“Kapıyı açtım. Aslında aralamışken zorladılar kapıyı.
Açılmış oldu. İlk hareketle yere yığıldım. Burnumdan akan ılıklığı hissettim.
Kandı. Başka ne olabilirdi ki. Çoktular. Sonradan yedi kişi olduklarını
anlayacaktım. Kâmil, Kız Serkan, Ahmet Abi, İsmet Abi ve İmam Hacı Orhan’ı
köyden tanıyordum. Köyün damadı Cevdet’i ve öğretmen olduğunu söyleyen Yaşar’ı
ilk defa görüyordum.”
Bir gece vakti kapısı çalınıp evi basılan yazar yedi kişi
tarafından tekme tokat dövüldükten sonra bir sandalyeye bağlanır. “Hiç
utanmıyor musun?”, “Bizi rezil ettin”, “Bunların hepsinin hesabını vereceksin”
diyerek dövmeye devam ederler.
Neden dayak yediğini, neden bağlandığını anlayamamıştır. Bir
ipucu bulmaya çalışırken Yaşar Öğretmen’in elinde rulo halindeki Varlık
Dergisi’ni görür. Bu “Semizotu” adlı öyküsünün yayınlandığı sayıdır.
Yaşar Öğretmen suç delili olan öyküyü okumaya başlar. Yazar
gerçekle hayali karıştırdığını söylese de okurlar için yazdıkları tamamen
gerçektir ve onlara göre kendilerini, anne ve babalarını, ailelerini ve nihayet
köyü rezil etmek amacıyla yazılmıştır öykü. Delil olarak bir de söyleşi vardır.
O söyleşide yazar “Öykülerinizde nereden ilham alıyorsunuz?” sorusuna “Tabii,
hayattan, yazdıklarımın tümü gerçek kadar gerçek” diye cevap vermiştir. Yani
inkâr etmesi, yazdıklarımı uydurdum demesi inandırıcı olmayacaktır.
Örneğin öyküdeki arabanın arka camında “Dünya dedik, toprak
sandılar. Hülya dedik, yalan sandılar” yazmaktadır. Bu sözün yazılı olduğu tek
araba Yaşar Öğretmen’indir. Öyküde arabanın sahibinin para karşılığı genç bir
kadınla birlikte olması anlatılmaktadır. Otel parası vermeye niyeti olmayan
adam sevişmek için köyün yakınlarındaki dereden geçen köprünün altına arabayı çeker.
Burası cinli olduğuna inanıldığı için pek kimsenin gelmediği bir yerdir.
Sevişme sonrasında temizlenmek isteyen kadın su kenarına gidince köyün
kadınlarına rastlar. Kadını çırılçıplak köprü altında gören iki yaşlı kadın onu
cinlerin kaçırdığına ve tecavüz ettiğine inanır. Kadın da bu sayede kurtulur.
Arabanın arka camındaki yazıdan kadınla sevişmeye gidenin o
olduğuna inanan karısı ile Yaşar Öğretmen’in arası bozulmuş, muhafazakâr
çevresi öyküden haberdar olunca da işinde terfi edip müdür olma şansını kaçırmıştır.
Köyün erkekleri Varlık’taki öykü yüzünden Yaşar Öğretmen’in
başına gelenlerin hesabını sormak ve yazdığı başka öykülerde de köyden,
köylülerden söz ediyor mu diye anlamak amacıyla evi basıp yazarı dövmüş,
sandalyeye bağlamıştır.
Yazarın odasında buldukları dergileri, öykü defterlerini
karıştırıp diğer öyküleri okudukça korktukları gerçekle karşılaşırlar.
Öykülerde köyde yaşananlar gerçeğe yakın bir şekilde anlatılmaktadır. Sadece
bazı köylülerin adları biraz değiştirilmiştir, çoğunun adı bile aynıdır. Ama
birkaç satır okuyunca kimin kim olduğu ortaya çıkmaktadır.
“Sahir” Ercan y Yılmaz’ın ilk romanı. Ercan y Yılmaz’ı
şiirleri ve öyküleri ile tanıyoruz. “Sahir”i (Nisan 2016, Alakarga yay.) aynı
yerde (köyde), aynı kahramanların yer aldığı öyküleri birbirine bağlayarak
oluşturulmuş. Ne kadar roman sayabiliriz ne kadar romanla öykü arasında türlerarası
bir çalışma diyebiliriz okurun kararına kalmış. İlginç, okunurluğu artıran,
okuru kitaba bağlayan bir teknik olduğunu söylemeliyim.
Yapı yazarın dövülerek sorgulanması sırasında yaşananlar ve
öykülerin okunması şeklinde kurulmuş. Öykülerin öncesinde ve sonrasında yapılan
yorumların bir edebiyat eserinin, bir öykünün ne kadar gerçeğe uygun ne kadar
kurmaca olması gerektiği tartışmalarına da katkıda bulunabilecek niteliği var.
İlk öyküler okunurken öykülerde kendilerini ya da ailelerini
bulanlar zamanla öykülerin ne kadar gerçekçi olduğunu da sorgulamaya başlıyor.
Çünkü yaşananlar öykülerde birebir anlatılmamış, değişime uğramış. Olayda yer
alan bazı kişilerden söz edilmemiş ya da yeni kişiler, başka zamanlar, başka
mekânlar eklenmiş. Bunların hepsi öykü yazımı sırasında ortaya çıkan sorunları
aşmak, kurguyu iyi hale getirmek için yapılan işlemler. Ama bunu okura anlatmak
kolay değil. Gerçeklerin anlatılmasına kızdıkları gibi, gerçeklerin olduğu gibi
anlatılmamasına, çarpıtılıp değiştirilmesine de öfkeleniyorlar.
“Sâhir” sihir yapan, büyücü; gece uyumayan, uykusuz;
maskaralık eden anlamlarında, erkek adı olarak da kullanılan bir sözcük. Kitabın
kahramanları yazarın “sahir” olduğuna inanıyorlar. Kuşkusuz burada sözcüğün ilk
ve son anlamlarına vurgu yapılıyor; büyücü ve maskara. Yazdıklarıyla büyücülük gibi
bir şey yapıyor yazar, varolmayanı varmış gibi gösteriyor ya da gerçeği
çarpıtıyor. Yaptığı iş aynı zamanda maskaralık çünkü yaşanmışı, herkesin
bildiği, zaman zaman birbirine anlatıp güldüğü ya da kızdığı şeyleri yazıya
döküyor, kalıcılaştırıyor.
Yazar, Doğu Anadolu’da bir köyde yaşıyor. Köyün çorak, kurak
bir yer olduğu anlaşılıyor. Yokluktan tilki yakalayıp pişirdikleri günler
olmuş. Araba, televizyon, telefon, buzdolabı gibi modernleşmeyi simgeleyen
şeyler yaşamlarına girse de batıl inançlar çok yaygın. Tükürüğü ile şifa
dağıtanlar, mübarek diye ayağı öpülen şeyhler var. Cinlere inanılıyor. Akrebin
sokmaması için hayvana Nuh Peygamder’den söz etmek, cinsiyet değiştirmek için
gökkuşağının altından geçmek gerektiğine inanıyorlar. Dini inançları da
kuvvetli.
Köyün geçmişinde hesaplaşılmamış, sözünün edilmesinin
istenilmediği olaylar da var. Bir gecede öldürülüp cinli denen dereye gömülen Ermenilerin
öyküsü bunlardan. Bu öyküye onlarca yıl sonra Ermeni olduğunu öğrenenler
ekleniyor. Ermenilerin köyün çeşitli yerlerine gömülü olduğuna inanılan defineleri
ise bir kurtuluş ya da zenginleşme umudu olarak gizlice aranıyor.
Ercan y Yılmaz “Sahir”de anlatının ne kadar gerçeği
yansıtabileceği, gerçek olabileceği tartışmalarına, kurmaca ile gerçeklik
arasındaki çelişkilere, yazarın yazdığı ile okurun anladığı arasındaki farkları
tartışmaya açıyor. Ana yapıya eklemlenen öykülerde bir Anadolu köyünde
yaşananların bir edebiyat eserinde tam olarak anlatılamayacak kadar gerçeküstü
ögeler barındırabileceğini gösteriyor. Mizahı, ironiyi dozunda kullanan,
neşeli, akıcı bir anlatımı var.
23.06.2016
Yorumlar