Puslu bir fotoğraf. Kahverengi ve toz karışımı bir görüntü.
Birbiriyle uyumsuz on binlerce apartman, arada minareler, gökdelenler... Tek
bir yeşil alan ya da park yok. Silme bina... Bu İstanbul’un gerçek
görüntüsüdür. Şişli ve Beşiktaş ilçelerinin kuşbakışı fotoğrafı.
Hendrik Bohle ve Jan Dimog’un hazırladıkları “İstanbul
Mimarlık Rehberi”nin (2016, Literatür yay.) 10-11. sayfalarında yer alıyor bu
görüntü. Daha önceki sayfalarda Boğaz’ın ve Tarihi Yarımada’nın görüntüleri
var.
Rehberi incelediğimizde Bizans’tan ve Osmanlı’dan çok az
yapı kaldığını anlıyoruz. Onlar nispeten korunmaya çalışmış, bugüne özgün halleriyle
gelmeleri sağlanmış. Çoğunun camiler olduğu görülüyor. Sonraki D’Aranco,
Anzavur, Vallaury gibi mimarlardan ve Mimar Kemal, Vedat Tek’in adlarıyla
anılan Selçuklu, Osmanlı mimari anlayışlarından Türklere has bir mimari
oluşturan “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı”ndan ise çok az örnek kalmış bugüne.
Sirkeci’deki Vlora Han örneğinde olduğu gibi çoğu kaderine terk edilmiş ya da
sonradan yapılan müdahalelerle kimliğini de görünümünü de tamamen yitirmiş.
1930’lardan 80’lere dek süren İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’ndan kalan “çivi
bile çakılması yasak” binaların neredeyse tamamına ya ek kat çıkılmış ya da
görünümünü bozacak müdahalelerde bulunulmuş. İçleri nasıldır bilemiyoruz.
Hiçbir özgün yanları kalmamış.
İstanbul’un silüetinin Boğaz ve Tarihi Yarımada’dan ibaret
olduğu öngörülür. 80’lere kadar da bu görünüm korunmaya çalışılmış, arka planda
ise sınırsız ve sorumsuz bir inşaat hareketi ile şehir hormonsuz bir şekilde
büyütülmüş. Herhalde mimarlık tarihine “Laz Mimarisi” diye geçecek bir inşaat
anlayışı hakim olmuş İstanbul’a ve Türkiye’ye.
1980 Askeri Darbesi’nin ilk yaptığı işlerden biri İstanbul’un
görünümünü değiştirici radikal kararlar almak olmuş. Çırağan Sarayı’nın yanına
Kempinski Otel’in yapılması, Dolmabahçe Sarayı’nın üzerine Swiss Otel’in
yerleşmesi, yine Dolmabahçe’nin arkasına Gökkafes de denilen Süzer Plaza’nın
inşa edilmesi hep Darbecilerin aldığı karar ve Turgut Özal’ın müteahhitlikle
Türkiye ekonomisini geliştirme politikasının sonucunda gerçekleşti. Bu inşaatlar
tüm tepkilere rağmen yapılırken ANAP’lı Bedrettin Dalan İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı’ydı. Ondan sonra göreve gelen CHP’li
Nurettin Sözen ve Refah Partili Recep Tayyip Erdoğan tüm çabalarına rağmen bu
inşaatların yapılmasını engelleyemediler. 1994’de göreve gelen Recep Tayyip
Erdoğan daha sonra muhafazakâr anlayışını terk edip Özal’ın müteahhitle büyümek
politikasını benimsedi. “Daha fazla otoban, daha fazla beton, daha çok apartman
ve daha az yeşil alan” anlayışındaki neoliberal politikayla her yere ve her
şekilde inşaat yapılıp Boğaz ve Tarihi Yarımada dahil İstanbul’un silüeti bozuldu.
Bozmaya da devam ediliyor.
“İstanbul Mimarlık Rehberi” adına uygun olarak kentteki iyi
ve önemli mimari “eserleri” gezip görmek isteyenler için bir rehber. Amacını
güzel fotoğraflar ve kısa ve öz bilgilerle gerçekleştiriyor ama bununla
yetinmiyor. Bölümlerin girişindeki yazılarla İstanbul’un mimari tarihini
anlatıyor ve bugünkü görünümü oluşturan belli başlı mimarlarla ve bu gelişime karşı
çıkan kişi ve kurumlarla kısa söyleşilere yer veriyor, eleştirel nitelik alıyor.
80’lerden sonra yapılan ve İstanbul’un görünümünü bozan tüm
binaların Türkiye’nin en ünlü mimarlarınca yapıldığını anlıyoruz rehberden.
Zorlu Center Emre Arolat ve Tabanlıoğlu’nun, İstanbul’un en yüksek binası
Sapphire yine Tabanlıoğlu’nun, İş Kuleleri Tekeli-Sisa, Yapı Kredi Plaza
Koray’ın eseri, birçok AVM’de de
yine ünlü mimarlarımızın imzası var. Bu “ünlü” ve tek başına güzel binaların
tamamı şehrin dokusu ve İstanbul’un genel görünümü gözetilmeden yapılmış işler.
Devlet, belediyeler, mimarlar ve tabii onlara bu binaları yaptıran bizler el
birliğiyle İstanbul’u mahvetmişiz ve artık geriye dönmek, düzeltmek mümkün
değil.
16.03.2016
Yorumlar