Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma
Merkezi’nin açılışında Orhan Pamuk’un konuşacak olması tepki yarattı. Pamuk’un
öğrencilerin protestolarının da etkisiyle açılış törenine katılmayıp video
kaydı yayınlanan konuşması da tepkilerin, eleştirilerin sürmesine neden oldu.
Bence Türkiye’de bir üniversitede “Nâzım Hikmet”in adını
taşıyan bir araştırma merkezinin açılmış olması önemlidir ve açan üniversitenin
taktirle karşılanması gerekir. Üstelik bu merkez sadece büyük ustanın adını
taşımakla kalmayacak. “Nâzım Hikmet’in anısını yaşatmak, arşivini ve
bilgi-belge merkezini oluşturmak, eserlerini çağdaş kitlelere ulaştırmak ve
Türk edebiyatına, sanat ve kültür politikalarına yaptığı katkıları çok boyutlu
bir biçimde değerlendirmek amacıyla kurulmuş”. Bu amaç ne kadar hayata
geçirilebilecek merkezin çalışmalarını izleyip göreceğiz.
Açılışa Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak davet edilmiş olması
ise garip değildir. Orhan Pamuk, Türkiye’nin Nobel Edebiyat Ödillü tek
yazarıdır. Orhan Pamuk’un katılması ve konuşma yapması açılışı yapılan yere
dikkati çekecek ve basının daha çok haber yapmasını sağlayacaktır. Böyle de
olmuştur. Bence, hiçbir ünlü isim davet edilmeden de merkez açılabilirdi. Bu
açılışa ilgi gösterilmesi için “Nâzım Hikmet”le Boğaziçi Üniversitesi’nin
adlarının biraraya gelmesi yeterdi.
Öğrencilerin Pamuk’u güncel siyasetle ilgili olarak aldığı
tavırlar nedeniyle protesto etmelerini de doğaldır. Ama protestolar açılış
sırasında da sürecek diye törene öğrencileri sokmamak doğru bir önlem değildir.
Bu daveti yapanlar Orhan Pamuk’un tepki ile karşılanacağını da bilmeliydi.
Orhan Pamuk’un konuşması sıradan bir açılış konuşması
değildi. Bir üniversitede yapılması gereken cinsten bir konuşmaydı. Pamuk
konuşmasında “Nâzım Hikmet”le ilgili bazı iddialar dile getirdi. Bunları söylerken
bir tartışma yaratacağını da öngörmüştür.
Orhan Pamuk’un ilk iddiası Türkçede Nâzım Hikmet’in doğru
düzgün bir biyografisinin yazılmadığı, yazılmış olanların bir biyografiden çok
aşırı övgülerden oluşan ve gerçekleri tahrif eden birer “hagiografi” olduğuydu.
Bu hagiografiler Nâzım Hikmet’i kültleştirilip tartışılmaz hale getirmişti.
Nâzım Hikmet’in yaşamı üzerine yapılmış birçok çalışma var. Bunlardan
bazılarının gereksiz övgülerle dolu olduğu söylenebilir ama tümünü aynı
kategoride “hagiografi” diye nitelemek toptancılık oluyor. Pamuk’un konuşmasında
söz ettiği gibi Zekeriya Sertel’in “Nâzım Hikmet’in Son Yılları” adlı
anılarında yazdıklarının tepki ile karşılandığı doğrudur. Ama Pamuk’un bu
iddiasını Nâzım Hikmet hakkında yazılmış tüm biyografileri okuyarak ortaya
attığını sanmıyorum. Örneğin Memet Fuat’ın 720 sayfalık “Nâzım Hikmet Yaşamı,
Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri”
(Adam yay. 2000) adlı çalışmasını okumuş olsa bu sözü etmezdi.
Pamuk’un ikinci iddiası “hapse gönderilmesine rağmen
Atatürk’ü sevmeye devam eden Nâzım Hikmet’in, 1950’de hapisten çıktıktan sonra
Kuvayi Milliye Destanı’nı yarım bıraktığı”. Zamanında Memet Fuat’ın şimdilerde
M. Melih Güneş’in de dikkati çektiği gibi Destan’ın sonunda “939 İstanbul
Tevkifanesi, 940 Çankırı Hapisanesi, 941 Bursa Hapisanesi” ibaresi var (bkz. Nâzım
Hikmet “Bütün Şiirleri” s. 613, Yapı Kredi yay.). Güneş’in dediği gibi “Gerçek
ve doğru için önce belgeye bakmak gerekir.” Pamuk çarpıcı iddialar ortaya
atacağım hevesiyle ikinci el bilgilere sarılacağına ana kaynaktan araştırsaydı
bu yanlışlara düşmezdi. Büyük yazarlardan kendilerine has, özgün yargılar ve
iddialar beklenir. Pamuk’un iddiaları araştırmacıları kışkırtacak niteliktedir
ve Nâzım Hikmet araştırmaları yapmak amacıyla kurulmuş bir merkezin açılışında
bu iddiaların ortaya atılmış olması işin ruhuna uygundur. Bakalım hak ettiği
ciddiyetle tartışılacak mı!
24.12.2014
Yorumlar