Ardıç ağacı uzun ömrü ve dayanıklılığı ile biliniyor.
Tohumunun ekilmesi için ardıç kuşunun aracılığına gereksinim var. Kolayca
tutup, boy vermiyor. Ama bir tuttu mu yüzyıllarca yaşıyor. 700 yıllık ardıç
ağaçları var Anadolu’da. Ulu, dalları ve yaprakları ile görkemli görünüşüyle ve
insana bir dağın, tepeninin başında yapayalnızken kendisini koruyup
esirgeyecekmiş hissi veriyorlar.
Antik Anadolu kültüründe ardıç ağacının önemli bir yeri olduğu
belirtiliyor. Anadolu’da ardıç ağaçlarının dağlara tanrı tarafından dikildiği
inancı varmış. Bu nedenle de ardıç ağacına hiç dokunulmazmış. Öldükten sonra da
yaşadıklarına inanılırmış. Evlerin temel direği ardıç ağacından olurmuş. Ardıç
ağacının dibine gömülmek de önemli. Hastalıklarda tedavi için kullanılıyor.
Yağmur duası için gidiliyor. Dibinde kurban kesiliyor. Yemeklerde kullanılıyor,
rakısı da var (bkz. “Anadolu Kültüründe Ardıç Ağacı”, Hasan Torlak,
habitat.org.).
Kızıl Elma’nın İzinde’de (2007, Milenyum yay.) Necati
Gültepe Vilayetname’de Hacı Bektaş’ın ardıç ağacına sığınıp ağaçtan yaprakları
ve dalları ile kendini örtüp gizlemesini istediğini anlattığını yazıyor. Hacı
Bektaş Hırka Dağı’nda ardıç ağacının altında gizlenip 40 gün çile çıkartmış.
Selçuk Altun’un son romanı Ardıç Ağacının Altında’nın (Ekim
2017, İş Bankası yay.) kahramanı Erkan Tirebolu’da dedesinden miras kalan
bahçedeki ardıç ağacına günlerce içini döker. Tirebolu’nun tek ardıcıdır
bu ağaç. Bir çeşit terapi olur. Kendiyle, geçmişiyle, ailesiyle hesaplaşır.
Erkan’ın bu halini Hacı Bektaş’ın ardıç ağacının altında 40 gün çile
çıkartmasına benzetiyorum.
Erkan kendi emeği ile zengin olmuş biri. Dışarıdan
bakıldığında iyi bir evliliği var. Oğlu ABD’de öğrenim görüyor. Bir başarı öyküsü
ve onu tamamlayan mutlu aile tablosu... Ama yakınlaştıkça hiçbir şeyin
göründüğü gibi olmadığını anlıyorsunuz. Erkan’ın evliliği resmen olmasa da
fiilen bitmiş. Karısı boşanmak için çok yüklü bir rakam istediği için halen
evliler. Karısından görmediği sevgiyi başka kadınlarda arıyor. 30 yıllık
karısının ölüm haberini aldığında da metresinin doğum gününü kutlamak için
Londra’da.
Erkan’ın oğlu Taner ile ilişkisi de son derece arızalı.
Oğlunu kendi istediği okullarda okutmak istemiş, kendi belirlediği mesleği
seçmesini beklemiş ama hiçbir beklentisini karşılayamamış. Sonuç olarak annesi
gömülürken Taner ABD’de hapis cezasını çekiyor ve baba oğlunun bu durumuna son
derece ilgisiz görünüyor.
Geçmişini öğrendikçe baba oğul ilişkisinin arızalı olmasının
nedeninin Erkan’ın kendi babası ile kuramadığı ilişki olabileceğini
düşünüyoruz.
Hayırsız babanın oğlunun oğlu ile ilişkisi bir üvey baba
üvey oğul ilişkisinden çok daha sorunlu. Erkan annesinin ölümü ile babasını
terk edip dedesi ile birlikte Tirebolu’da yaşamaya başlar. Babanın hayatından
çıkması ve onun yerini alan dede ile ancak Erkan bir düzene kavuşur. Dede bir
nevi babalık eder. Erkan’ı bir proje çocuk olarak yetiştirir.
Erkan’ın iyi bir eğitim almasını sağlamakla kalmaz kendi de
eğitir. Dede ansiklopedi gibi bir adam. Malumatfuruş. Somut rakamlarla bilgiler
veriyor. “Dünya fındığının üçte ikisi Karadeniz’de çıkar. Türkiye’de 150 milyon
fındık ağacı vardır, ülke olarak yıllık 70 bin ton fındık üretiriz” diyor
örneğin (s. 19).
Kafasındaki “ideal insan”ı Erkan’da yaratmaya çalışıyor. İlk
bakışta Erkan dedenin tam istediği kişi olmuştur ama gerçek kişiliği çok
sorunludur.
Erkan karısının ve en yakın arkadaşının aynı araç içinde
öldükleri haberini aldığında tüm dengelerini yitirir. Karısı ve en
yakın arkadaşı tanıştıkları günden beri hiç iyi geçinememiş, dostluk bir
yana arkadaşlık bile kuramamıştır. Onları aynı arabada ölüme götüren sır nedir?
Erkan bunalıma girer. Herşeyden elini eteğini çekip dedesinden miras kalan bahçedeki
ardıç ağacına günlerce içini döker.
Tüm bu anlattıklarımız aslında Selçuk Altun’un son romanı
Ardıç Ağacının Altında’nın “Erkan” başlıklı ilk bölümünü ya da kitabını
oluşturuyor. Bu bölüm başlı başına bir roman oluşturabilir.
İkinci bölümün başlığı “Taner”. Annesinden ve babasından
nefret eden, kendisini üvey evlat olarak hisseden Taner “Analı babalı büyüdüğüm
halde çocukluğumu yaşayamadım” diye düşünür. ABD’ye gidene dek hayatı kabus
gibi geçmiştir. ABD’de sonu hapse düşmeye varacak daha büyük bir kabus
yaşayacaktır.
Hapisten çıkıp Türkiye’ye döndüğünde annesi ile babasının en
yakın arkadaşının aynı araçta ölmesinin gizemini çözme görevi teklif edilir.
Babasını düştüğü bunalımdan kurtarmanın tek yolu budur. ABD’de hem öğrenimi
sırasında hem de hapisteyken babasının kendine hissettirmeden nasıl yardımcı
olduğunu öğrenince bu görevi kabul eder. Bu sayede babası Erkan Sipahi’nin
yaşam öyküsünü de öğrenecektir. Taner babasının yaşam öyküsünün izini sürerken
âşık olur, kendine yeni bir hayat kurarak Avrupa’da kalır.
Üçüncü bölümde Erkan’ın has adamı Zihni’yi tanırız. 12
Eylül’ün Diyarbakır zindanından kurtulup Erkan sayesinde ikinci hayatını
yaşayan Zihni de patronunu bunalıma sokup hayattan el çektiren bu trafik
kazasının sırrını çözmeye kararlıdır. Bu görevi Taner’in bıraktığı yerden
sürdürecek, trafik kazasının sakladığı gerçeği öğrenecektir.
Acı gerçekler ortaya çıkar ve son bölümde Erkan bunalımdan
çıkar ve yaşamı boyunca bilerek ya da bilmeyerek kötülük yaptığını düşündüğü
insanlarla helalleşmeye karar verir. Yaptığı kötülükleri bir şekilde tamir edecektir.
Selçuk Altun Ardıç Ağacının Altında’yı “Romanımda renkli
olduğunu düşündüğüm gerçek yaşamöyküleriyle kurmaca yaşamöyküleri düello
etmektedir. Sonuçta gerçek hayat, romanlardan daha tuhaf diyebiliriz,
demeliyiz” (Cumhuriyet Kitap, 19.10.2017) diye anlatıyor. Romanda yukarıda bir
bölümünün sözünü ettiğim kurmaca yaşam öyküleri kadar birer ansiklopedi maddesi
gibi yazılmış “gerçek” yaşam öyküleri de var. Hatta bazılarının fotoğrafları da
yer alıyor. Carl Tobey, Rasputin, Feliks Yusupov, Peter Watson, Erje Ayden,
James Redhouse, Arif Keskiner... Bu hayat öykülerini okuyunca Selçuk Altun’un “Hayat
romanlardan daha tuhaftır…” sözüne katılıyorsunuz.
Roman içinde gerçek ya da gerçekmiş gibi biyografiler vermek
postmodernizmin eğilimlerinden. Ama ben çok fazla olmamasından yanayım. Vikipedia
çağında merak eden açar interneti bu biyografileri bulur diye düşünüyorum.
Romanda yer alan ve belgelere dayanan Edouard Roditi bölümünün ise ayrı bir
kitap olarak değerlendirilmesi daha doğru olurmuş. Romanın akışı içinde hak
ettiği değeri bulmayabilir.
Ardıç Ağacının Altında minimalist bir yazar olan Selçuk
Altun’un en kalın romanı; 270 sayfa. Roman için “olgunluk dönemi yapıtım demek
isterim” demiş. Kitabın kalınlığı, birden çok romana malzeme oluşturabilecek içerikte
olması gerçekten de Selçuk Altun’un yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.
Ardıç Ağacının Altında gerçek yaşamöyküleriyle kurmaca
yaşamöykülerin karıştığı yapısıyla da ilginç olduğu kadar merak unsurunu hiç
bırakmayan ve polisiyeye kayan konusu ve anlatımıyla da ilgi çekecek bir roman.16.11.2017
Yorumlar