Mütareke dönemi, 1914 – 23 yılları arası İstanbul için
oldukça renkli, hareketli ve acılarla dolu. O dönemde İstanbul’da buluşmuş 72
millet nasıl yaşıyordu? Gündelik hayat nasıldı? Tarihçiler pek fazla yazmamış,
edebiyatta da çok konu edinilmemiş. Daha çok Anadolu’daki direnişe İstanbul’un
katkısı yönünden bakılmış. Siyasi yönleri ele alınmış.
Mütareke döneminde yaşam ile ilgili iki kitap benim için
ufuk açıcı oldu. Biri Stefanos Yerasimos’un çeşitli yazarlardan derlediği
İstanbul 1914 – 1923 (1997, İletişim yay.), diğeri de Yerasimos’un derlemesinde
sıkça sözü edilen Yorgos Theotokas'ın Leonis'i (2013, İstos yay.).
Yorgos Theotokas'ın Leonis'inde kitaba adını veren ilk
gençlik çağlarındaki Leonis’in 1914-1922 yılları arasında İstanbul’da
yaşadıklarını roman tadında okuruz. Aslında bu bir tanıklıktır ve yazarın
yaşadıklarından kaynaklanmaktadır. Özellikle Beyoğlu ve Taksim civarındaki
yaşamı ince ayrıntılarına girerek kahramanının gözünden yansıtır Theotokas.
Türk edebiyatında mütareke döneminde İstanbul’daki yaşamı
anlatan pek eser bulamadım. Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’si, Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları gibi çok az örnek var ilgiyle okunacak.
Tamer Erdoğan’ın Türk Romanında Mütareke
İstanbul’u (2005, Kana yay.) adlı araştırmasından ise yeni haberdar oldum.
Okuma listeme ekleyeceğim. Sanıyorum konu ile ilgili romanların sayısı artacak.
Zira kitabın tanıtımında, Erdoğan’ın Ercüment Ekrem Talu, Halide Edip
Adıvar, Salahaddin Enis Atabeyoğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Âgah Sırrı
Levend, Mehmet Rauf, Peyami Safa, Mithat Cemal Kuntay, Şükûfe Nihal Başar,
Hilmi Ziya Ülken, Cevdet Kudret Solok, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir,
Münevver Ayaşlı, İskender Ohri’nin romanlarına mütareke döneminin nasıl yansıdığını
incelediği belirtiliyor. Tamamen o dönemi işleyen pek fazla
roman olmadığını biliyorum ama Mütareke İstanbul’una ne kadar değinmişler merak
ediyorum.
Suphi Varım, “İzmir Polisiyeleri” yazar. 19.
yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı İzmir’inde geçen polisiyelerinde şehirdeki yaşamı
da bir tarihçiden bile çok daha ayrıntılı anlatır, adeta canlandırır. Son
romanı Karanlığımın Kızıl Geçidi’nde (Nisan 2017, Labirent yay.)
kahramanını 1921 İstanbul'una getiriyor. Romanın kahramanı Sergey Andreyev bir
Rus. Sovyetler Birliği’nin gizli polis örgütü Çeka’da görevli. Sergey
Andreyev’i Kızıl Üçleme'nin ilk romanı "Simirna Kızılı"nda (Labirent
yay.) tanımıştık. Mondros Mütarekesi sonrası İzmir’de işgalciler hakkında bilgi
toplamakla görevliydi.
Sergey Andreyev dört kişiden oluşan bir grupla İstanbul’da
işgal kuvvetlerinin faliyetlerini takip ediyor ve bunları Sovyetler’e rapor
ediyor. İlgi alanlarında Rusya’daki devrimden kaçıp İstanbul’a gelen Beyaz
Ruslar ilk sırada. Beyaz Ruslar’ın Sovyetler’e karşı faliyetlerini anlamaya ve
mümkünse önlemeye çalışıyorlar. Öte yandan İngiliz Karargahını da her an
izliyor, hatta gireni çıkanı filme alıyorlar. İlgi alanlarında Fransızlar ve
İtalyanlar da var.
Sergey Andreyev kendini Pravda gazetesinin muhabiri olarak
tanıtıyor. Gazeteci kimliği bilgi toplamasını da kolaylaştırıyor. Sosyalist
eğilimli genç arkadaşı Kâmil Cevat’tan da hem İstanbul’daki sosyalistlerin
faliyetlerini öğreniyor hem de Anadolu’daki isyan hakkında bilgiler ediniyor.
Hazırladıkları raporları Moskova’ya ileten, oradan yeni
emirleri getiren Çeka kuryesi Nikolayeviç’in öldürülmesi ve Sergey’in katili
bulmaya çalışması romanın ana ekseni. Sergey katili ararken hem İstanbul’daki
yaşamı gözlemleyip bize aktarıyor hem de işgal güçlerini, onlarla ilişki
kuranların karmaşık bağlarını çözüyor.
İşgal altındaki İstanbul’da yokluk karaborsa yaratmış. Bu
karaborsadan yararlanıp zenginleşenler var. Karaborsacılar aynı zamanda işgal
güçlerinin işbirlikçileri. Bir yanlarıyla da 31 Mart Ayaklanması’nda önemli rol
oynayan gericilerle bağları var. Karaborsadan kazanılan para
"Kuvvacılara", yani Anadolu’daki isyanı destekleyenlere kıyam peşinde
olan padişah yandaşlarına sermaye oluyor.
Sergey Andreyev, ortada hiçbir delil yok gibi görünürken
gazete haberlerindeki bilgi kırıntılarından, gazeteci olarak aldığı yarım
yamalak bilgilerden yola çıkarak adım adım Çeka kuryesi Nikolayeviç’in
öldürülme nedenini anlamaya, katili bulmaya doğru ilerliyor.
Sergey Andreyev’in ilgi alanına çalışma arkadaşları diğer
Çeka ajanları da giriyor. Çünkü onların da Nikolayeviç ile bağları var.
Geçmişte yaşananlar bugünkü cinayetin nedeni olabilir diye düşünüyor Sergey.
Sabırsız bir polisiye roman okuru olarak Sergey Andreyev’in
araştırmasının ağır ilerlediğini belirteyim. Biraz daha aksiyon, belki bir ya da
birkaç cinayet daha gerekirmiş gibi geldi.
Suphi Varım kısa bölümler halinde adeta bir film gibi kurmuş
romanını. Sadece Sergey’in bakış açısından değil romanda herhangi bir şekilde
önemli rolü olacak diğer kahramanların açılarından da anlatıyor olayları. Bu
kahramanların romana nasıl eklemleneceklerini de merak ediyorsunuz okurken.
Romanın klasik polisiyelerden farklı bir kurgusu var.
Sergey’i de, diğer Çeka ajanlarını da tüm insani yanları,
zaafları ile kavrayıp, anlamamız için onların arasındaki ilişkileri de
anlatıyor. Ama tam olarak aydınlatmıyor ki oralara da rahat kuşku tohumları
ekebilsin. Bir insanın bilebileceği kadar biliyor, paylaşıyor. Tanrı romancı
olmuyor.
Karanlığımın Kızıl Geçidi, edebiyatı ihmal etmeyen, konu edindiği
tarihsel dönemi ve Mütareke İstanbul’undaki iyi yansıtan bir roman. Suphi
Varım’ın romanı yazarken kullandığı kaynakları merak etmemek elde değil. Keşke
bir kaynakça da koysaymış kitaba. 29.07.2017
Yorumlar