Can Gürses’in ikinci romanı “Kırık Beyaz”ın (Nisan 2015,
Doğan Kitap) arka kapağındaki veciz alıntı kitabın ana cümlesi de
sayılabilir; "Ben, insanın alın
yazısı kadar karayken; sen, Tanrı'nın el yazısı kadar beyazsın."
Kuzgun adı gibi kapkara derili bir genç. Yaşam öyküsü de
kuzguni karanlıkta, acılarla dolu. 1994'te köyü yakılmış. Annesini, babasını
kaybetmiş. Evini, toprağını bırakıp İstanbul’a göç etmiş. Kalsa annesi, babası
ve diğer yakınları gibi sonu ya ölüm ya da dağa çıkmak. Baba toprağında bir
gelecek umudu görünmüyor. Zaten herkes de “git canını kurtar” diyor.
Kuzgun beş parasız geldiği İstanbul’da çok az kişiye kısmet
olabilecek biçimde iyi dostluklar kuruyor ve dostlarının desteği ile hem yaşama
tutunuyor hem de küçük mutluluklar yaşıyor.
Alıntıda olduğu gibi “insanın alın yazısı kadar karayken” “Tanrı'nın
el yazısı kadar beyaz” bir genç kızla tanışıyor; Zambak.
Can Gürses anlatısını çağdaş bir masal gibi kurmuş.
Masalında Kuzgun’un yanı sıra dostları, nesneler, hatta duygular, haller dile
geliyor ama esas olarak anlatıyı Kuzgun’un bakış açısından okuyoruz. Hiçbir
zaman her şeyin tamamı anlatılmıyor, görüldüğü bilindiği kadarıyla var. Bazı
yerler hep buğulu. Yani gerçek hayatta olduğu gibi. Zambak’ın dile gelmesi ise çok
geç oluyor ve olayların gelişimi hakkında pek açıklayıcı değil.
Zambak, Kuzgun’un sokak çocuğu haline bakmadan, belki de o
yüzden ona gönül vermekle kalmıyor, evinin kapısını da açıyor. Zambak’la Kuzgun
masallardaki gibi bir aşk yaşıyor. Masallarda olduğu gibi de bu aşk kısa
sürüyor.
Çağdaş bir masal dedik ya, bu masalın kötü kişileri yok.
Aşkı kuran da, sevdiğini “böyle büyük bir aşka layık değilim” diye terk eden de
Kuzgun. Romancı da roman kahramanları da Kuzgun’a toz kondurmasa ve devamlı
yaptığı iyiliklerden, iyi huyundan, kişiliğinin sağlamlığından söz etseler de
bence Kuzgun “olumlu” kahraman olamıyor.
Kendini “Can Edipsever” diye tanıtan ve sokaklarda kitap
okuyarak yaşayan genç kadınla ilişkisinde de aynı durum söz konusu. Kadınlar
Kuzgun’a kalplerini açmakla kalmıyor maddi ve manevi tüm servetlerine de ortak
ediyorlar. Kuzgun onlara aynı şekilde karşılık verse de bir süre sonra
uzaklaşıyor.
Belki de geçmişinden gelen birikimle mutluluğu hak
etmediğini düşünüyor. Ama aynı zamanda kendisinden kolayca etkilenen kadınlarla
bir dizi ilişkiye giriyor, onlarla yaşıyor ve onların verdiği paralarla rahat
bir yaşam sürdürüyor, bir tür jigolo. Zambak’a tavrının yanlışlığını kavraması
için eski bir kadın arkadaşından miras kalması ve Teşvikiye’de İzmir Palas’ta
yalnız yaşamaya başlaması gerekiyor. Ama iş işten geçmiştir.
Can Gürses, masalsı bir anlatımı tercih etmiş olsa da
gerçeklerden söz etmeye özellikle önem veriyor. Kuzgun’un geçmişini oluşturan
faili meçhuller, köy yakmalar, insanları yerinden etmelerin yanı sıra Emek
Sineması'nın yıkılması gibi konuları da ele almış. Roman 90’lardan 2000’lere
evrilen dönemin bazı can yakıcı olaylarını yansıtmış böylece. Ama olaylar
kahramanlarının yaşamlarında ne denli belirleyici olsa da hiçbir zaman ana
konunun önüne geçmemiş.
Can Gürses roman boyunca bol bol şiirlerden alıntılar
yapıyor, göndermeler yapıyor. İyi kitaplardan söz ediyor, şarkıları metne
katıyor. Böylece de şiirsel dil kuvvetleniyor. Masalla şiir iyi bir uyum
kuruyor. Ama zaman zaman masal konuya ağır basıyor gibi. Romanın yapısı da
biraz karmaşık. Sarmal bir yapıyı, zamanda doğrusallık değil git gellerle
anlatmayı tercih etmiş Can Gürses. Kuzgun’un Zambak’ı terk etmesinden sonra
romana bağlanmak kolay olmuyor. Anlatıcılar değişik açılardan aynı olayı
anlatırken bunları zaten okudum, biliyorum duygusu oluşuyor zaman zaman.
Can Gürses, genç, gelecek vaad eden bir romancı. Dört - beş yılda çok iş
yapmış, uzun bir biyografisi var. Romana yoğunlaşırsa başarılı olacaktır.
Yazacağı yeni romanları merakla bekleyeceğim. 04.06.2015
Yorumlar