İsmail yüreğinde acıyla doğmuş bir çocuk. Doğuştan gelen bir
hüznü var. “Genelde mutsuz ve dudağının kenarı hep aşağı doğru bakan...” biri.
Bu dünyaya ait olmadığını düşünüyor. Utangaç, içine kapanık olduğu kadar nefret
de yüklü. Herkesten herşeyden nefret ediyor ama bu nefretini bağırmaya, nefret
ettiklerinin suratını dağıtmaya gücünün olmadığını da biliyor.
Batuhan Dedde “Mezartaşı Gibi Düşüyor Yağmur”un kahramanı
İsmail’i daha ilk sayfada “doğuştan kaybeden” biri olarak anlatıyor birinci
tekil şahısta. Yazarla kahramanının birbirine karıştığını düşünüyor,
anlatılanlar ne kadar otobiyografik, ne kadar kurmaca merak ediyoruz. “Bütün
tırnaklarımı dahi ağrıtan, içimi yakan, ruhumu kezzaplara yatıran bu histen
kurtulmam gerekiyordu” diye düşünerek yazmaya başlıyor. Lise, üniversite
çağlarında dersleri dinleyeceğine şiirler, öyküler yazıyor. Sonuç tahmin
edilebileceği gibi; üniversiteyi bitiremiyor.
Ama eve “mezun oldum” diye dönüyor. Bu çocuktan bi şey olmaz
diye düşünen babası yanıldığı için mutlu. Hemen bir iş bulunuyor. İşe girdikten
bir ay geçtikten sonra hâlâ diplomasını getirmeyince gerçek ortaya çıkıyor.
İşini ne kadar iyi yapsa da diploması olmayana iş yok.
İşten atılıyor. İşten diploması olmadığı için atıldığını
anlayan ailesi artık ona pek iyi bakmıyor. Kapının önüne konulması için de pek
fazla zaman geçmeyecektir.
Yeteneğim var, tiyatro yaparım diye düşünüyor. Tiyatro
yaparak geçinemeyeceğini anlayınca kendini kömürlükten bozma bir dükkanda
korsan CD satıcısı olarak buluyor. El altından porno CD’ler satıyor. Bir yandan
da dershaneye gidiyor. Tekrar üniversiteye grimek niyetinde. Bunu başarırsa
ailesi ile ilişkisi de düzelecek, bu tip işler yapmak zorunda kalmadan yaşamını
öğrenci olarak sürdürebilecek. Yani ne kadar karşı çıksa da bir yandan da
düzene, “normal” insanlara dahil olmaya yönelik bir çabası var.
Bu arada yazdığı “bol kanlı, bol intiharlı, küfürlü
metinler” internet ortamlarında dolaşıyor. Yüzü bilinmese de adı bilinmeye
başlıyor. İlgi hoşuna gidiyor. Sanal ortamı seviyor. Sanal ortamdaki ünü
sayesinde “yazdıklarını kitap yapalım” diye teklif alıyor. Kitap teklifinin
ciddileşmesi ile yaşamı değişiyor. Dersaneyi boşluyor, okuyup bir meslek
edinmek tasarılarının yerini yazar olmak alıyor. Bu gelişmeler ailesi ile
arasını bozuyor ve bir gün babası İsmail’i evden kovuyor.
İsmail yazarlık yaparak yaşayacağından umutlu. Bu arada
kitap da çıkıyor. Yayıncısı Buğra’nın esas işi banyolar için ayna ve takımları
üretmek. Buğra’yla birlikte yaşamaya başlıyor. Ürettikleri banyo takımlarını
Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki yapı marketlere satarken bir yandan da yeni
kitabını yazıyor.
Aslında bu hayat İsmail için sürdürülebilir bir şey değil.
Bir iş kazası ve gruba katılan yeni arkadaşla olayların akışı değişmeye
başlıyor. Araya bir de aşk girince İsmail’in dengeleri iyice bozuluyor. Oysa ne
kadar yazdıklarını beğenseler, kitaplaştırıp basılmasını destekleseler de
arkadaşları da onun “normal” biri olmasını talep ediyor. İşe gitmeli, para
kazanmalı, mahallenin uygun gördüğü biçimde yaşamalı. Bunun olmayacağı
anlaşılınca İsmail yine kapının önünüde, yine tek başına buluyor kendini.
İsmail “şanslı” bir “kaybeden”. Her zaman elini tutacak,
destek olacak birileri oluyor. İsmail o ellere güvenerek sarılıyor ama bir süre
sonra en acı kazıkları da o elini tuttuklarından yiyor.
Yeni insanlar tanıyor, aşklar yaşıyor, içkinin,
uyuşturucunun envai çeşidini deniyor ve bu arada sürekli yazıyor. Yazdıklarını
sanal ortamda ya da kitap olarak yayımlıyor. Bir yandan kaybederken diğer
yandan kazanıyor.
Batuhan Dedde “Mezartaşı Gibi Düşüyor Yağmur”u (Nisan 2016,
Altıkırkbeş yay.) beş bölümde beş ayrı öykü gibi kurmuş ama bölüm geçişlerinde
zamanda biraz geriye doğru kaymalar olsa da tek bir kahramanın başından geçen
kronolojik olarak birbirine bağlı öyküler bunlar ve aslında tek bir anlatıyı
oluşturuyorlar. Yani kitabı bir roman olarak değerlendirebiliriz.
Sayfalar ilerledikçe, özellikle askerlik dönemi ile ilgili
son bölümle bu romanın “otobiyografik” olduğu kanısı daha da artıyor. Askerlik
dönemi ile ilgili son bölüm roman yapısını kırıyor kitap tamamen otobiyografi
halini alıyor. Hiç tanımasam da yazarın, Batuhan Dedde’nin ilk gençlik
yıllarından askerliğini bitirene kadar geçen, yirmili yaşlarının öyküsünü
okuduğumu düşünüyorum. Bir “bildung” roman havası ve yapısı da var, bir yazarın
yetişmesinin öyküsünü, gençlik yıllarını okuyoruz.
Türkiye’yi yönetenler sadece bugün değil, kurulduğundan beri
toplum mühendisliği yapmışlar. Vatandaşı kafalarındaki ideallere, o ideallerin
oluşması için gerekli normlara göre şekillendirmeye çalışmışlar. Genelde
başarılı da olmuşlar. Ama o başarıları onlara yetmemiş yeni projelerle topluma
yeni şekiller vermeye çalışmışlar.
Türkiye’de devletin, toplumun dayattığı yaşam biçimi dışında
kendince yaşamak pek mümkün değil. Çok az örnek var. Her şey “normalleştirmek”
için yapılıyor. “Normal” diğerlerinin bir benzeri hatta aynısı olmak demek. Önce
ahlak dayatılıyor. Aile sizi şekillendirmeye çalışıyor. O olmazsa mahalle
baskısına uğruyorsunuz. Mahalle başaramazsa devreye devlet, kanunlar giriyor.
Bir anda kendinizi hapishanede ya da hastanede buluyorsunuz. Artık “Kaybedenler
Kulübü”nün bir üyesisiniz.
Batuhan Dedde’nin “Mezartaşı Gibi Düşüyor Yağmur”u bir
kaybeden öyküsü gibi başlasa da “yeraltı edebiyatı”nın iyi bir örneği olmaya
evriliyor. Romanın kahramanı tüm yaşadıklarına, defalarca dibe vurmasına rağmen
suyun yüzüne çıkmayı ve ayakta kalmayı başarıyor.
Batuhan Dedde’nin kendi deyimi ile “şayir”liğinden gelen “şiyir”sel
cümleleri var, bu cümleler ve zaman zaman felsefileşen çözümlemeler anlatıya
farklı bir hava katıyor. Ama roman genelinde düz, doğrusal ve de sert ve açık
bir dille yazılmış. 12.05.2016
Yorumlar