Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’na (FESK) göre bilim ve sanat
eserleri sahibinin ölümünden 70 yıl sonrasına kadar korunur. 70 yıl dolmuşsa
eser sahibinin mirasçılarından izin almadan ve tabii telif ücreti de ödemeden
isteyen serbestçe bu yazarın eserlerini basılabilir.
Celâl Üster “Her Yayıncı Küçük Prensi’ni Bekler” başlıklı
yazısına (14.12.14) “Fransız yazar Saint-Exupéry’nin kült kitabının telif
hakları artık serbest…” cümlesiyle başlıyordu. Saint- Exupéry’nin ölümünün 70.
yıl dönümünün 31 Temmuz 2014 olduğunu belirtip FSEK gereği 1 Ocak 2015’den
itibaren “‘Küçük Prens’ çevirileri okur gözünde birbiriyle yarışacak” diyordu.
“Küçük Prens”in satışta bulunan tek çevirisi Fatih Erdoğan
imzasını taşıyor (Mavi Bulut yay.). 1995’de yasa değişip 70 yıl kuralı
getirilmeden önce Cemal Süreya – Tomris Uyar, Selim İleri, Ahmet Muhip Dıranas,
Nihal Yeğinobalı gibi önemli yazar ve çevirmenlerin çevirileri de
basılabiliyordu. Bu açıdan baktığınızda “Küçük Prens” çevirileri “özgürlüğüne
kavuşacak” ve bu kıymetli çevirileri ve tabii yeni yapılacak çevirileri de
okuyabileceğiz. Bu olumlu bir şey...
Ama cehenneme giden yollarının iyi niyet taşları ile örülü
olduğu sözünü de unutmayıp çeciri özgürlüğü derken neler olabileceğini de
düşünelim. Celâl Üster “Küçük Prens”in Türkiye ile ilgili satırlar nedeniyle
sansüre uğrayabileceği endişesinden söz ediyor. Haklı. Başka sakıncalar da var.
70 yıl kuralı nedeniyle serbestçe yayımlanan Victor Hugo’nun
“Sefiller”inin kitapçılarda tam 96 çeşit çevirisine ulaşabilirsiniz (bkz.
kitapyurdu.com). Bu çeviriler 1981 sayfa ile 48 sayfa arasında değişiyor.
Kısaltan, kırpan, kafasına göre yeniden yazan hatta dipnotta Victor Hugo’ya
“Halt etmişsin sen!” diye ayar veren bile var.
Bir yazarın eserlerinin üzerinden korumanın kalkması onun
eserlerini serbestçe tahrif etme hakkı verir mi? Sahipsiz kaldığı için tepe
tepe kullanılabilirmiş gibi görünüyor ve öyle yapılıyor. Ama öyle değil. Bir
kere mirasçıları ninelerinin dedelerinin eserlerinin haklarını korumak için
dava açabilir ve bu eserleri tahrif edenlerden manevi tazminat alabilir,
eserlerin orijinallerine sadık olarak yayımlanmasını sağlayabilir. Ama
Türkiye’de dava açmak çok pahalı bir iştir. Avukat masrafı, bilirkişi ücreti
derken binlerce liraya mal olur. Dava yıllarca sürer. Paranız ve sabrınız varsa
manevi tazminatı kazanırsınız.
Yasayı yapanlar bu zorlu sürecin farkında olmalı ki FSEK’in
19. maddesine göre “memleketin kültürü bakımından önemli görüldüğü taktirde” bu
koruma görevi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilmiştir. Ama geçtiğimiz
yıllardaki tahrifat ve çeviri skandallarından biliyoruz ki 100 Temel Eser
listelerine konup öğrencilerin okuması önerilen kitaplarda bile bakanlık bu
görevini yerine getirmemiştir. “Küçük Prens”in başına neler geleceğini tahmin
etmek zor değil.
İşin bir de “duygusal” yanı var. Saint-Exupéry torunlarına “Küçük Prens”
gibi bir başyapıt yerine bir ev bıraksaydı kimse Exupéry’nin ölümünden 70 yıl
sonra gelip o evden mirasçıları çıkartamayacaktı. Saint-Exupéry torunlarının
torunları da yüz yıllarca o evin kira geliri ile geçinebilecek hatta yerine
apartman yaptırıp gelirlerini artırabilecekti. Ama Saint-Exupéry torunlarına
“Küçük Prens”i bıraktığı için herhalde Dünya’da var olan tüm dillere çevrilmiş
olan ve sürekli satan bu eserin telif gelirlerinden “70 yıl doldu” denilerek
mahrum bırakılıyorlar. “Uluslararası sözleşme gereği”, “kamu yararı”
gerekçelerine sığınmadan bu konuyu tartışmak gerek. Bir bilim, sanat ya da
edebiyat eseri neden herhangi bir mülk kadar değerli ve bütünlüğü bozulmadan
korunmaya layık değildir?17.12.2014
Yorumlar