaştırıyor. Kahramanımız kurallarla yaşamaya alışkın dini
inançlarına bağlı köy kökenli bir delikanlı. Gizem kentli, modern, hiçbir
inancı, kuralı sorgulayıp ikna olmadan benimsemeyecek yapıda genç bir kadın.
Tıpkı eski Türk filmlerindeki gibi bir ilişki ve o filmlerdeki gibi iki genç
arasında cinsel bir yakınlaşma olmuyor. Bu hem kahramanımızın yanlış bir
hareket yapıp istemeden ilişkinin bitmesine neden olurum korkusundan
kaynaklanıyor hem de dini inançları nedeniyle bir kadınla nikah olmadan
birlikte olamayacağı için kendine hakim oluyor. Karşı taraftan gelen işaretlere
de cevap vermiyor. Ayrılıklarında da kahramanımızın bu uzak duruşu önemli
etken.
Gizem’in yurtdışına gidip fotoğrafçılık eğitimi almaya karar
vermesi ile yaşamındaki tek varlık nedenini kaybettiğini düşünüp gelecekle
ilgili planlarını değiştiriyor. Akademisyen olmaktan vazgeçip imam olmak için
başvuruyor ve bir dağ köyüne atanıyor. Orada aşk acılarını dindirmek için uzun
yürüyüşler yaparken define aramak için köye gelen bir adamın teklifini kabul
edince roman tamamen farklı bir mecraya kayıyor. Bu adamla tepedeki kaleye
çıkıp defineyi aradığı sırada yaşadığı olaylar sonucunda kendini dilsiz ve
hamile gencecik bir kadınla birlikte katil zanlısı olarak polisten kaçarken
buluyor kahramanımız.
Harun Candan iyi bir anlatıcı. “Hayalname” de bir ilk roman
olarak oldukça başarılı. Roman ilk bölümde dindar delikanlı ile özgür genç
kadının aşk ilişkilerinde yaşadıkları değerler ve inançlar çatışması olarak
gelişecekmiş gibi görünse de ikinci bölümde bir cinayet romanı, polisiye
havasına bürünüyor. Aşk öyküsü de bırakıldığı yerde kalıyor. Hatta kahramanımız
kazara işlediği cinayetin tek tanığı olan ve adını bile öğrenemeyip Lâl diye
seslendiği genç kadına ilgi duymaya, onunla evlenip karnındaki çocuğa baba olup
bir aile kurmaya bile niyetleniyor, o yönde teşebbüslerde bulunuyor.
“Hayalname”nin kahramanının esas özelliği ve romanı farklı
kılan yanı çok evhamlı, aşırı temkinli biri olması. Olayları daha yaşanmadan
kafasında sonuçlandırıyor. Ama tüm temkinliliğine rağmen en olmayacak işlere de
giriveriyor. Gizem’le fotoğrafını alma bahanesi ile buluşması bunların en az
tehlikelisi ise yeni tanıdığı bir adamla define aramaya gitmesi de en
tehlikelisi. Anlattıklarını hep kadere bağlasa da başına gelenlerin nedeninin
kendi ruh hali olduğunu anlıyoruz.
“Hayalname”nin finali ise bence tartışılmalı. “Dünya hayatı
yanılsamadır, rüyadır” deyip tüm anlattıklarının bir kurgu olduğunu vurgulamak
ve “Kadere iman etmelisin” mesajı ile noktayı koymak işin biraz kolayına kaçmak
gibi olmuş. Kahramanımız o “rüya”dan uyanmasaydı başına neler gelecek, sonunda
adalet yerini nasıl bulacaktı merak etmemek elde değil. Ben, Harun Candan’ın
romanı başladığı yere döndürmek yerine tamamlayıp son noktayı koymasını tercih
ederdim.
“Hayalname” keyifle, merakla okunan, edebi tadı yerinde bir
roman. Keşke yayınevi arka kapakta şiirsel ve gizemli cümleler kullanmak yerine
romanın polisiye - macera niteliğini de belirten bir tanıtım yapsaydı. Belki o
zaman okura daha hızlı ulaşır, daha çok okunma şansı olurdu.
17.04.2014
Yorumlar