Margaret Mazzantini, Türkiye’de de çok tanınan, dünya
çapında meşhur olmuş, ödüller almış, onlarca dile çevrilmiş, romanları filme
uyarlanmış bir yazar. Dublin’de doğmuş, Roma’da yaşıyor. İtalyanca yazıyor.
Ülkemizde aylardır yasak olan wikipedia’nın İngilizce ya da İtalyanca
versiyonuna bir yolla ulaşabilirseniz biyografisinde yazarlığından çok
artistliğinin vurgulandığını göreceksiniz. 1980’den itibaren filmlerde rol
almış. Tamamını eşi yönetmen Sergio Castellitto’nun çektiği filmlerin
senaryolarını yazmış. Romanlarından yapılan uyarlamalarda Penélope Cruz’un
başrolde olması da dikkati çekiyor.
1994’den beri romanları yayımlanıyor. Wikipedia’ya göre 8
romanı yayımlanmış. Türkçede ilk kez 2002’de yayımlanmış. Parıltı (Temmuz 2017,
çev. Eren Yücesan Cendey, Doğan Kitap) Türkçede yayımlanan altıncı romanı.
Kitaplarının tanıtımından hazin, kırık aşk hikayeleri, acının yoğunlaştığı
metinler yazdığı anlaşılıyor.
Margaret Mazzantini geç keşfettiğim bir yazar. Mazzantini’yi
Parıltı ile tanıdım. Sözünü ettiğim bilgileri de kitabı okuduktan sonra, kimdir
bu yazar diye merak ettiğim için edindim. Margaret Mazzantini bir yanıyla
“bestseller” yazarı profili çiziyor, öyle tanıtılmış.
Parıltı, 358 sayfalık, kalın sayılabilecek ama konusuyla,
anlatımıyla hemen okuru kavrayan, hızla, merakla okunan bir roman. Bunda
kuşkusuz usta çevirmen Eren Yücesan Cendey’in katkısı da var. Zira Mazzantini,
sık sık imge yüklü, şiirsel cümleler kuruyor. Bu cümleleri Türkçede layıkiyle ifade
etmek kolay değil.
Margaret Mazzantini Parıltı’da bir ömür boyu süren bir
tutkuyu anlatıyor. Tutku diyorum, çünkü bu bağımlılığın aşk olduğunu
söyleyebilir miyiz, tartışmak gerek.
İki erkeğin Guido ve Costantino'nun aşkı bu. Lise çağlarında
başlıyor. Guido ve Costantino aynı apartmanda oturan, çocukluklarından beri karşılaşan
iki genç. Daha önce bir dostlukları olmamış. Bu Guido’nun içine kapanık,
çekingen bir çocuk olmasından kaynaklandığı gibi aradaki sosyal sınıf farkından
da kaynaklanıyor.
Costantino, kapıcının çocuğu. Guido bir doktorun oğlu.
Annesi mimar ama Guido’nun deyimi ile “her türlü kültürel gönüllülüğün ateşli
savunucusu”. Aynı apartmanda çatı katında yalnız yaşayan dayı sanat uzmanı,
eleştirmen.
Guido anne sevgisi ve ilgisinden yoksun, yalnız bir çocukluk
geçiriyor. Babası ile de bağı yok. Dayısı ile ise gergin bir ilişkisi var. Aksi
bir adam olan dayı yeğenini hem seviyor hem de sert bir biçimde kendinden uzak
tutmaya çalışıyor. Guido’nun pek fazla arkadaşı da yok.
Guido kendine sunulmuş bir hayatın rahatlığı içinde yaşarken
Costantino her şeyi kendi başarmak zorunda.
Guido maddi olanak olduğu için üniversiteye gidebilir ama
Costantino zeki ve başarılı olmasına rağmen maddi yetersizlikten üniversiteyi
hayal bile edemez. Üst katta oturan Guido’nun yaşamı Costantino için özenilen,
erişilmeye çalışılan bir hedef.
Guido ve Costantino, ilkokul, orta ve lisede aynı okullara
hatta aynı sınıfa gitmelerine rağmen bir arkadaşlık kurmuyorlar. Lisenin son
yılında ancak Guido’nun dikkatini çekiyor Costantino.
Öykü Guido’nun bakış açısından, ağzından anlatıldığı için
Constantino’nun eğilimlerini tam bilemiyoruz ama ikisinin de kız arkadaşları var.
Guido, Constantino’nun da kızkardeşi dahil birçok kızla ilişki kuruyor.
Constantino ilgisini çekene kadar da başka bir erkeğe ilgi duymuş değil.
Guido ve Constantino birbirlerinin çekim alanına giriyor.
Constantino tam anlamıyla karşılık verse Guido kendini adayacak ama Constantino
sanki bu ilişkiyi geçici bir heves gibi görüyor.
Lise bitip Guido üniversiteye, Constantino askere giderken
ilişkiye başlıyorlar. Ama bu sürekli bir birliktelik değil. Araya uzaklıklar
giriyor. Hayatlarına kadınlar giriyor.
Guido, bazı girişimlerde bulunarak başka erkeklerle ilişki
kuramadığını anlıyor. Onun tek sevdiği Constantino. Ama onunla da uzun süreli
bir ilişkiye giremeyeceğini hissediyor. Zaten Constantino nişanlı. Onlar
tutkuyla sevişirken nişanlısı Constantino’nun bebeğini karnında taşıyor.
Guido, Londra’da kendine yeni bir yaşam kuruyor. Bir
üniversitede sanat tarihi dersleri veriyor. Evleniyor. Karısının çocuğunu
kendininmiş gibi benimsiyor. Sağlığı elverse kendi de bir çocuk yapacak.
Constantino da evlenmiş, iş sahibi olmuş. Şarap ticareti
yapıyor, lokantası var Roma’da. Hayat gailesi içinde ayrı yerlere savruluyorlar
ama birbirlerini hiç unutmuyorlar. Tutku alevini ateşlendirecek her fırsatta da
biraraya geliyorlar.
Guido her şeyi terk edip Constantino ile yeni bir yaşam
kurma düşleri kuruyor ama Constantino’nun yaşamını bu tutku için değiştirmeye
niyeti yok. Zaten gelişmeler de bambaşka yerlere götürecek onları.
Parıltı, kısaca özetlemeye çalıştığım haliyle daha önce
örneklerine rastladığımız aşk öykülerinin yeni bir versiyonu sayılabilir. Bir
melodram olarak da okunabilir. Mazzantini bu bidik konuyu hem anlatımıyla hem
de ana eksenin yanında geliştirdiği diğer olaylarla bambaşka bir havaya sokmuş.
Evet, ortada nasıl adlandırırsanız adlandırın bitmeyen bir
aşk, sönmeyen bir tutku var ama diğer yanda da yaşam var. Oğlunuz zihinsel
engelli olarak doğabilir, karınız ölümcül bir hastalıkla mücadele edebilir. Bu
ayrıntılar da romanı masalsı bir aşk öyküsünden gerçekçi bir temele kaydırır.
Mazzantini’nin başarısı da buradan kaynaklanıyor sanırım. Ayrıntıları hiç ihmal
etmiyor ve ince ince bir oya gibi işliyor. 24.08.2017
Yorumlar