Cenap Şahabettin’i neden unuttuk?



Osmanlı İmparatorluğu'nun son çeyrek yüzyılında edebiyat alanının en önemli figürlerinden biri. Tevfik Fikret'le beraber Servet-i Funun hareketinin iki önemli şairinden, üç büyük isminden. Düzyazıda şiirinden de başarılı. Seyahat edebiyatının kurucularından. Türk şirinde bir dönüm noktası. Yenileşmenin öncülerinden... Kimdir bu şair ve yazar, diye sorsak acaba kaç kişi doğru cevap verebilir.
Cenap Şahabettin, Cenap Şehabettin, Cenab Şahabettin, Cenab Şahabeddin... İsminin bile nasıl yazılacağı konusunda anlaşamamışız. Sorun da buradan kaynaklanıyor zaten. Önemli bilinen ama okunmaz olan şairlerden Cenap Şahabettin. Dil tercihi onun yeni kuşaklarca okunup anlaşılmasını ve yeniden değerlendirilip hak ettiği yere konmasını engellemiş. Cenap Şahabettin’in unutuluşunda dil tercihinin yanında siyasi tercihi de etkili olmuş mudur? Bu da tartışılması gereken önemli bir soru.
Cenap Şahabettin, benim de durduk yerde aklıma gelmedi. Şair, denemeci Atakan Yavuz’un “Görülmeyen Modern Cenap Şehabettin” (Şubat 2017, Ebabil yay.) adlı çalışmasını, kitabın adındaki “modern” vurgusunu görmeseydim, arka kapaktaki çağırıcı yazı olmasaydı aklıma gelmezdi de...     
“Turgut Uyar isabetli bir tespitle Cenap Şehabettin'in ‘Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma’ dizesinin İkinci Yeniye ipucu verdiğini söylemişti. Bugün Garip şiirinin veya İkinci Yeninin edebiyata taşıdığı yeni bireyi ve başka renkleri ya da 80 kuşağını daha kolay anlayabilsek de Cenap Şehabettin'in şiirimize getirdiği imkânları ancak konunun uzmanları kavrayabilmektedir. Yazıları, şiirleri ve polemikleriyle bir dönem adından sıkça söz ettiren; Türkçeye yeni bir tat, eda ve söyleyiş getiren Cenap Şehabettin'in şiiri ve nesri modern Türk edebiyatının önemli kaynaklarından birini teşkil etmektedir. Bu kitap, sadece edebiyat tarihimizin değil, siyasi ve kültürel tarihimizin de ciddi kırılmalar yaşadığı bir döneme şahitlik etmiş bir şair ve fikir adamından, ‘görülmeyen modern’ Cenap Şehabettin'den haberdar olmadan günümüz üzerine kurulan cümlelerin eksik kalacağı inancıyla yazıldı. Geçmişe dönüp bakmadan yeni bir şey söylenilemeyeceğinin bilinciyle...” deniyor arka kapakta.
Atakan Yavuz’un ‘Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma’ dizesi örneğinde İkinci Yeni ve 80 Kuşağı’nın köklerini Cenap Şahabettin’de aramamız gerektiği tezi tartışmaya değer. Tabii bu tartışmayı yapabilmek için öncelikle Cenap Şahabettin’in şiirlerini bilmemiz gerekiyor.
Neyse ki Cenap Şahabettin’in şiirlerine topluca ulaşabilme şansımız var; yayınlanmış, yayınlanmamış şiirleri, bitmemiş beyit ve mısraları Birol Emil, Mehmet Kaplan, Abdullah Uçman, Necat Birinci ve İnci Enginün tarafından “Cenab Şahabeddin Bütün Şiirleri” (2011, Dergâh yay.) adıyla derlenmiş.     
Cenap Şahabettin’in şiirlerine topluca ulaşsak da okuyup anlamamız pek mümkün görünmüyor. 1890’larda Türkçe’de yenileşme beklenirken “yeniyiz” iddiası ile gelen, gerçekten de yazdıkları şiirlerde birçok yenilik getiren Servet-i Fünûn şairleri kullandıkları dille tamamen eskiyi temsil etmekle kalmıyor, dönemlerinde bile anlaşılmamakla eleştiriliyorlar. Arapça ve Farsça sözcük ve terkiplerin bolca kullanıldığı bir Osmanlıca ile yazıyorlar.
Cenap Şahabettin örneğinden ilerlersek, Mustafa Âsım Efendi, Muallim Nâci ve mahalle komşuları olan Şeyh Vasfî’den eğitim almış. Divan edebiyatı geleneğini iyi biliyor, ilk yayınlanan şiiri bir gazel ve başarılı bulunmuş. Diğer yandan Fransızca öğrenmiş, sembolist şairleri okumuş. Mallarme’yi okumuş, anlayamamış ama Verlaine’den etkilenmiş. Paris’teyken edebiyat dersi aldığını söylediği Parnas şairlerinden Charles Brevet’nin “şiirin sözle resmedilen bir levha” olduğu görüşünü benimsemiş.
O zamana kadar Türk edebiyatında kullanılmamış sâât-i semenfâm (yasemen renkli saatler), tûf-ı tesliyet (avunma yankısı), nây-ı zümürrüd (yemyeşil ney), ûd-ı mükevkeb (yıldızlı ut) gibi yeni ve orijinal terkiplere yer vermiş. Bunlar hem heyecanla karşılanmış, hem de alay konusu olmuş (bkz. Celal Tarakçı , İslam Ansiklopedisi, 1993, cilt: 7,  sayfa: 346-349.)  
Atakan Yavuz’un da dikkati çektiği gibi, klasik şiirin çözemediğini düşündüğü şiirde bütünlük ve biçimsel mükemmellik sorununu, “tamamiyet”i çözdüğü iddiasındadır. Yavuz, “Türk okuru Baudelaire’nin adını ilk olarak ondan duymuş, sonenin ilk yetkin örneklerini ondan okumuştur” diyor. Edebiyatta takliti değil icat etmeyi tercih etmiş ki bu da Türk şiiri için o dönem bir “ihtilaldir. “Elhân-ı Şitâ”, “Yakazât-ı Leyliyye”, “Temâşâ-yı Leyâl”, “Temâşâ-yı Hazân” gibi şiirleri o kadar beğenilmiş ki dergi ve gazetelerde tekrar tekrar yayımlanmış, ezberlenmiş. “Elhân-ı Şitâ” hemen her kar yağışında gazetelerde yayınlanırmış. Tabii onun ve Tevfik Fikret gibi arkadaşlarının yazdıklarını “garâbet” olarak niteleyenler de olmuş. Ahmet Mithat Efendi, sonradan geri alsa da “dekadan” diye suçlamış.
İmgeci bir şair. Bu niteliği ile modern ve Atakan Yavuz’un da tespit ettiği gibi İkinci Yeni ve 80 Kuşağı ile arasında bağlar kurmak mümkün ama onlardan önce Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairleri de etkilendiğini söylemek mümkün.
Bu yenilikçi, öncü şair sanatta, edebiyatta gördüğü yenileşmeyi siyasi yaşamda anlayamıyor. Anadolu’daki millî mücâdeleye karşı. Dârülfünun’da Osmanlı edebiyat tarihi dersleri verirken bir gün derste Yunanlılar’ı övüp Millî Mücadele’yi küçümseyen sözler sarfettiği ileri sürülüyor. Cenap Şahabettin’in o sözleri söyleyip söylemediği tesbit edilemediyse de bazı siyasî yazıları onu suçlu bulmaya yeterli görülüyor. Dârülfünun öğrencileri Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Barsamyan Efendi ile birlikte onun da okuldan atılmasını talep eden eylemler yapıyor. Dört ay süren eylemler sonunda Eylül 1922’de işlerinden atılıyorlar. Dârü'l-Fünûn Grevi adıyla bilinen olay Türk üniversite tarihinde büyük çaplı ilk öğrenci hareketi olarak kayıtlara geçiyor.
Atakan Yavuz, Cenap Şahabettin’in seyahat edebiyatının en önemli örneklerini vermiş bir düzyazı ustası olmasına rağmen siyasi yazılarında çok hırçın ve kavgacı olduğunu ve aynı yazı içinde birbiriyle çelişik bir çok görüş kullanarak okurlarını kızdırdığını belirtiyor. Önce İttihatçılar’ı ve Enver Paşa’yı tutması, sonra yermesi, Cemal Paşa ile olan ve menfaate dayanan yakınlığı, kadın hakları aleyhindeki yazıları, din konusundaki garipsenen görüşleri, Milli Mücadele’ye karşı çıkışı bunun örneklerinden. Daha sonraları Cumhuriyet yönetimini destekleyen yazılar yazsa da samimi bulunmamış. Çok ağır eleştirilmiş. Unutulmaya terk edilmiş. Unutmuşuz.  03.08.2017

Yorumlar