Dünya’nın en zengin kişilerinden biri olsanız ve kendinizi
ve varlığınızı yoksullara yardıma adasanız ne olur? Bir avukat çıkar, deli
olduğunuz iddiası ile sizi akıl hastanesine attırıp varlığınıza el koymaya
çalışır. Hiç kimse de onu ayıplamaz. Çünkü din ve ahlak yoksullara yardımın en
yüce duygulardan biri olduğunu söylese de zenginliğini paylaşmak deliliktir.
Servetini paylaşan, dağıtan kişiler hoş karşılanmaz, hatta ayıplanır. Tercih edilen
vergiden kaçmak için kurulan vakıflardır, onların gerçek amaçları için
çalışması değil. Hayatı cömertofobi yönetmektedir. "Cömertofobi: Kendinden
daha az varlıklı kişilerin sorunlarına karşı duyulan histerik ilgisizlik"
diye tanımlanmaktadır.
Kurt Vonnegut “Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater”da
cömertofobi illetine tutulmamış nadir zenginlerden birinin, “müthiş varlıklı
Rosewater Vakfı'nın vârisi ve başkanı, gönüllü itfaiyeci, bilimkurgu hayranı”
Eliot Rosewater'un öyküsünü anlatıyor.
Eliot Rosewater delirmekte olduğunu inkâr etmez. Hatta
delirmeye çocukluk yaşlarında başladığını söyler. II. Dünya Savaşı’nda ABD
saflarında savaşırken yaşadıkları ise bu süreci hızlandırmıştır ona göre.
Eliot Rosewater her çok zengin ailenin çocuğu gibi
yetiştirilmiştir. Harvard’da okumuş. Yaz tatillerinde yelken, kışları
İsviçre’de kayak yapmıştır. Yaşamının dönüm noktası 8 Aralık 1941’deki Pearl
Harbor baskını olmuştur. Harvard Hukuk Fakültesi’ni terk edip gönüllü olarak
orduya yazılmıştır. Birçok çarpışmada üstün hizmet göstermiş, yüzbaşılığa kadar
yükselmiş, bölük komutanlığı yapmıştır. Savaşın sonuna doğru “savaş yorgunluğu”
teşhisi ile Paris’te bir hastaneye yatırılmış, orada Sylvia ile tanışmış, savaş
sonrası “başdöndürücü gizellikteki karısı” ile Harvard’a dönmüş, okuldan
devletler hukuku uzmanı olarak mezun olmuştur. Bu sırada senatör babasının
Rosewater ailesinin servetini korumak ve hiç vergi vermemek amacıyla kurduğu
vakfın başına getirilmiştir. Göreve geldiği 1947 ile 1953 arasında vakıf 14
milyon dolar harcamıştır. “Kansere, akıl hastalıklarına, ırkçılığa, polis
işkencesine ve daha birçok kötülüğe karşı savaştı, üniversite hocalarını
doğruyu aramaya teşvik etti, fiyatı ne olursa olsun güzellik satın aldı.”
Eliot Rosewater’ın görünürdeki en önemli sorunu çok
içmesidir. Alkolikliğin sınırlarına varmıştır. ABD’nin çeşitli kasabalarında
gönüllü itfaiyecilerle içerken alkol sınırını aşıp olay çıkartmakta, polis
tarafından sık sık gözaltına alınmaktadır. Tedaviye razı olur ama doktoru bile
ona tahammül edemeyip doktorluğundan istifa eder. Ona aşkla bağlı karısı artık
tahammül edemez hale gelmiştir ve Eliot’un yaptıkları nedeniyle delirmekte
olduğunu düşünerek kocasını terk edip Paris’e döner ve boşanma davası açar.
Eliot Rosewater’ın delilikte suçlanıp vakıf yönetiminden
alınması için dava açılması ise atalarının vatanı Rosewater Kasabası’na
yerleşip günü 24 saati sürekli içerek istisnasız herkese yardım etmeye
başladığı döneme rastlar. Yalnızdır, kendisine sadece 80’den fazla bilimkurgu
romanı yazmış ama hiç tanınmamış bir romancı olan Kilgore Trout'un romanları
yoldaşlık eder. Telefonları şöyle açar: "Rosewater Vakfı. Size Nasıl
Yardımcı Olabiliriz?"
Bir eleştiride de değinildiği gibi Kurt Vonnegut’un
romanları belli bir konu ile sınırlandırılamayacak yapıda eserler. 1965’de
yayımlanan “Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater”da (Temmuz 2015, çev. Sinan
Fişek, Can yay.) da bu özelliği görüyoruz. Kurt Vonnegut aslında başta ABD
olmak üzere sloganı “çalış ve tüket” olan ülkeleri derinliğine ve sert bir
şekilde eleştiriyor. Kurt Vonnegut’un anlatım biçimi romana her an yeni
kahramanlar katmaya, (eğer varsa) ana konudan sapıp bambaşka şeyler anlatmaya
uygun. Çünkü onun anlatılarının temelinde güçlü bir kapitalizm eleştirisi
yatıyor.
“Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater”, Vonnegut’un en
komik hicivlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de neşeli bir dili
var ve en derin trajediler bile ilk bakışta komik gibi gözüküyor ama
Vonnegut’un kara mizahının derinliklerindeki dobralık çok etkileyici ve sadece
“komik hiciv” diyerek onu tanımlamak mümkün değil.
20.08.2015
Yorumlar