Kaldırım, “sokak ve caddelerin iki yanında, yayaların
yürümesi için yapılan yol” diye tanımlanıyor. Yaya da “trafikte yürüyerek ya da
koşarak seyahat eden insanlara verilen ad”. Bir de “Avrupa Yaya Hakları Bildirgesi”
var. 1988’de Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilmiş. Bu bildirgeye göre, “Yaya
kaldırımları yayalarındır” ve “Herkesin, istediği yere yaya yollarından gitme
hakkı vardır.” Bunlar temel şartlar, daha bir çok hak var ama onlardan söz
etmek fantezi olur. Türkiye’nin bu bildirgeyi kabul ettiğine dair bir bilgiye
ulaşamadım. Ama Kabahatler Kanunu’nun 38. maddesinde “Yetkili makamların açık
ve yazılı izni olmaksızın meydan, cadde, sokak veya yayaların gelip geçtiği
kaldırımları işgal eden veya buralarda mal satışa arz eden kişiye, belediye
zabıta görevlileri tarafından idarî para cezası verilir” deniyor. Belediye
Zabıta Yönetmeliğinin 10 (a-15) maddesine göre de zabıta “izin verilmeyen
yerlerin işgaline engel olmak”la görevlendirilmiş. “İzin verilmeyen yer”lerden
biri de kaldırımlar. Yasa ve yönetmeliklerden anladığımıza göre kaldırımların
işgal edilmesini önlemek belediyelerin ve bizzat zabıtaların görevi. Ama
belediyeler de, zabıtaları da sanki bu yasa ve yönetmelikler yokmuş gibi
davranıyor. Çünkü bir iş, durumun kültürü varsa, örf ve adetlerden olmuşsa en
ağır cezaları vererek bile vatandaşı bunları yapmaktan vazgeçirmek kolay değil.
Hele onları önlemeye, cezalandırmaya görevlendirilmiş kişiler de aynı kültüre
sahipse hiç mümkün değil. Deneyin göreceksiniz.
Ara sokaklardan yürüyorsanız kaldırımlara park etmiş
arabalarla karşılaşırsınız. Onlardan arta kalan yerlere de motorlar park eder.
Sanıyorum motorlar herhangi bir yasaya tabi değil, Karayolları Trafik Kanunu
kaldırımı “yalnız yayaların kullanımına ayrılmış olan kısmıdır” diye tanımlasa
da esas olarak otopark, kaldırım birazcık genişse de motor yolu olarak
kullanıldığını görürsünüz. Kaldırıma park etmiş araca, yol olarak kullanan
motora kimse ceza yazmaz, zabıta müdahale etmez. Kime sorsanız “yetkim yok” der,
topu başkasına atar.
Caddeye çıktığınızda başta marketler ve manavlar olmak üzere
hemen tüm esnaf kaldırımları dükkanlarının bir parçası olarak görür ve kullanır.
Büfe ve lokantalar içinse kaldırımlar masalarını koymak için tahsis edilmiş
alanlardır. “Yürüyemiyoruz, masalar kaldırılsın” derseniz herkes size kötü
gözle bakar. Çünkü sokakta yemek yemek “hayat tarzı”dır.
Feriköy’ün, Kurtuluş’un kaldırımları, sokakları dardır. Son
yıllarda hızla arttığını gözlemlediğim kaldırım işgalleri ile de kaldırımda
yürümek iyice güçleşti.
Şişli Belediyesi’nin sosyal medya görevlileri çok ilgilidir.
Güçleri yettiğince şikayetlere çözüm bulmaya çalışırlar. Durumu bildireyim,
belki çözüm bulurlar diye iyiniyetli bir ruh haline girdim. Cadde ve sokak adı
verdim olmadı. Marketlerin, büfelerin isimlerini bildirdim zabıta yine bulamadı(!).
Sonunda kapı numarası verdim, yine bir sonuç yok! Aksine kaldırım işgalleri
genişledi, yollara sarktı. Özellikle büfe ve lokantalar caddelere masalarını
koymaya başladılar. Biliyorum bu tavır bana nazire değil ama zabıtaya ya da
Başkan Hayri İnönü’ye bir mesaj olmalı. Zaman bukup gelirse Başkan Hayri
İnönü’yle birlikte bizim mahallenin kaldırımlarında yürümek isterim.
Hendrik Bohle ve Jan Dimog’un “İstanbul Mimarlık Rehberi”nde
(Literatür yay.) “finâ” terimine rastladım. Finâ’nın bir anlamı da “evin önü”
demekmiş. Osmanlı Yasaları’na göre bir evin önündeki sokak parçası o evin
sahibinin finâ’sını oluşturuyor. Orayı istediği gibi kullanabiliyor. Bizim
esnafın kaldırımları işgali de bu finâ kuralından kaynaklanıyor, kaldırımı mekâlarının
bir parçası olarak kullanıyorlar. Belediye zabıtası da bu kuralı bildiği için
yasalar yasaklasa da esnafın kaldırımı işgaline ses çıkartmıyor. Benim gibi
saflar da “Yaya kaldırımları yayalarındır”, “Herkesin, istediği yere yaya
yollarından gitme hakkı vardır” sanıp bu durumdan şikayetçi olup haklarını
aramaya kalkışıyor. Hakkını daha çok ararsın, ama bulamazsın diyeceksiniz, siz
de haklısınız.
21.09.16
Yorumlar