“İpin ucundan çekince gerisi geliyor”



Hasan Gören ilk romanı Zan’da 68 Kuşağı’ndan, 70’li yılların başından polisiye ögeler taşıyan bir öykü anlatıyor. Romanın ana kahramanı İrfan bir amiralin oğlu. Ankara’da Hukuk Fakültesi’nde okuyor. Bir sabah fakülte kantininde çay içerken bir arkadaşı Fuat’ın onu Cebeci Camisi’nin orada beklediğini söylüyor. Acil bir durum var.
Fuat, siyasi gruplarının okuldaki temsilcisi. Bir eylem hazırlığı yapıldığı sırada polis arkadaşlarının bulunduğu evi basmış ve çatışma çıkmış. Ölü, yaralı var mı, bilinmiyor. Fuat geç kaldığı için polisten kurtulmuş.
Fuat yapılmış ve yapılacak bir çok eylemin planlayıcısı olduğu için polis Fuat’ın peşine düşecek. Örgüt Fuat’ın yurtdışına çıkmasına karar vermiş. Bu kaçış da Karadeniz’den olacak. İrfan’ların Akçakoca’daki yazlığına gidecekler. İki gün sonra da Fuat bir tekne ile kaçacak. Plan bu.
İrfan’ın babasının o yıllarda üretimine başlanmış son model bir Anadol’u var. Onu alıyorlar. Son dakikada yanlarına Fuat’ın sevgilisi, İrfan’ın da yakın arkadaşı olan Serap da katılıyor.
Hasan Gören tam tarih vermiyor ama bazı verilerden romanın 1971 yılında, 12 Mart Darbesi öncesinde geçtiğini tahmin ediyoruz. Zira 12 Mart sonrası çok daha şiddetli olacak, 68 Kuşağı’ndan bir çok devrimci ya yakalanacak ya da öldürülecek.      
Arka kapakta “Siyasi gerginliğin had safhada hissedildiği, kutuplaşmanın keskin olduğu bir Türkiye” deniyor ama romanda kutuplaşmanın diğer tarafı sağcılar, ülkücüler yok. Bunun olmamasının bence sakıncası yok, zaten romanın da anlatmak istediği başka bir mücadele. Daha insani konular. Bir sol grup içindeki insan ilişkileri, hesaplaşmalar ve kaçınılmaz olarak bir aşk hikayesi... Kırık bir aşk hikayesi bu. İrfan çocukluktan beri tanıdığı Serap’a yıllardır âşık ama bir türlü hislerini söyleyememiş. Öte yandan Serap’sa sevgilisini yolcu etmenin üzüntüsü içinde.
Fuat kendisini kaçıracak tekneyi beklerken bir soygun haberi geliyor. Para taşıyan bir banka aracına saldırılmış, araç içindeki paralarla birlikte yakılmıştır. Bu olay arkadaşlarının kaldığı evin basılmasının öğleden sonrasında gerçekleşmiştir. Fuat ve İrfan bunu da kendi gruplarının gerçekleştirdiğini anlar.
Yurtdışına kaçacak olması ile bu olaylar birlikte yorumlandığında Fuat’ın arkadaşlarının yakalanmasını sağladığını ve ardından soygundan alınan paralarla kaçtığı gibi bir yorum yapmak da mümkündür. Yani Fuat’ın suçsuz olduğunu kanıtlaması gerekir. Bir yandan da bizi polise kim ihbar etti diye düşünmekte, aralarındaki ihbarcıyı bulmaya çalışmaktadır.
İrfan Fuat’ı kaçıracak tekne ile ilgili düzenlemeleri yapmak için evden ayrılır. Dönüşünde Serap yoktur. Fuat kavga ettiklerini ve Serap’ın çok sinirlenip gittiğini söyler.
İrfan, Fuat’ı yolcu ettikten sonra Ankara’ya gider ve Serap’ı aramaya başlar. Bir türlü bulamaz ve izini sürmeye başlar.
Zan esas olarak “polisiye” nitelikte bir roman. Aynı zamanda bir dönem romanı. 70’li yılların başında geçen romanda ilerleyen sayfalarda işlenen cinayetlerle birlikte bu polisiye nitelik daha da artıyor. Hasan Gören’in polisiye gerilmi yaratmakta da, 70’li yılların atmosferini anlatmakta da oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim. Ama Hasan Gören’in esas amacının 70’li yıllarda geçen siyasi bir polisiye yazmak olmadığı belli. O yine arka kapakta, hem de büyük punto ile belirtildiği gibi “bir büyüme hikayesi” anlatmak istiyor. İrfan özellikle bu yaşadıklarından yola çıkarak kendi ile bir hesaplaşmaya girecek ve hayal ettiği dünya ile gerçeklerin örtüşmediğini anlayıp olgunlaşacaktır. Amaç bu.
Romanın gelişimi polisiyeye yöneliyor ama yazar onu büyüme hikayesine çekmeye çalışıyor, romanın dört dörtlük olmasını önleyen de bu durum. Polisiye hızlı hareket etmeyi, macerayı sekteye uğratmamayı gerektiriyor, Hasan Gören kahramanları durup düşünsün, birbirleriyle konuşup hesaplaşsın, hayat dersleri çıkartsın istiyor.
Romanın daha başında, bir polisiye okuru olarak düşünüyorsunuz; Arkadaşlarınızın kaldığı ev basılmış, siz kıl payı kurtulmuşsunuz, ne yaparsınız? Bir an bile durmadan kaçmanız gerek. Fuat ne yapıyor? Sevgilisi ile vedalaşmaya gidiyor. O da yetmiyor eve gidip valizini hazırlıyor. Sonra da Ereğli’de kendi grubundan birinin babasının evinde iki gün bekliyor. Neyse ki eski Yeşilçam filmlerindeki gibi oluyor, Türk polisi yakalamıyor. Onlar da, üç arkadaş hesaplaşacak, birbirlerini tartıp, kanılar oluşturacak zaman buluyorlar. Zaten İrfan’da sürekli her şeyi düşünüyor, ayrıntıları inceliyor, farklı açılaran bakmayı deniyor.
Yazara bu da yetmiyor. İstanbul’a gidip Serap’ın izini sürecek İrfan’ın yanına Esra diye bir arkadaşını katıyor. Esra, aslında İrfan için biçilmiş kaftan. Güzel, akıllı bir genç kız. İrfan onunla sohbete doyamıyor. Uzun uzun felsefe, kültür ve sanat hakkında tartışıyorlar. Polisiye bir aksiyon varken, ard arda insanlar ölürken bu sohbetler de olayların akışını sakatlıyor. Tamam, yazar esas amacına ulaşmasını sağlayacağı için bu sohbetlerden vazgeçemezdi diyeceksiniz ama daha kısa tutulabilirlerdi.
Dönem romanı yazmak zor. Hele yaşayanların anımsayacağı bir dönemi anlatmak daha da zor. Hasan Gören 1966 doğumlu. 70’li yılların başında henüz küçük bir çocuk, çok şey anımsıyamaz. Ama dönemin günlük yaşamını anlatmakta oldukça başarılı. Yine de bazı şeylere takılmamak elde değil. Bu biraz okurun kendi hafızasını sınamasına da yarıyor.
Örneğin postaneden şehiriçi arama yaptığınızda görevliye mi numarayı yazdırıyordunuz yoksa ankesörlü telefondan jetonla mı telefon ediyordunuz? Ankara – İstanbul arasında yol kaç saatti? 8 saat mi 13-14 saat mi? 70’li yıllarda İstanbul’dan Akçakoca’ya giderken Sapanca Gölü’nün kenarından geçer miydiniz? Otoyol çok daha yeni değil mi?  Şehirlerarası otobüsler İstanbul’da nerede yolcu alıp boşaltıyordu? Harem’de mi, Sirkeci’de mi, Topkapı’da mı? Harem Otogar’ı 1970’de açılmış. Ama İrfan’ın bindiği otobüs arabalı vapurla karşıya geçiyor. Günümüz okuru için bu soruların anlamsız olduğunu biliyorum. Bunlar aklı o zamanda kalmış okur için merak soruları. Çoğaltmak da mümkün.
Hasan Gören Zan’ı polisiye kurgusu ile türün meraklılarına hitap edecek gibi görünse de kahramanının dert ettiği konulara bakılırsa daha varoluşsal amaçları olan bir roman. Bakış açılarına, zamana göre doğruların hatta gerçek diye bilinenlerin değişebildiğini, mantık içinde doğru diye kendinizi ikna edebildiğiniz olayların aslında farklı bir mantıkla ne denli farklı olabileceği gibi tartışma konuları var.12.10.2017

Yorumlar